Yağmur yağıyordu. Yağmurlu günlerde dışarı çıkmaktan çekinmiyordu artık Mehmet. Sevmese de yağmurlu günleri, ıslanmak eskisi kadar rahatsız edici değildi artık. Borçlanarak aldığı yerli arabasını da sevmiyordu üstelik. İri ve neredeyse şişman sayılacak vücuduyla kendisini koskocaman okyanustaki balinalara benzetse de balinaların okyanusları sevdiği kadar sevmiyordu şehri. Hayatında değişmeyen tek şey ise hala mecburiyetlerden nefret etmesiydi.

 

Yaz yağmuru bir anda bastırmış ve tüm saçak altları yağmura hazırlıksız yakalanan insanlarla dolmuştu. Ana haber Bültenlerinden sonra yayınlanan hava durumu programlarında havanın yağışlı olacağından bahsedilmiş olsa da birçok insanın bu haberi önemsemediği ya da birçok insanın bu haberi izlemediği ortadaydı. Mehmet bu haberi izlemeyenler arasındaydı elbette. Üniversite yıllarından beri ana haber bültenlerini izlemiyordu Mehmet. Arkadaşı Sema’nın kendi doğum gününde ölmesi derinden etkilemişti Mehmet’i. Yine yağmurlu bir günde Sema için hazırladıkları sürpriz doğum günü partisine Sema’nın ölüm haberinin gelmesi her insanın kolaylıkla göğüs gerebileceği haberlerden değildi elbette.

 

Bu acı olaydan sonra hayat eski tılsımını kaybetmiş ve birdenbire çekilmez ve sıkıcı bir hal almıştı. Zaten ölüm tüm tatları yok eden bir olgu değil miydi? Bu ölüm haberi ile birlikte Mehmet’in üniversitedeki arkadaş grubu dağılmış ve tüm arkadaşları kendi kabuğuna çekilmişti. Bu arkadaşlar her ne kadar birbirlerinden ayrılmış olsalar da birbirlerinin neler yaptıklarından haberdardılar elbette. Seda bu olaydan en çok etkilenen arkadaşıydı. Sema öldükten sonra psikolojik yardım almış ve hatta okulu bir seneliğine dondurmuştu. Mete’nin her zamanki şakalar yapan, neşeli ve muziplikler peşinde koşan yapısı değişmiş ve durgunlaşmıştı.  Nurten’in ağırbaşlı yapısına hüzün eklenmişti. Ayşe ise bu arkadaş grubuna dahil değildi, hatta Mete, Nurten, Seda ve Mehmet tarafından sevilmiyordu. Ama bu kötü olay Ayşe’yi ve Ayşe’ye karşı hissedilenleri de değiştirmişti. Hatta Ayşe’den nefret eden Mehmet, okul bittikten sonra Ayşe ile evlenmişti. Bu haberi duyanların şaşkınlıklarını gizleyememesi ise oldukça normaldi. Çünkü Sema’nın ölümünden önce Mehmet Ayşe’den en net kelimelerle nefret ederdi. Daha sonra olanları ve Mehmet ile Ayşe’yi evliliğe götüren sebepleri ise yalnızca Mehmet ve Ayşe biliyorlardı. Mehmet’in mutsuz olduğu ise ortadaydı. Bu evliliğin hata olduğunun kendisi de farkındaydı ama hayatın anlamını yitirmiş bir insan için için doğru kararlar veremeyeceği ortadaydı.

 

Yağmurla birlikte kaldırımın çökmüş kısımlarında su birikintileri oluşmuştu. Bu su birikintilerine bata çıka ilerliyordu Mehmet. Islanmıştı ve ıslanmayı umursamıyordu. Kilolarından dolayı yürürken güçlük çekiyor ve nefes nefese kalıyordu. Arkadaşı Mete ile buluşacaktı Mehmet. Buluşma yerine az bir mesafe kalmıştı ki cep telefonu çaldı. Arayan Ayşe’ydi.

-         Efendim

-         Alo Mehmet

-         Efendim.

-         Neredesin?

-         Söyledim ya Mete ile buluşacağım, ne oldu?

-         Bir şey yok, beni nende götürmüyorsun Mehmet? Mete benimde arkadaşım.

-         Uzatma Ayşe, Mete ile uzun süredir görüşmüyoruz.

-         Ben de gelsem ne olurdu sanki?

-         Uzatma dedim.

-         Ben senin eşin değil miyim? Benden bir şey mi gizliyorsun?

-         Seninle tartışmak istemiyorum Ayşe.

-         Tamam tamam, beni önemsemediğin ortada zaten.

-         Kapatıyorum.

 

Mehmet iç çekerek telefonu kapattı ve cebine koydu. Mete ile birlikte Cafe Sali’de buluşacaklardı. Cafe Sali’nin kapısından içeri girdi. Garson Mehmet’i tepeden aşağı süzdü. Yüzünde bir beğenmeme ifadesi oluştu garsonun. Mehmet içeri bir göz attıktan sonra Mete’yi gördü.

 

-         Merhaba

-         Merhaba, hoş geldin dostum.

-         Hoş bulduk.

-         Islanmışsın.

-         Evet ıslandım.

-         Nefes nefese kalmışsın yine.

-         Evet, biliyorsun işte kilolarımı.

-         Hiç rejim yapmayı denedin mi?

-         Denedim ama bir işe yaramadı.

-         Okulda da böyleydin biliyorum.

-         Evet öyle.

-         Nasılsın?

-         İyi diyelim iyi olalım. Sen nasılsın?

-         Bende senin gibi bir cevap verebilirim bu soruya.

-         Kaç sene oldu görüşmeyeli?

-         Bu sene dördüncü sene.

-         Oldu mu o kadar ya? Zaman ne kadar da hızlı geçiyor. Neler yaptın?

-         Fazlaca bir şey değişmedi hayatımda. Okulu bir sene uzattım biliyorsun. Sonra askere gittim.

-         Beni askere almadılar.

-         Neden?

-         Neden olabilir? Kilolarımdan dolayı elbette.

-         Yapma ya, gerçekten mi?

-         Evet hiç sorma. Askerlik için bile elverişli değilim. Nende yaşıyorum ki zaten?

-         Aman dostum. Neden böyle düşünüyorsun ki? Sen her zaman böyle karamsardın zaten.

 

Bu sırada garson geldi ve ne alacaklarını sordu. Mete birer çay söyledi ve kaldıkları yerden konuşmaya devam ettiler.

 

-         Karamsarlık mı diyorsun buna?

-         Evet.

-         Bence bunun adı gerçeklerle yüzleşmek olmalı.

-         Bayağı dertlisin anlaşılan.

-         Her zaman ki gibi işte, ne bir eksik ne bir fazla. Nerede yaptın askerliği?

-         Antep’te yaptım kısa dönem olarak.

-         Şimdi ne yapıyorsun?

-         Dayımın şirketi vardı hatırlıyor musun?

-         Evet.

-         Orada çalışıyorum.

-         İyi, gayet güzel. Evlilik filan var mı?

-         Yok be oğlum, ne evliliği?

-         Zamanı gelmedi mi sence?

-         Evlilik için her zaman zaman vardır dostum.

-         Aday filanda mı yok?

-         Aday var, adaylar var.

-         Anlaşıldı, it ayağı seninkisi.

-         Aynen öyle. Tamam hadi benimkisi it ayağı ya sana ne demeli?

-         Ne oldu ki?

-         Ayşe ile evlenmişsin.

-         Evet.

-         Bu nasıl oldu dostum? Duyduğumda inanamadım. Sen ve Ayşe ha? Bu nasıl olabildi?

-         Ne var ki?

-         Nasıl ne var dostum. Sen Ayşe’den nefret ederdin.

-         Evet ederdim

-         Nasıl oldu da evlendin peki anlat bakalım.

-         Bilmiyorum Mete, her şey birden bire gelişti.

-         Ya nasıl birden bire gelişir Mehmet? Dalga mı geçiyorsun benimle? Evlilik bu.

-         O ya da bu Mete ne fark eder? Evlenmem gerekiyordu evlendim.

-         Afedersin ama salak mısın oğlum? Bu ne biçim düşünce? Okuldan sonra neler oldu anlatsana.

-         Anlatılacak pek bir şey yok be dostum. Okul bitti. Bende senin gibi askerliğe başvurdum. Ama kabul edilmedim. Bu durum beni çok üzdü. Babamla konuştuk, Kadıköy’deki dükkanı bana verdi, büro açtım. Sonra 2008’de evlendim. Hayat devem ediyor işte.

-         Hepsine eyvallah. Peki bu evlilik meselesi?

-         O günden bahsetmek istemiyorum.

-         Hangi günden?

-         Hangi gün olacak Sema’nın öldüğü günden.

-         Evet, bende o günün hüznünü hala atamadım üzerimden.

-         Atmak mümkün mü sence.

-         Doğru söylüyorsun.

-         Sema’ya sürpriz doğum günü partisi hazırlarken ölüm haberini aldık. Bu bir çoğumuzun hayatında milat oldu. Elbette bende de.

-         Evet.

-         Hayatın anlamını yitirdim Mete. Yaşam ve ölüm arasında kaybettim her şeyimi.

-         Ama hayat devam ediyor dostum.

-         Lütfen beni teselli etmeye çalışma, seninde böyle düşündüğünü biliyorum.

-         …

-         İşte o olaydan sonra hepimiz kendi kabuklarımıza çekildik. Seda okulu dondurdu,  Nurten kimseyle konuşmaz oldu. Sen zaten ayrı bir alemdeydin. O sıralar Ayşe ile beraberdik. Sen buna teselli ya da başka bir isim verebilirsin. Ben Ayşe’nin içerisindeki saflığı sevdim. Okul bittiği zamanda evlendik. En azından beni olduğum gibi kabul ediyor.

-         Hayırlı olsun, senin kararın dostum, saygı duyarım. Bu saatten sonra da söyleyecek hiçbir şeyim yok. Ama sence de acele alınmış bir karar değil miydi bu?

-         Bilemiyorum.

-         Peki mutlu musun?

-         Mutluluk… Mutluluk koca bir yalandan başka bir şey değil dostum…

-         Doğru söylüyorsun…

 

Tüm bu konuşulanların dışında iki arkadaş yarım saat kadar daha havadan sudan konulardan konuştular. Mehmet oldukça samimi ve Mete oldukça sahte bir tavır içerisindeydi. Mehmet bunu anladı elbette. Zaten önceleri de Mete ile pek samimi oldukları söylenemezdi. Mehmet eski arkadaşıyla yaptığı bu sohbeti can sıkıcı zamanlarına ekledi. Eski neşe ve muhabbeti bulamayacağına dair düşüncesi netleşti. Hayatın bundan sonrasının bu şekilde geçeceğini biliyordu. Zamansız olduğunu düşündüğü bir ölüm ve gerisi can sıkıntıları…

 

 

 

 

( Sonrası Can Sıkıntısı başlıklı yazı MESUT ÇİFTCİ tarafından 5.07.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu