takma sabanı zorlardı
kazma balyoz-küssük[2] elde,
eller nasırlı
nasırlı eller; taş çıkarır
mera açar, çarşak yığardı
yel kovardı, yelkovanı
babam, altı deri kaplı kalburla
tohum şaçardı
üç evlek tohumlanırdı günaşırı
sürüp gitmeye ne kaldı
yarına sıra bir başka tarlanındı
kışın gelmesi yakındı
yel kovardı, yelkovanı
saban boyunduruk eşeğe
en üste de heybe;
mataralı, azıklı,
semerin arka kaşında
öküzlerin saman torbası
opsalı[5] öğendire,
bir de saban çalısı
yel kovardı, yelkovanı
tunuk[6] renkli bir manzara,
yağmur öncesi
susar; kaval, çan-gıldırka,
ve çoban köpekleri
kuşlar en yakın kuytuya sığınır
yuvalarını unuturlardı
kuşların,
cırcır böceğinin
sesi duyulmazdı.
yel kovardı, yelkovanı
armut ağaçları gıcırdar
alafalaklar[7] uçardı
sürülmüş tarlalar
toprak rengi
çalının rengi gök,
gökyüzü gri
aniden "rahmet" başlardı
yel kovardı, yelkovanı
çavgın[8] eşeği ala koyardı,
sulusepkende[9] koyunlar başlarını
birbirlerinin
altında saklarlardı.
yel kovardı, yelkovanı
çavgın eşeği yoldan koyardı,
öküzler adım atamazdı
heybede azık ve su matarası
sırtımda bir eski palto
başımda babamın örme kalpağı
şapkasını başına iyice geçirirdi o
yel kovardı, yelkonanı
yel kovardı, yelkovanı
gök gürler, şimşek çakardı
yel bir yerlerde unuturdu
yelkovanı
önce çiseler, sonra
oluktan boşalırcasına
yağmur yağardı
her şey - her şey sırılsıklam ıslanırdı
yel kovardı yelkovanı
[1] ayrık: her böğumundan kök salabilen, oldukça arsız olup kısa zamanda tarlayı kaplayabilen, dolayısıyla çift sürmeyi engelleyen yabani ot,
[2] küssük: küskü
[3] yel: rüzgar
[4] yelkovan: kurusu rüzgarda savrulan dikenli otlar
[5] opsa: övendirenin ucunda, pulluğun çamurunu sıyırmaya yarayan spatüle
[6] tunuk: yağmur öncesi sıkıntılı hava
[7] alafalak: ibibik, çavuşkuşu
[8] çavgın(şavgın): çıvgın, fırtınayla yağan yağmur
[9] sulusepken: hafif çavgın, çabuk eriyen kar, karla yağan yağmur