Günümüzde Müslümanların durumuna göz atınca müspet bir tabloyla karşılaşamayız. Müslümanlar dava ve ümmet şuurunu çoktan kaybetmiş, çil yavrusu gibi dağılmışlar. İslam düşmanları onların bu dağınıklıklarından yararlanıyor. Bugün İslam dünyasının parçalanmışlığından ve acı manzarasından ABD ve Avrupa ülkeleri fazlasıyla yararlanıyor. Gerçi ümmetin dağılmışlığı aslında ecnebilerin oyununun bir neticesidir. Onun içindir ki Müslümanlar olarak bu çirkin oyuna gelmemeliyiz. İslamı hak din kabul edenler Haçlı zihniyetine karşı yekvücut olmalıdır. Fakat ne yazık ki bu birlik ve bütünlükten dün olduğu gibi bugün de mahrumuz. Bizi hakikat etrafında toplayacak şuurlu insanlara ne çok ihtiyacımız vardır. Asım’ın neslini dört gözle bekliyoruz. Bir zamanlar Milli şair Mehmet Akif Ersoy ümmetin dağınık halini şöyle tasvir ediyordu:
“Müslümanlık nerde, bizden geçmiş insanlık bile...
Âlem aldatmaksa maksat, aldanan yok, nafile!
Kaç hakikî Müslüman gördümse: Hep makberdedir;
Müslümanlık, bilmem amma, galiba göklerdedir!”
Osmanlı Devleti bir cihan imparatorluğuydu. Bu devlet, sınırlarını üç kıtaya kadar yaymıştı. Bünyesinde Müslüman ve gayrimüslim pek çok unsuru barış içerisinde barındırıyordu. Pek çok farklı ırktan insan huzur içerisinde gönül rahatlığıyla yaşıyordu. Osmanlı’nın çöküşü Ortadoğu’nun ve İslam dünyasının dengelerini sarsmıştır. Osmanlı’dan sonra İslam ümmeti yetim ve öksüz kalmıştır. Bundan sonra önüne gelen İslam dünyasına karışmaya, egemen olmaya ve fırsat kollayıp karıştırmaya çalışmıştır. Bir zamanlar Osmanlı’dan kopmak için tezgâh kuran milletler bugün Osmanlı’yı arar olmuştur. Osmanlı’dan sonra Ortadoğu’da barış ve huzurdan söz etmek ütopyadan başka nedir ki?
Bugün Ortadoğu’da tam bir cadı kazanı kaynamaktadır. ABD ve İsrail Ortadoğu’nun kaderini çizmektedir. Fakat Ortadoğu ülkeleri bu kadere razı değildir. Zira bu topraklarda çatışmasız ve kansız gün geçmektedir. Bugünkü şer güçler Türkiye’yi de Ortadoğu ülkeleriyle birbirine düşürmenin gayreti içerisindedir. Onların bu çirkef oyununa gelmemeliyiz.
Bilindiği gibi Irak ve Suriye önceleri Osmanlı’nın bir eyaletiydi. O zamanlar her şey yolunda gidiyordu, her yere adalet hâkimdi. Bu ülkelerde Osmanlı’nın izlerini bugün bile görmek mümkündür. Oysa bugün ABD ve İsrail, Ortadoğu’da Türklere karşı şer cephesi oluşturmanın gayreti içerisindedir. Irkçılık ve mezhepçilik bu bölgedeki en tehlikeli silahlardır. Biz Türkler Şiilerle Sünnileri birbirine düşürmeye ve kardeş kavgası çıkarmaya çalışanların ipliğini pazara çıkarmalıyız. Bizler Irak ve Suriye halkına sırt çevirmemeliyiz. Onlara ümmet bilinciyle kucak açmalıyız. Biz bir adım gidersek onlar bize iki adım gelecektir. Zira halk günahsızdır, onlar mazlum ve mağdurdur.
Son dönem Türk şiirinin üstatlarından Sezai Karakoç, Müslümanların dağınık görüntüsünden rahatsız olan, bunu kendine dert edinen bir düşünce adamıydı. O Ortadoğu’nun ahvalini en iyi anlayan ve tahlil eden bir düşünce adamıdır. O; vaktiyle Irak, Suriye ve Türkiye arasında Dicle-Fırat Federasyonu adlı bir birlik kurulmasını teklif etmiştir. Fakat bu topraklar üzerinde ince hesapları olanlar bu birliğe müsaade etmemiştir. Aşağıdaki satırlar onun Ortadoğu’ya, bu iman coğrafyasına bakışını göstermektedir:
“Siz Fırat’ı ve Dicle’yi bıçakla kesebilir misiniz? Burası senin, burası benim diyebilir misiniz? Oysa Fırat ve Dicle, şırıltılarıyla kendi mecralarında akarlarken bize diyorlar ki, ‘sen nasıl parçalanmazsan, bir bütünsen, ben de bir bütün olarak, yalnız Türk’ün, yalnız Arap’ın, yalnız Kürt’ün değilim. Hiç kimse bana tek başına sahip çıkmasın. Ben İslam milletinin suyuyum, onun can damarıyım. Siz de bundan ibret alınız ve parçalanmayınız, bölünmeyiniz.’ İşte bize coğrafya böyle sesleniyor.
Coğrafî şartlar, bize, artık bu sınırların tartışma gününün geldiğini gösterdiği gibi, tarih de, tarihî şartlar da bizi bu noktaya doğru zorlamaktadır. Çünkü Ülkemiz, bugünkü ülkemizden ibaret değildir. Çok daha geniştir. O geniş ülkede yaşayan bir millet vardır. Bu millet, bir medeniyetin, İslâm medeniyetinin toplumudur. Bu medeniyette, ırk unsuruna, tabii, reel bir gerçeklik olarak bakılır; ancak ırk esasına dayanılmaz. Bu medeniyette, ırklar, renkler, diller, hepsi yan yana, kardeşçe yaşarlar ve bir toplum oluştururlar. Nitekim bin seneden, hatta bin dört yüz seneden beri, bu, Ortadoğu denilen bölgede, ırklar, bu medeniyet anlayışından, bu insanlık anlayışından hareketle, birbirlerine karışmışlardır.
Saf olarak bir ırk kalmamıştır. Bazı bölgelerde dil sebebiyle birtakım toplaşmalar görülüyorsa da, bunun, ırklar ayrıdır, birbirinden ayrı yaşamaktadır demek manasına gelmediğini hepimiz biliyoruz. Suriye, Araplardan ibaret değildir. Suriye’de Araplar, Türkler, Kürtler, Çerkezler vardır. Ve bunlar, İslâm toplumunun, İslâm medeniyetinin oluşturduğu toplumun, yani İslâm milletinin fertleri olarak yan yana yaşamışlar, iç içe geçmişler ve birbirinden ayrılmaz olmuşlardır. Aynı şey, Irak için de söz konusudur... Aynı gerçeklik, bizim için de söz konusudur…” (Çıkış Yolu 1-Ülkemizin Geleceği/Diriliş Yayınları)
Kültür Bakanlığı tarafından Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’ne layık görülen, yılın kültür adamı seçilen Sezai Karakoç iyi bir şair olduğu gibi, isabetli yorumlar yapan bir düşünce adamıydı. Onun yukarıdaki görüşleri mevcut durumu sağlıklı bir bakış açısıyla izah etmektedir. Bizler de Ortadoğu’ya onun gözüyle bakmalıyız. Bu coğrafyada iman ve İslam birliğini tesis etmeliyiz. Emperyalistlerin şer planlarını bozmalıyız.