Her insan gençliğinde mutlaka şiir yazmıştır derler. Şairi çok olan bir milletiz. Seven, sevilen, üzülen, öfkelenen, mutlu ve mutsuz olan herkes bir şekilde duygularını yansıtır. Kimi sazla kimi sözle yapar bunu. Önemli olan yüreklere nefret rüzgârları estirmek değil sevgi tohumları ekmektir. Gönül çağlayanımızı sevgi, barış, dostluk ve kardeşlik için çağlatmalıyız.

Herkes yazıyor ama yüreğe dokunan, işin püf noktasına parmak basan, olayın bam telini yakalayan satırlar gönüllerde yer buluyor değil mi?...

 Değerli Yazar Yavuz Bahadıroğlu’nun “Yazma Zamanı” isimli yazısını okuduktan sonra, onun gönül deryasından gönlüme yansıyanları ve aciz yüreğimde biriken duygularımı yazma gereği hissettim. Satırlar arasında bu engin yüreğin nadide gönül duyuşlarını fark edeceğinizi umuyorum.

Emekli olduktan sonra basın-yayın dünyasında öyle güzel yüreklerle çalıştım ki… Hâlâ da gül yüreklerle beraberim. Hangi birini anlatayım ki… Kısaca “Gül Kokulu Güzel Yürekler” diye isimlendireyim. Unuttuklarım olursa üzülürüm diye isim yazmıyorum. Hepsinin yüreğimde ayrı ayrı yerleri var. Yaptıkları programlarla, gönül güzellikleri ile, yürek seslerini verdikleri şiirlerle, riyasız tertemiz duygularla fedakarca hizmet eden, davasına sevdalamış gül yüreklere selam olsun. Allah hepsinden razı olsun. Bu gül yürekler sayesinde yazmayı, şiir okumayı daha da sevdim. Şiirle bezenmiş bir hayatın içinde buldum kendimi. İyi ki varsınız… İyi ki tanıdım sizleri…

 “Şiirin bir duygu seli olduğunu biliyoruz. Bu sele kapılıp savrulanlar hemen kaleme sarılarak yürek seslerini şiir olarak seslendiriyorlar. Yazmayı; kıldan ince, kılıçtan keskince bir sırat köprüsüne benzetebiliriz. Bu köprüyü en kolay şekilde geçmemiz için çalışmak gerekiyor. Çünkü şiir hem coşkunun, hem de kızgınlığın ürünü olarak doğuyor.”

Şiirin geliştirilmesi için üstadların gönül deryasından bizlere yansıttıkları şiirlerinin çokça okunması, şiirin geçmişiyle buluşulması gerektiği de bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Şiir bir yürek törpüsüdür, önce yürek kanayacak ki satırlar şebnem gibi kağıda damlasın. Ve gönül satırları yazılabilsin...

Şiirle yıllar boyu uğraşan insanın yüreği bazen tıkanır, çözümsüz, çaresiz kala kalır. Hz.Yusuf (a.s) misali karanlık kuyulara itilmiş, Hz. Yunus (a.s) gibi balık karnında kalmış hisseder kendini. İşte, şiir yazma zamanı tam da bu zamandır.

“Şiirde aslolan sloganlaştırılmış düşünceleri yansıtmak değil, duyguları analiz ve tahlil etmeden olduğu gibi dışa vurmaktır. Şair; ne söylerse söylesin ağzından çıkanlar saf, pırıl pırıl tertemizdir. Şiir; insanın hesapsız, art niyetsiz ve maskesiz dünyasını yansıtır.”

Şair Yazar Abdulvahap Akbaş; “Şiir bağrımızda açan bir gonca güldür. Bazen kuş olur, kanatlanıp uçar, bazen de yüreğimizde ateş olup yanar. Kalbimizde gizem dolu bir ışık, rahmet kaynağı bir nurdur. Şiir, özümüz can gözümüzdür. Saf, temiz masum bir çocuğa benzer. Şairin dilinde şiir; zırhı dil, kılıcı fikir, atı hayaller, hızı da ahenk olan bir yiğit olur” diyor. “Beni de Götür” adlı şiir kitabımın ön sözüne; Gönül çağlayanımdan akan, muhabbet ateşiyle ıslanan, sevgi çiçeğiyle hayat bulan duygularımı sizlerle paylaşmamı tattıran yüce Rabbime sonsuz şükürler olsun diye başlamıştım. Öyle ya, gönülden gönüle yollar vardır.

“Yalnızlaşan duyguların da beşiğidir, şiir... Hani en yakınlarınızın bile size ulaşamadığı anları... Sizi çözdüklerini, tanıdıklarını zannedenlerin aslında size dünyalar kadar uzak olduklarını anladığınız an hissettiğiniz şeydir yalnızlık... Ne anne-babanız sizdedir, ne çocuklarınız, ne de akrabalarınız ve diğer sevdikleriniz... Siz bile kendinizde değilsiniz! İşte yalnızlaşmak budur! Etrafınızda kalabalıklar var oysa. Kimisiyle iş ilişkisi, kimisiyle aile ilişkisi, kimisiyle komşuluk ilişkisi, kimisiyle siyasal, sosyal ve saire ilişkiler içindesiniz... Kendi içinizde ise büyüyen bir yalnızlık; gürültü ortasında yapışkan, upuzun, kara bir sessizlik yaşarsınız! Bu şair yalnızlığıdır işte... Vakit şiirleşme vaktidir... 

Aslında yazmak yanmaktır, biliyor musunuz?.. Yanmayı bilmeyen yazmayı bilmez!.. Ve şiirleşemeyen şairleşemez. Yaza yaza bir sabah değişik kıpırtılar hissedersiniz içinizde. Biraz yabansı, biraz kaygan, biraz silik, biraz kimliksiz; çoğunu tanımlayamazsınız. Korkarsınız onlardan, utanırsınız hatta...

İşte tam o sırada dertleşecek bir dosta ihtiyaç duyarsınız. Bu öyle bir dost olmalı ki, size hem yüreğini açmalı, hem sizin yüreğinize açılmalı… Öylesine iyi niyetli olmalı ki, yanlışlarınızı, hatalarınızı sorgulamadan ve yargılamadan anlamaya çalışmalı… Bir gönül dostu, dert ortağınız olmalı... Bilin ki zaman, sayfalarla barışma, satırlara dökülme zamanıdır.

Şiir; hissederek bilmek, bildiğini niçin ve nasıl bildiğinin farkında olmak, kısaca bilme hissi. Evrendeki her şey bir şiirdir, insan, bu ahengi yakalayabildiği ölçüde şairdir. Asıl itibarıyla şiir yazılan bir şey olmadığı gibi, ahenkli söz söylemek de değildir. O, evrensel ahengin kendisidir. Şair, aklı ve kalbi ile evrendeki ahengi okuyandır.”

Söz üstadları şiir konusunda ruhumuza seslenen satırlarıyla şiiri bir hikmet kaynağı olarak bizlere sevdirdiler. M.Akif’ten. Necip Fazıl’a, Sezai Karakoç’tan Nurullah Geç’e kadar daha ismini sayamayacağımız bir çok söz sultanları bizler için güzel örnekler olarak karşımızda duruyor. Yeter ki bizler bu değerlerimizin kıymetini bilelim. Okullarımızda ki edebiyat külüplerinde bu değerler gerçek anlamıyla okunup anlaşılabiliniyor mu bilemiyorum!.. Bu konuda çok geri olduğumuzu, ömrünü rengarek misk kokulu çiçeklerini yetiştirmek için harcamış yaşlı bir bahçıvanın gözlemi olarak kabul edin isterseniz.

“Şiir; gönül, his ve duyguların diliyle, insan gerçeğinin özü; sesi ve sözüdür. Gönlün, eşya ve hâdiseleri kendince duyması; hissin kendince yorumlamasıdır. Herkesin vicdan ufku, gönül enginliği, his zenginliği farklı farklı olduğundan; duygu, düşünce derinliği, varlık ve hâdiselere bakış açısı, duyup hissettiklerini yorumlaması, üslûbu, sözü ve nağmelerinin de farklıdır. Mükemmel bir şiirin mükemmeliyeti, dile-dudağa hatta dimağa bağlı yanlarıyla değil; gönlün sesi, vicdanın nağmeleri ve şairin inanç, kanaat, düşünce ufku ve yorumlarının yansımasıyladır.

 İyi bir şair, sözlerini dil ufku itibarıyla değil, iç duyuş, seziş, aşk, heyecan ve yorumlamalar olarak ortaya koyar. Gerçek şiir, insan duygularının ihsası; gönüllerin kendilerine mahsus sesi; İnsan-Kâinat-Allah arasındaki münasebetin -açık, kapalı- güftesi, bestesi, hakikatlerin birer gölgesi; eşyanın duygularımıza, düşüncelerimize akseden izdüşümünün sözcük çerçeveli bir fotoğrafı; aşklarımızın, heyecanlarımızın değişik tellerden kalbî birer nağmesi; iman, ümit, azim, güzellik, aşk, vuslat ve arzularımızın da bir güldestesidir.

 Aşk lügatinde en birinci makam şiire aittir. Bütün hudutları aşarak her bucakta uçabilir; her milletle konuşabilir ve her gönüle bir gül uzatabilir. Bugüne kadar nice parlak dimağlardan fışkıran çağlayanları olmuştur ki, zamanla renk atmış, matlaşmış birer silik tabloya, ya da sığlaşan birer akıntıya dönüşerek, seyircisi ve talibi olmayan ülfet mağdurları hâline gelmişlerdir. 

 Şiir, bazen en edebî hutbelerden daha tesirli bir hal alır. En keskin kılıçlardan daha keskin bir silah gibi ürpertici olur ki; tam nağmesini bulup gönlün heyecanlarına tercüman olabilmiştir. 

 Hakikî şiir, ilham ağaçlarının dallarında Cennet çiçekleri gibi gelişen öyle bir meyvedir ki; o meyveyi derenin niyet ve düşüncelerine göre, derilenlerin yerlerinde benzerleri oluşur. Şiir, şuur ve idrak potalarında kaynatılan bir düşünce ve dil enstrümanlarıyla seslendirilen bir nağmedir. Ona gerçek derinliğini ve hakikî rengini veren,  inanç, kanaat, kültür ve düşünce ufkudur. Potasında kaynaya kaynaya tam kıvama gelmiş bir söz; inanç, kanaat ve kültürle de kanatlanmışsa, artık o bir hikmet çağlayanı hâline gelmiştir ki, nükteyi yakaladığın da, sözden anlayanların ruhlarında sûr sesi gibi yankılanır.”

 Gönüllere çağlayan olup akan, seher rüzgarı olup esen, şebnem damlası gibi yüreklere düşenlerden olmamız dileklerimle. Kalbinizden sevgi, yüzünüzden tebessüm, dilinizden güzel sözler eksik olmasın. Hoşça kalın, dostça kalın değerli gönül dostlarım…

( Yanmadan Yazılmaz Mı!.. başlıklı yazı Ali ÖZKANLI tarafından 12/26/2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu