Mevlanada Aşk Yunusda Sevgi -5
DÖNEMİ
Mevlâna�nın dönemi ve sonraki çağa etkileri şeklinde
seçtiğimiz konu başlığımıza bağlı kalarak, Mevlâna ve dönemine etkisini
anlamamız bakımından önce Mevlâna�yı tanıma ihtiyacını gidermekle
uğraştık ve hayatının özünü oluşturan nirengi noktalarında
gezindik;doğduğu iklim, yaşanan göç, mana dünyasını ören kahramanlar ile
sürdürdüğü temasları, aldığı eğitim, beslendiği kaynaklarda gezindik.
Biliyoruz
ki insan hayatı çok genli bir etkileşim süreci ile seyreder. Bu bütün
hayatlar için böyledir. Mevlâna içinde öyle olmuştur. Siyasi, ekonomik,
dini, faktörler insan hayatını, dünde bugünde etkilemiştir.
Etkileyecektir. Mevlâna�nın şahsi hayatında da bu etkilenmeleri derinden
hissettik.
Mevlâna�nın dönemine etkisini anlamak için yeniden
çağını anlamamız gerekmektedir. Biliyoruz ki Mevlâna ailesi özde Moğol
tehlikesi yüzünden Anadolu�ya göç etmiştir. Ancak Moğolların�da bilinen
hedefleri arasında Anadolu�da bulunmaktadır. 1273�de Alaattin
Keykubat�ın ölümüne kadar mesut ve müreffeh bir hayat süren Anadolu�nun
bahtı, Keykubat�ın yerine geçen 2.Kıyasettin Keyhüsrev�den sonra
kararır. 1242 yılında Baycu komutasındaki Moğol Ordusu Kösedağ�a
dayanır. 1243 yılında Selçuklu ordusu ağır bir yenilgiye uğrar. Moğollar
Sivas�a kadar ilerler, Sivas üç gün yağma edilir. Kayseri�de de bütün
halk kılıçtan geçirilir. Devlet düşer artık Anadolu Moğollardan sorulur.
Kıyasettin�in
ölümünden sonra iç kargaşa başlar. Baycu istilasını yeniler. 1256�da
Konya yakınlarındaki Selçuklu ordusu yine yenilir. IV.Rüknettin
Kılıçarslan tahta çıkar ancak, merkezi idare Mevlâna ile de çok yakın
ilişkisi bulunan Muhineddin Süleyman Pervane�nin elindedir. Moğollar
Anadolu�da uzun süre kalıp, bütün kaleleri yıkmak suretiyle Anadolu�dan
ayrılırlar.
Moğollar�dan sonrada Anadolu�da yine kardeş kavgaları
boy verir. Muhineddin Pervane bu dönemi Moğollarla işbirliği yaparak
geçirir. Mevlâna�nın da Muhineddin Pervaneyle vasıtasız görüşmesi,
Mevlâna üzerindeki bazı kanaatler üzerinde etkili olur. Halbuki bundan
tabi bir şey yoktur. Devletin siyasi tavırlarını taraftarlarının hayrına
yorumlamak. Bu doğru bir düşüncedir. Halk içerisinde nüfus sahibi olan
saygın kişilerinde devletin yanında yer almış olması yadsınacak bir
durum değildir. Bu biraz devletlerin gücü ile ilgili tavırdır da.
Mevlâna�nın
bu tavrından dolayı kınanması bence anlamsızdır. Bütün menfi güçleri
bir başınıza defetme gücünüz yoksa, ikinci ve size göre makul olanla
işbirliği yapmak her zaman olagelmiş tarihi uygulamalardır. Nitekim
Pervane daha sonra Mısırlılarla münasebet kuracak ve hayatına mal
olacaktır. Sevmek, taraf olmak, işbirliği yapmak, bunlar tamamen farklı
şeyler.
Muhineddin Pervane�nin ölümünden sonra işler iyice
çığırından çıkacaktır. Sonuçta; Moğol akınları sonucu devlet çöker,
siyasi birlik bozulur. Korku ve kuşku Anadolu�yu kuşatır. Halk yüzlerce
baskı unsurunun etkisinde perişan olur. Tahtacı denen ağaç erleri,
Türkmen isyanı, Niğde, Loluva, Sivrihisar isyanları, yol kesmeler, kısmi
kuşatmalar, kıtlık, yokluk, hastalıklar...
Mevlâna geldiğinde
mümbit ve müreffeh bulduğu Anadolu�yu, ölümüne kadar bu badireleri
yaşarken bulacaktır.Tabi bunların toplumun olduğu gibi Mevlâna�nın da
ruhunda ızdırap ve ağzında acı bir tat bırakacaktır, öyle de olmuştur.
Bu
dönemin Mevlâna açısından irdelenen görüşler içinde şu tarihi saptama
da yapılır �Alaattin Keykubat�ın henüz kırk üç yaşında zehirlenerek
öldürülmesi üzerine kumandanların ve beylerin rekabeti arasında başa
geçirilen kifayetsiz II.Kıyasettin�in veziri Sadettin Köpek�in
tahakkümü altına girmiş ve babasının itibar ettiği büyük şahsiyetlere
yüz çevirmiş, en önemlisi idarede, devlet işlerinde İranlı unsurlara
daha fazla itibar etmeye başlamıştır. Bu arada Türkmenlere ve Türkmen
şeyhlerine karşı olan cepheyi himaye etmiş, hatta veziri Sadettin
Köpek�i öldürttükten sonra Ahi ve Türkmen ileri gelenlerini, mesela Ahi
Evren, Ahi Ahmet�i hapse attırmış; ocak ve zaviyelerini diğer şeyhlere,
mesela Mevlâna ve ona bağlı olanlara bağışlama yoluna gitmiştir. Bu
durum elbette Ahi ve Türkmenlerin hiç hoşlanmayacakları bir hareket
tarzı idi� Mehmet Eröz, Babailik isyanını Mevlâna bakımından böyle
değerlendirmiştir. Bu Mevlâna�nın zamanında ki etkinliği bakımından
önemli tespittir.
Mevlâna�nın dönemine etkisini anlamak
bakımından sıhhatli sonuca ulaşmak için tarihi tespitlere yeniden göz
atıp, Mevlâna�nın bir türlü hitab edeceği kitle ve kitleleri daha
yakından tanımak icap eder. Mevlâna, gelişinde her ne kadar azınlık
gruplarla yüzleşmiş olsa da, asıl muhatap kitle Türklerdir ve
Türkmen-Oğuz aşiretleridir. Bu yapı bilinmeden sıhhatli sonuç
çıkarılamaz. Konumuzu şöyle derinleştirmek mümkün.
Önce şu
tespite bir göz atalım: �Esasen gerek Emeviler, gerek Abbasiler
tarafından Türklere sunulan Müslümanlık özel bir türdü: Büyük
bilginlerin Müslümanlığı değil, halk arasında sevilen gezgin din
adamlarının, çeşitli kültür düzeyinde ki tüccarların ve sınırdaki
askerlerin sunduğu bir Müslümanlık. Müslümanlığın temel ilkelerinde
olduğu kadar çeşitli törelerden, büyülerden de söz edilmektedir. Ne var
ki bu dine yeni katılan Türklere sunulan Müslümanlık, mezhepler
arasındaki başkalıkları anlamalarına, ya da hangi inancın hangi mezhebe
ait olduğunu bilmelerine imkan vermeyen, dinsiz komşularına savaş açmış,
evrensel ve ilkel Müslümanlıktır. � Cloude Cahar�a ait bu tespit bizce
de kısmen doğrudur. Gerçi Türkler İslâmiyet�in bir çok unsurlarını
Araplar�dan çok Acemler�den almıştır. Horasan ve Maveraünnehir Havzası
bu kabul de başat durumdadır. Türklere İslâmiyet�in Tasavvuf kanalıyla
ulaştığı daha gerçekçidir. Tasavvufla birlikte, Şii, Alevi kültürüyle de
muhatap olunurken, Sünni gezginlerinde Türk kitlelere ulaştığı
vakıadır. Sünni anlayışta, yine tasavvuf enstrümanı kullanarak kitlelere
ulaşıyordu burada da Türkler için yadırganacak bir durum yoktur.
Türklerin keramet sahibi her derde deva bulan gaibden haber veren
kamların yerini şeyhler ve evliyalar almıştır.
Şu sosyolojik
gerçeği burada vurgulamakta fayda var. Toptan dahi olsa din değiştiren
bir topluluk, hatta ihtida eden bir kişi, bütünüyle kendi kültüründen
sıyrılamaz. Bir topluluk nasıl ve ne derece üstün bir medeniyet
seviyesine girmiş olursa olsun yüzyıllardan beri devam eden yaşayış
düşünüş ve inanışların ister istemez birden bire feda edemez. Bu Türkler
içinde böyledir. İslam öncesi maddi manevi pek çok kültür unsurunu,
tabiri caizse, adeta İslâmlaştırılmış ve aynı samimiyetle yaşatılmıştır.
Böylece
Türkler gelenekleri ile birlikte İslâm�a girmiş, geleneksel İslam
anlayışını, yani Sünni anlayışı benimsemişlerdir. Ayrıca peygamber ve
Ehli Beyt sevgisini de yaşatmış, sufilik cereyanının da kuvvetle
etkisinde kalmışlardır.
Bu kabulleniş şeklinin kültür
uzantılarını ve fotoğrafını Dede Korkut hikayelerinde, Battal Gazi
Destanın�da, onlarca halk hikayesinde görmek mümkündür.
Bu
konuda bizzat yaşadığım olayı girmek isterim. Yer Bayburt�un Söğütlü
Köyü (Hindi) : 1972 yazında bir komşumuz vefat etti. İkindi namazına
müteakip gömüldü. Babam akşam üzeri geldi hiddetle! Oğlum ne duruyorsun
gidip o kadının ateşini yakın. Biz en yakın komşuyuz, ateş yakmak bize
düşer. Bende bu konularla yakından ilgilendiğimden usulca sordum; baba
yakmasak ne olur. Babam yine çok ciddi bir İslami akide ihlal ediyormuş
gibi tepki gösterdi. Sonuçta gidip mezarın baş kısmına tezek-odun
karışımı ocağı sabaha kadar yanmak üzere ateşledik. Sonrada Bahaeddin
Ögel�in � Türk Tarihine Giriş� adlı eserinde rastladım ki üçbin yıllık
bir Türk geleneği ve Bayburt�un Söğütlü Köyün�de halen yaşamaya devam
ediyor.
Özellikle Mevlâna�nın döneminde, İslam dünyasında hanedan
mücadeleleri, Haçlı Seferlerinin etkileri, Moğol İstilası gibi
insanların hayatını derinden etkileyen olaylar sonucu İslâm kaynaklı
tasavvufi hayat hızla yayılmıştır. Tüm İslâm coğrafyasıyla birlik
Anadolu�da bu etkinin altındadır. Buna bağlı olarak aynı dönem Türkistan
Buhara, Harezm, Irak, İran�dan muhtelif tasavvuf akımlarına mensup
sayısız derviş Anadolu�ya gelmiş huzur ve sükun bulmaya çalışmış bir
yandan da Mevlâna başta olmak üzere Yunus, Hacıbektaş gibi huzur ve
sükunun alt yapısını oluşturmuşlardır.
Bu gelişmiş kültür
merkezlerinden gelen dervişler kırsal kesimde çok şehirleri tercih
etmişlerdir. Tasavvufun ahlaki ve felsefi bir sistem olarak ele alındığı
ağırlıklı durum, elit tabakaya hitab etmeyi gerektiriyordu. Kübrevi ve
Sühreverdi okulları olarak anacağımız ve Muhyiddin Arabi ile zirveye
ulaşan tutum idareci ve aydın kesime hitab ediyordu.
Muhyiddin Arabi
ile birlikte Sadrettin Konevi, Necmettin Daye, Burhaneddin Veled,
Burhaneddin Muhakkik, El Kirmani tarafından temsil edilen; ahlak,
estetik, hoşgörü, ilahi aşk ve cezbeden örülü görüşleri ile ufuk açmış,
musiki, sema ve şiirle beslenmiş, özellikle Acem kültürünün baskın
olduğu yörelerde tutunmuş, taraftar bulmuş. Mevlâna ; Anadolu�da Konya
Kayseri, Tokat, Sivas, Amasya gibi önemli merkezlerde sevilmiş, saygı
görmüş, Sünni tasavvufi hayatın gelişmesinde önemli tesiri olmuştur.
Öyle ki; Bayburt�ta Mevlevi dergahı, Mevlâna�nın ölümünde kısa süre
sonra açılabilmiştir.
Anadolu�daki tasavvufi hayatı besleyen
önemli bir kaynakta Yesevilik olmuştur. Şeyh Yusuf Hemedani�nin (1140)
müridi olan Ahmet Yesevi önemli bir açılım getirmiştir. Özellikle Türkçe
hikmetler şiirlerle çevresini ihya etmiş, mübalağada olsa üç yüz bin
müridi olduğu kayıtlara geçebilmiştir. Özellikle Türkçe�yi öne
çıkarması, Türklerin yoğun olduğu bölgelerde Yeseviliğin yayılmasını
hızla sağlamıştır.
Yesevilik hareketi özellikle kırsal kesimde
yaşayan Türkler arasında daha çok rağbet bulmuştur. Yesevilikte kadın
erkek beraberliğinin de tarikatta yer aldığı mevcuttur. Buna rağmen
Ahmet Yesevi Şii değil Sünni�dir. Bununda Anadolu Sünniliği üzerinde
büyük etkisi olmuştur.
Anadolu�nun harcında önemli faktörlerden
biride ahilik olmuştur. Meşhur Sünni kelam alimi Fahrettin Razi�nin
öğrencisi olan ahi evren Türkmen şeyhi Evhadüddin Kirmani ile Anadolu�ya
gelmiş ve Anadolu�nun iktisadi tarihinde önemli hizmetlerde
bulunmuştur. Önce Kayseri�de başlayan bu hareket Konya, Kırşehir Ankara,
Aksaray, Çankırı, Karaman, Denizli Burdur�da maya tutmuş, yaren
meclisleri yoluyla da en ücra köylere ulaşmıştır. Ahiliğin yayılmasında
Sultan Alaaddin�in büyük himayesi olmuştur. Sultan Alaattin�den sonra
ilişkiler bozulacak ve ahi evren Konya�da beş yıl hapsedilecektir.
Ahi
evren ve ahilikte Mevlâna, Yesevilik gibi Sünni anlayışının bir nevi
muhafızı olmuştur. Ayrıca göçebe Türkmenlerin iş sahibi olmasında
önemli katkıları olmuştur.
Elbette ki bu vasatta her şey sütliman
değildir. Yeni bir coğrafyayı yurt edinmek hiçbir insan için kolay
olmamıştır. Gelen kitleler bin bir kaynaktan beslenmiştir. Aynı milliyet
ve dinin mensupları olsa da, kitlelerin kültürel yapısında çok farklı
argümanlar mevcuttur. Bir kere İslâm�da mevcut bütün mezheplere ait
insanlar, bütün tarikatların uzantıları, her meşrepten boy ve aileler,
her sınıfa mensup iktisadi farklılık, yaşama alışkanlıkları çeşit çeşit.
Bu çeşitlilik içinden birlik çıkarıp bir otorite ve anlayışı etrafında
toplamak o günkü vasıtalarla çok zor olmuştur ki; bugün bile öyledir.
Yine
bu vasatla Hacı Bektaş Veli�den de söz etmeden geçmek mümkün
değildir.Tarihçiler yargıda bulunurken onu ne yaptığını çok iyi bilen
arif, fakat aynı zamanda yönetici-kurucu dehaya da sahip bir
mürşittir,demektedirler. Hacı Bektaş�ta ki bu deha, Ahi Evrenin çok
azına sahip olduğu, Mevlâna�nın ise hemen hemen hiç sahip olmadığı bir
meziyet olarak görülmüş.
Bu nedenle de yine denir ki, İran
kültürü ve zevkine hayran yüksek tabakanın daha çok rağbet ettiği ve
felsefesi daha ağır Mevlâna ve çevresinden ziyade şehirli ve köylü
esnafı, zanaatkarın ocağı durumundaki Ahi Evren ve ahilerle daha sıcak
ve samimi münasebet içinde olmuştur denilmektedir.
Mevlâna�nın
ayak bastığı topraklar Türkleşme ve Müslümanlaşma, yerleşme, yurt tutma,
otorite tayin etme, şeklinde yoğun bir iç faaliyeti yaşarken özellikle
dini hayat bir tür tasavvuf olarak yaşanıyordu. Buda şu anlama geliyor
tarikatların konak yeri olan tekkeler ve zaviyeleri kurup faaliyete
geçirmek medreselerden daha kolay olmaktaydı. Medreseler biraz daha
devlete yakın dururken tekkeler halka yakın durmaktadır. O dönemde
anlaşılan o ki medreseden çok tekkeler revaçtadır. Bu birazda Anadolu�yu
hedefleyen kitlelerin molladan çok, derviş yoğunluklu olmasıyla
açıklanabilir.
Burada dediğimiz gibi dini hayat tasavvuf olarak
ortaya çıkmaktadır. Gerek medrese gerekse tekkenin baskın durumda
olmasının ise Mevlâna açısından bir sakıncası olmamıştır. Zira Mevlâna
önce ilmi ile mücehhez olup, medreseyi kullanabilmektedir. Tasavvufi
hayatın da ta içinde yer alması nedeniylede şanslıdır ve her iki ilgi
alanıyla da bulunan halk kesimleri ile ilişki kurma avantajına sahiptir.
Bu avantajını medreselerde sürekli vaaz ve nasihat ederek kullanmış,
Konya içinde ve Konya dışında da sema ve zikir ayinleri düzenleyerek
diğer kesimlere ulaşmayı başarmıştır.
Başkenti yurt tutmuş olması
da, devletle olan irtibat ve ilişkilerini üst seviyede olmasına neden
olmuştur. Mevlâna devletle olan ilişkilerini de devamlı ve üst seviyede
tutmayı başarmıştır.
Saygın bir babayla Konya�ya gelen Mevlâna
gelişiyle birlikte zaten peşin olarak saygıya layık görülür. Tabii
olarak zamanın en saygın ilim ve tasavvuf erbabı ile ilişki kurar.
Kendisini kabul ettirmek için özel bir çabaya girmez. Ancak ilim
çevrelerinden, devlet adamlarından, tüccardan, sosyal kuruluşlardan,
halktan, azınlıklardan yetesiye saygı görür. Bu başarısını elbette
şahsi yaşantısı kadar eserlerine de borçludur. Bir�de O�nun değerini
bilen gerçek dostlara sahip olması işin temelini oluşturur. Etkinliğini
oluşturan unsurlarsa:
GÜNLÜK YAŞANTISI
Kaynaklardan
anlıyoruz ki; Mevlâna az uyur, az yer, gerektiğinde ve görevi icabı
konuşurdu. Eserlerinden de anlıyoruz ki yazmaktan çok yazdırırdı. Kendi
eliyle yalnız Mesnevinin ilk on sekiz beyitini yazdığı bildirilmektedir.
Evinde daima çok az yiyecek bulundurur, az bir para karşılığı fetva
yazardı. Gelen bağışları ise el sürmeden bağlılarına gönderirdi. Son
hastalığında elli iki dirhem borcu olduğu ve alacaklısının bu borcu
bağışladığı bilinir.
Mevlâna bir tek kadınla evlenmiş ve
ölümünden sonra ikinci bir kadınla evlilik yapmıştır. Kölesi ve cariyesi
olmamıştır. Soyu ve sopuyla övünmemiştir.
Çevresinde Muineddin
Pervane, Alemeddin Kayser, Sahip Fahrettin, Bedrettin Gevhertaş,
Celaleddin Karatay, Tacettin Mu�tezz gibi büyükler bulunmuştur. Asıl
büyük kitleyi ise halk oluşturmaktaydı. Ayrıca Erzincanlı Hekim
Alaaddin, Siryanos, Ahi Mehmet Şah, Kazzaz Çiftçi Ahi Seydaverdi,
Hamamcı Ahi Natur, Ressam Rum Ayn�üd Devle, Mimar Bedrettin, berber,
çoban , tacir, neyzen, debbağ, hanende, pamukçu, marangoz,
terzi...esnaf, işçi, sanatkarlar... Görüldüğü üzere Mevlâna�nın ilişki
kuramadığı meslek erbabı ve halk kesimi bulunmamaktadır. Herkes
tarafından taktir edilmesinin nedeni bu büyük açılımda gizlidir. Hatta
bu özelliğinden dolayı eleştirilmiştir de. O bazen bu tutumlara karşı
gülümsemiş, bazen de meydan okumuştur.Tüm günlük hayatında dertlilere
derman olmaya aşırı çaba gösterirdi. Çünkü onun samimi inancı şuydu:
�3/483- Onun derdine kulak astın,elemlerini dinledin mi bil ki bu o
dertliye verdiğin zekattır.485-Dertli adamın tereddütlerle dolu,
dumanlarla dolu bir gönül evi vardır. Derdini dinlersen o eve bir
pencere açmış olursun.�
Bu anlayışa sahip olan Mevlâna elbette dertliler, düşkünler zayıflar tarafından da sevilecektir.
Devletle
bir bakıma iç içe olmasına rağmen mesafeli durmayı da başarmıştır.
Gerek Muineddin Pervane ile gerek Sultan İzzettin ile gerek Sultan
Rükneddin�le yakın ilişkiye girmiş ama Sultan Rükneddin�in gönderdiği
beş kese altını da hendeğe atmasını bilmiştir. Yine Mevlâna
haksızlıkları önleme açısından zaman zaman kadılara ve devlet adamlarına
gitmek suretiyle halk adına haksızlıkları dile gerebilmiştir.
Sonuçta
Mevlâna�nın yaşadığı günlük hayatında kendine özgü giymiş halktan
kopmamış, yemesi, içmesi, adaletle davranması yanlışlara anında müdahil
olması iyileri ve kötüleri reddetmeyerek ıslah yolunu benimsemiş olması,
ayrılık yaralarını kaşımaktan çok tamire çalışması, halkın yaralarını
sarmaya çalışması gibi hasletlerle herkesin taktirini, diğer yüce
özellikleri dışında bir insan, bir vatandaş olarakta hakkıyla taktir
görmüştür.
Bununla birlik halkın önüne eserleriyle çıkmıştır.
İnsanların geçici-fani, eserlerin kalıcı olduğunu bilen Mevlâna bu
enstrümanı da çok iyi kullanmıştır. Mevlâna vaaz ve nasihatları ile
çağını aydınlatırken, eserlerinde şiiri öne çıkarmıştır. Şiirlerinin
çoğunluğu sema halinde vecde geldiği demlerde söylediği bilinmektedir.
Mevlâna bu vadide oldukça şanslıdır. Çünkü kendisinden önceki
temsilcileri çok iyi tanımıştır. Hakim Senai ile büyük Sufi Şair
Feridüddin Attarın; İlahi-name Mantıkü�t Tayr, Esrarname gibi eserleri
çok çok okumuş hazmetmiş ve eserlerinde bunlardan oldukça feyz almıştır.
Devam edecek...
(
Mevlanada Aşk Yunusda Sevgi -5 başlıklı yazı
HayrettinYazcı tarafından
22.10.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.