Orhan Bey Dönemi
Osmanlı devletinde bilim ilk olarak Orhan Bey zamanında
1330 yıllarında kurulan İznik Medresesi ile başlar. Bu medrese Selçuklu
zamanındaki medreselerin ve bu bağlamdaki eğitim kurumlarının devamı
niteliğindedir. Bu medresenin ilk baş müderrisi olan Davüt-ül Kayseri, eğitsel
anlamda önemli çalışmaları olan bir şahsiyettir. Osmanlı tarihinin ikinci
medresesi ise Basra'da kurulmuştur. Bu medreselerde fıkıh, kelam, tefsir, usul
vb. dini alanlarda eğitim verilmekle beraber matematik ve mantık alanında da
elle tutulur bir eğitim verilmekteydi. Bu döneme damgasını vurmuş en önemli
şahsiyet hiç şüphesiz Molla Fenaridir. Mısırda tahsilini tamamlayıp, mantık ve
pozitif bilimlerde ihtisas yapmıştır. Yine bu dönemde pozitif bilimlerde
ihtisas yapmış önemli bir sima da Kadı
Zade Rumi adı ile ün kazanmış bir Türk matematikçisi ve astronomu olan Musa
Paşa’dır. Bilim adına yaptığı çalışmalarda çok istekli ve hevesli bir bilim
insanıdır. Bu bilim insanına yardımcı olmuş biri dikkatimizi çeker. O da Kadı
Zadenin kız kardeşidir. Kız kardeşi, Kadı Zadenin kitapları arasına
mücevherlerini gizlice koyarak bu bilim insanının Horasan’a göçü ve oradaki
tahsiline yardımcı olmuştur. Böylece dolaylı yoldan Kadı Zadenin çalışmalarına
katkıda bulunmuş ve tarihteki yerini almıştır. Kadı Zadenin birçok eseri
vardır. Kitab-ül usül’ünde geometri öncülleri ve üçgen niteliklerinden
bahseder. Arapça yazdığı başka bir eserinde cebir, denklemler ve ölçmelerden
bahseder. Son Türk tarihçilerinin ortak kanaati ile Osmanlının birinci gerçek
astronomu ve matematikçisi Kadı Zadedir.
I. Murat ve
Yıldırım Bayezit Dönemi
Bu dönemde ise tıp alanında bir hareketlenme görülmüştür.
Yazılan ilk tıp eseri Murat Bin İshak tarafından bu dönemde yazılmıştır. Eserde
bir takım ilaçların etkileri kısaca açıklanmış ve çok rastlanan hastalıkların
tedavisinden bahsetmiştir. Yine bu dönemde Şair Ahmedi adında bir bilim insanı
yetişmiştir. Bu zat tıp dışında astronomi, matematik ve eczacılık dallarında
bilgi sahibidir.
I. Mehmet Dönemi
Bu dönemde de ansiklopedik eserlere rağbet başlamıştır.
Mesela Zekeriya el-Kazvini’nin tanınmış eseri olan Acayib'ul Mahlûkat damgasını
vurmuştur. Bu kitapta ilk defa arzın yuvarlak olduğu Osmanlı Türk eserlerine
geçmiştir. Osmanlı eserlerinin kuruluş dönemindeki eserlerin çoğunluğunun
Arapça olması bu dönemin önemli dezavantajları arasındadır. Çünkü halk Arapça
metinlerden bir şey anlamadığı gibi bilimsel gelişmelerden de habersiz
kalmıştır.
Fatih Sultan Mehmet
Dönemi
15. yüzyıl denildiğinde akla gelen en önemli şahsiyet
Fatih Sultan Mehmet oluyor. Fatih dönemi; Osmanlı'da, hem kültürel, hem
bilimsel, hem de sahip olunan toprak bakımından en iyi seviyede bulunulan
dönemdir. Osmanlı'da, Fatih okumayı ve yazmayı çok fazla sevmemesine rağmen tüm
Osmanlı padişahları göz önüne alındığında en büyük ilim ve bilim koruyucusu
olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bilindiği gibi Osmanlı devleti fethettiği yerlerin sadece
maddi kısmıyla ilgilenmiyor, ayrıca kültür ve bilim yönünü de alma
faaliyetlerine girişiyor. İşte bu faaliyetler 15. yüzyıl fatih döneminde daha
da fazlalaşarak bilim koruyuculuğu ve ilerlemeci yaklaşım apaçık gözler önüne
seriliyor.
Osmanlı devletinde bilim alanında ilk olarak göze çarpan
insan ilk önemli matematikçi ve astronom olan Musa paşa`dır dır. Bursa da
doğduğu bilinen Musa paşa Osmanlı tarihinde Kadı zade Rumi olarak geçmektedir.
Kadı zade, kaşi ve Ali kuşçu gibi bilginler, Fatih
döneminde bir şeyler yapmaya çalışmışlardır. Bu süreçte bilim adına yaşanan iki
olay günümüz bilim insanlarına adeta ışık tutacak niteliktedir. İlk olay; 15.
yüzyılda fatihin bilime verdiği önemi anlatan en önemli olay; Maveraünnehir'de
yetişen alimlerin sonuncusu olan Ali Kuşçu'yu Akkoyunlu Devleti'nden Osmanlı'ya
transfer etmesidir. Ali kuşçunun Osmanlı'ya gelişiyle astronomi alanında büyük
gelişmeler meydana gelmiştir. Ali Kuşçu'nun İstanbul'da yazdığı astronomi
üzerine en önemli eseri; Astronomi Risalesi'dır. Ayrıca Ali Kuşçu bu esere
Fatih Risalesi adını vererek Fatih'e ithaf etmiştir. Bununla birlikte yazar
eserinin sonuna gök cisimlerinin dünyadan uzaklıkları ile ilgili bir bölüm
eklemiştir. Ali Kuşçunun bu eserini Fatih’e sunmasının diğer bir nedeni ise
eserinin tam da Otlukbeli savaşının kazanıldığı ana denk gelmesidir.
15. yüzyılın sonu ve 16. yüzyılın başına doğru Fatih
Sultan Mehmet öldükten sonra devletin başına oğlu II. Bayezid geçmiştir. Bu
dönemde özellikle Fatih döneminde olduğu gibi astronomi ve matematiğe değil,
onun yerine tıp alanına önem verildiği görülmektedir. Bu dönemde en önemli
bilim insanı olarak tıp alanında eserleri bulunan Ahi Çelebi karşımıza
çıkmaktadır. Ahi Çelebi böbrek ve mesane taşları üzerine bir eser yazmış ve
taşın nerelerde olduğunu, belirtilerini, taşın idrar yolunu zedelediği ya da
tıkadığı zaman yapılacak tedavi yöntemlerini anlatmıştır.
Bu Osmanlı âlimi uzun ömrüyle de dikkat çekmiştir. II.
Bayezid ile beraber 3 Osmanlı padişahına daha hizmet etmiştir. 15. yüzyılın
başı ve ortalarında Osmanlı hizmetinde görev yapmış, hem Türk hem de dünya
çapında önemli matematik araştırmaları yapmış olan Uluğ Bey’e ayrı bir parantez
açacağız. Çünkü hayatı ve çalışmaları göz önüne alındığında, bilimin şu anki
aşamaya gelmesinde önemli etkileri görülmektedir. Uluğ Bey 1344 yılında
Semerkant'ta doğmuş ve 1449 yılında ölmüştür. Aslında o bir devletin
hükümdarıdır ama ordusunu kurduktan sonra kendini tam olarak bilime adamıştır.
En önemli çalışmaları ise şöyledir; Kübik denklemlerin doğru yaklaşık çözümleri
için yöntemler, iki terimli teorem ile çalışma; Uluğ Bey’in sekiz ondalık kesre
kadar doğru olan kesin sinüs ve kosinüs tabloları; küresel trigonometri
formülleri ve özellikle önemli olan Batlamyus'unkinden beri ilk kapsamlı yıldız
cetveli olan, Uluğ Bey’in Yıldızlar Cetveli… Yaptığı çalışmalar sırasında sin 1
değerini bularak bunu gözlemevindeki çalışmalarına uyguladı ve gök cisimleriyle
ilgili yaptığı çalışma ile Batlamyus'un gezegen sistemindeki bir dizi hatayı da
ortaya çıkarmış oldu.
XVI. yy'da Avrupa ile sıkı temaslarımız olmasına rağmen
matbaacılık ve büyük duvar saatleri Osmanlı Türkiyesine girmemiştir ve 200 yıl
sonra bu topraklara girebilmiştir. Şiir ve edebiyat bu devri tamamıyla
doldurmuştur. Padişahlar ve şehzadeler şiir ve edebiyatla uğraşanları sürekli
desteklemiş, bu tür eserler çoğu zaman daha çok ilgi görmüş ve bu yüzden
dönemin batı buluşları dönemin Osmanlı Türkiyesinde yankı bulmamıştır. Kanuni
Sultan Süleyman zamanında dünyanın mimarlık şaheseri olan Süleymaniye
Medreseleri yapılmıştır. Bu medreselerin bir bölümü matematiğe, bir bölümü tıbba
ayrılmıştır. Fakat dönemin asıl hâkimi bilim faaliyetleri adına deniz
coğrafyacılığı olmuştur.
Osmanlı'nın duraklama döneminde üstesinden gelinemeyen
problemlerle uğraşılmıştır. Batının üstünlüğünü kabul etmek zorunda kalan Osmanlı
devleti bilimsel eserleri dışarıdan çevirilerle faydalanma yoluna gitmiş,
böylece kendisine özgü ürünler ortaya koyamamıştır. Bu dönemi düşündüğümüzde
matbaanın daha yeni gelmiş olması o dönem için ne kadar geri kalındığının
göstergesidir. hattat sanatına zarar geleceğinin düşünülmesi, ayrıca bazı
siyasi sebeplerden dolayı matbaa geç gelmekle kalmamış üstelik birde
kabullenilmesi aşaması ile uğraşılmıştır.
18. YILSONU: TIP VE
MATEMATİK
Osmanlı devletinde ilk askeri ıslahat, daha doğrusu
yüzyılın gereklerine fen bilgisi subay kullanmak veya yetiştirme isteği,
18.yy’ın başlarında kendini göstermiştir. Türk kaynaklarına göre 1743 yılında
Üsküdar’da “Hendesehane” adıyla bir matematik okulu açılmış olduğunu biliyoruz.
Bu matematik okulunun ömrü pek kısa olmuş ve kumbaracıların yeni talimlerinden
isyan çıkaracakları korkusu ile bu heyet dağıtılmıştır. Hendesehane’nin ilk
hocası olan Yenişehir müftüsü-zade Mehmet Sait Efendi olduğu kaynaklardan
anlaşılmaktadır. Bu zatın iki şeyin arasındaki uzaklığın, ölçü kullanılmadan,
yani yanlarına gidilmeden, ölçülmesi için bir alet icat etmiştir. Bu alete ise
rub-i müceyyib-i zül-kavseyn adını vermiştir. Bu aletle, üçgenin bir kenarı ve
iki açısı bilinirse öteki kenarları ve açıları hesaplamak mümkün olduğunu
söyler. Bu aleti şeyhülislam I. Mahmut’a sunuyor.
Osmanlı Türkiyesine modern matematiğin askerlik yolu ile
girmeye başladığına kimsenin şüphesi yoktur. Modern matematik ve fizik yavaş
yavaş, fakat sırf askerlik sanatının çağa uyması için, memlekete girmeye
başlamıştır. Siirt’te Tellu köyünde oturan Erzurumlu İbrahim Hakkı Marifetname
adında bir eser yayımlamıştır. Yazar bu eserinde, aritmetik ve geometriye dair
basit fakat açık bilgiler veriyor. Ayrıca bu eserde dört elemanın açıklamasını
yapar. Suyu açıklar, evvelce dünyanın suyla örtülü olduğunu, bazı taşlar
kırılınca içinden deniz hayvanları parçaları (fosil) çıktığından bahseder.
Toprak elementine geçerek, kıtalardan söz eder, kozmografya ya dair bilgiler
verir. Marifetnamede, dünyanın hareketi aleyhine söylenen düşünceleri birer
birer reddederken, mesela dünyanın hareketini hissedemeyeceğimizi, çünkü
dünyanın etrafındaki maddey-i leyine (yumuşak madde) içinde, hepimizi birlikte
sürüklediğini söyler. Bundan sonra da mevalid–i selase dediği maden, bitki ve
hayvanların birleşme ve meydana gelme suretinden bahseder. İbrahim Hakkı,
anatomi faslını, İbin-i Sina’nın Kanun’undan, biraz kısaltarak hemen olduğu
gibi, Türkçeye çevirmiştir. Dinine ve tarikatına pek sadık olan bu zatın,
herhalde müspet ilimler karşısında, mütecessis ve huzursuz bir ruhu olduğu
meydandadır.
Gerçekten, Avrupa ilim ve sanatı, özellikle o vakit
Avrupa’yı sarsan Fransız büyük ihtilaliyle çok yakından ilgilenen III. Selim
önce çağdaş ilme ve tekniğe uygun olarak yetiştirilen Avrupa ordularına karşı
koyabilecek bir ordu kurmak için, Tophane’yi ıslahı düşünmüş, Fransa ve
İsveç’ten mühendisler getirterek fabrikalar tesis etmiştir. Fakat daima yabancı
mühendislerin ilim ve tekniğine muhtaç olmanın doğru olmadığını düşünen devlet,
bilgi ve teknik alanında başarılı subaylar, askeri mühendisler yetiştirmek
için, o zamana göre modern bir matematikçi ve topçu okulu kurmaya karar
vermişti.
Enderun ağalarından ve eski okulun yetiştirdiği istidatlı öğrencilerinden
bazılarını toplayarak, “Mühendishane-i sultani” adıyla bir okul kurdurmuştur.
Nihayet, yakın vakte kadar “mühendishane-i berri-i hümayun’’ adını taşıyan bina
1210 yılında yapılmış ve o yıl III. Selim’in bir fermanıyla okulun nizamları ve
öğretimi düzenlenmiştir. Bu tarihte tersanedeki mühendishane-i bahri-i
hümayun’un dersleri ve Halıcıoğlu Okulu ile birleştirilmiştir. Bu yeni okula
ilk başhoca tayin olunan Kırımlı Hüseyin Rıfkı Efendi, geometriye dair eserler
kaleme almış, bir de Arapça olarak irtifa risalesi yazmıştır.
II. Mahmut dönemine değinecek olursak, bu dönemde yetişmiş
modern bir hekim olan Şani zade Ataullah tıp dalının dışında bize dört ciltlik
bir tarih eseri bırakmış aynı zamanda ansiklopedik bir bilgindir. İki tıbbı
eserinden başka, aritmetik, cebir ve hatta askerlik üzerine yazdığı kitaplar
vardır. Şani zade Ataullah, eski tıpla yeni tıp arasındaki zincirin bir
halkasını teşkil etmekten fazla bir şey yaparak, doğrudan yeni tıbba
geçmiştir.Bu devirde, matematik ve başka müspet ilimler mühendishane denilen
okulda okutulmaktaydı. Bu okulun ikici başhocası, Hoca İshak Efendi, matematik
ve tabi ilimler üzerine kaleme aldığı dört ciltlik Mecmua-i ulum-i riyaziye
adlı eseriyle, gerçekten hoca lakabına hak kazınmıştır. Bu ciltlerden birincisi,
aritmetik, cebir, geometri; ikincisi düzlem trigonometrisi ve cebrin geometriye
uygulaması, integral ve diferansiyel hesabı ve koni kesitleri; üçüncüsü
hikmet-i tabiye (fizik), cerr-i eskal (mekanik), ilm-i menazır (perspektif
bilgisi) ve küre-i nesimi (hava küre); dördüncüsüyse elektrik, küresel kimyadan
bahseder. Bu eser yüksek matematiği, modern fiziği sokmuş olması bakımından
önemlidir.
19. yüzyılın ilk yarısında ve Avrupa’nın çağdaş ilmini
memleketimize sokmak için açılan Mühendishane-i Bahr-i Hümayun, Mühendishane-i
Berr-i Hümayun ve Mekteb-i Tıbbi-i Adli-i Şahane ve Mekteb-i Harbiye sayesinde,
matematik ve tıbbi ilimlerle tıp, gitgide daha modern bir şekilde devam
etmiştir.
NOT: Arşivimde bulduğum bu makalenin kime ait olduğunu maalesef bilmiyorum. Prof. Cevat İzgi olabilir.
Yazarın
Önceki Yazısı