“Hattat oğlu Mustafa Efendi anlatıyor;
Bir gün bizim birliğe takviye Balıkesir gönüllüleri geldi.Gittim.120 kişiydiler hemen hepsi tanıdıktı.Sarıldık hasret giderdik.Başlarında da o zamanların Balıkesir’in ünlü kabadayısı Üçpınarlı Ali vardı.Ali sancaktar olmuş.(Balıkesir’de köy geleneğidir bayrağı delikanlıların başı taşır).Tüfeği çapraz asmış, sancağının üzerine de sırma ile “Karesi Gönüllüleri” yazdırmıştı.Kabadayılığı gene elden bırakmamış askerlikte pek hoş olmamasına rağmen belinde kamasını sallandırmıştır
Beni görürü görmez yanıma geldi:”Kumandan efendi.Biz buraya beklemeye gelmedik.Hadi düşman basalım..” dedi. Ben:
“Burada her şey emirle olur. Hücuma sadece biz geçersek kendimiz gereksiz kırdırırız. Her şeyin zamanı var” deyince:
“Peki öyleyse hücuma geçmeden yarım saat önce bize söyle de şu sırt çantalarını emniyetli bir yere koyalım.Şöyle rahat rahat doyasıya dövüşelim..”
Hücuma yarım saat kala Üçpınarlı Ali’ye haber verdim.Balıkesirlileri aldı siperlerin gerisinde bir vadide kayboldular.
Hemen gelirle sandım.Beklerim gelmezler, beklerim gelmezler.Bir çavuşa “Şu bizim hemşerilere bir bak bakalım” dedim.Gitti.Biraz sonra önde Üçpınarlı Ali arkada arkadaşları çıktılar geldiler.Şaşırdım hepsi süslenmişler, hanımlarının, nişanlılarının verdikleri ayrılık mendillerini kimi boynuna dolamış, kimi alnına çatmış, kimi bileğine dolamıştı.Çoğu yakalarına artık kurumuş gül veya karanfil takmıştı.(Balıkesir’in köy geleneğidir delikanlılar düğünde bayramda yakasına, şapkasına, kulağının üstüne gül, karanfil takarlar).Ali’ye sordum:”Neden geç kaldınız?”
“-Komutan bey, biraz sonra Cenab-ı Rabbül Alemin’in huzuruna çıkacağız.Temiz çıkalım dedik.Ola ki bir pislik bulaşmıştır diye çamaşırlarımızı değiştirdik. Abdest aldık.Biz buraya oynamaya değil düğüne geldik, bayrama geldik.Bu gün bizim bayramımız onun için süslendik.Ayrılık hediyelerini taktık.Birazdan bayramımız var.Aman sen bize hücumdan beş Dakka önce gene haber ver.”
Sonra büyük bir sessizlik oldu.Herkes kendi dünyasına dönmüş dua ediyordu.Gözler yumulu avuçlar açılmış sadece dudaklar kıpırdıyordu.
Saatime baktım.Ali’ye beş dakika kaldığını bildirdim.Birden bire ortalık kaynayıverdi.Herken birbiriyle sarılıyor, öpüşüyor, helalleşiyordu.
Üçpınarlı Ali arkadaşlarına hem sarılıp helalleşiyor hem de tek tek tembihliyordu “Dendi ha... Utandırmayın ha... İyi dövüşün ha. Gün bu gündür... Anamız bizi bu gün için doğurdu. Hakkınızı helal edin.”
Kısa süre sonra dişler kenetli, süngülerini takmış, tüfeklerinin dipçiklerine parmaklarını geçirircesine yapışmış bölük hücuma hazırdı. Ölüme hazırdı.
“Hücum!” deyince sanki siper sarsılıverdi. Hepsi “Allah..Allah..” diye düşmanın içine bir hançer gibi daldılar. Dövüştük. Dövüştük.
Akşama doğru savaş durdu.Ateş kesildi.Her iki taraf da yaralı ve cesetlerini topluyordu.Yanıma birisi geldi... ”Komutan Efendi Üçpınarlı Ali sancağı vermiyor “ dedi. Gittim baktım. O yüz yirmi Balıkesirli gönüllüden sadece on üç kişi sağ kalmış. Ali de şehitler arasında idi. Ama sancağı öyle bir kavramıştı ki parmakları kenetlenmişti. Çekeyim dedim olmadı. Orada üç top çam ağacı vardır.O gün şehit olanları o ağaçların arasına gömdük. Gömülen şehitlerin en üzerine de Üçpınarlı Ali’yi sancağına sararak yatırdım…”