Günler geçmek bilmiyordu. Askerlikte gün saymıştı ama şimdi durum farklıydı. Eğer ömrü yeterse yirmi yılı aşkın bir süre daha buranın ev sahipliğini yapacaktı. Namus yüzünden bu kadar ceza almıştı. Ağrına giden sadece buydu. “Elin piçleri, körpecik kınalımın ırzına geçerken; benim elim armut mu toplasaydı yani” diyordu Salim. Yenice aklar düşmeye başlamış ala burs kesimi saçlarında ellerini gezdirdi.  Hapishane alışkanlığı tespihi şaklattı bir süre.

Bir gün yeni bir mahkûm geldi içeri. Herkes “Allah kurtarsın” dedi sırayla. Salim, yeni mahkûmun psikolojisini rahatlatmak için iki çay aldı ve onun yanına gitti. Ağzı biraz laf yapardı ama kendi davası sırasında hiç konuşmamıştı. Sadece “hak yerini buldu” demişti. Ama şimdi konuşmadığına pişmandı. Konuşsaydı davanın seyri değişirdi belki. En azından bu kadar ceza yemezdi. Yeni gelen kişinin kader mahkûmu olup, olmadığını ve mahkeme aşamasını öğrenecekti. Belki bir yardımı olabilirdi. İzin isteyerek yanına oturdu. Sağ elindeki çayı ona uzattı.

— Salim ben. Tekrar Allah kurtarsın arkadaş. Bu çay senin, iç açılırsın biraz.

—Bende Ali. Teşekkür ederim. Sende burada yenisin galiba.

Salim, dondu kaldı birden. Evet, yeniydi yeni olmasına da, bu adam nasıl anlamıştı. Bu mahkûm bir hırsız olmalıydı. Çünkü onların çok sık hapse girip çıktıklarını biliyordu. Ama adam hiç hırsıza benzemiyordu. Eli ayağı düzgün, bakımlı birisiydi. “Sosyete hırsızı galiba” diye düşündükten sonra merakını yenemeyip sordu:

—Doğru, daha beş ayı doldurmadım. Ama sen nasıl anladın yeni olduğumu.

—İçeriye girdiğimde hepinizi bir süzmüştüm. O sırada sen tespih çekiyordun. Daha doğrusu çekmeye çalışıyordun. Elin tespihe daha alışmamış. Oradan anladım.

Kesin okumuş biriydi. Ama hapishane hayatını neden bu kadar iyi biliyordu. Demek ki daha önce hapis yatmıştı. Yine sordu:

—Sen neden içeridesin, suçun ne? Hapishane hayatını çok iyi bildiğine göre sen bayağı girip çıkmışsın anlaşılan.

—Yok, yok. Hayır. Bende senin gibi dama ilk girişim bu. Yalnız bir seneyi geçkin bir süredir hapishanedeyim. Yedi yıl sekiz ayım daha var. Bizimkisi siyasi. Peki sen neden buradasın?

—Ben mi……? dedikten sonra sustu Salim. Gözünü kaçırdı. Sonra tavanı incelermiş gibi kafasını yukarıya kaldırdı.

—Söylemek istemeyebilirsin. Haklı sebeplerin vardır. Hiç sormamış kabul et arkadaş, diyerek ayrıldı Salim’in yanından Ali.

 Sonraki birkaç gün bazen beraber volta atıllar, bazen yemeklerde yan yana geldiler ama birbirlerine ‘merhaba‘dan başka bir etmediler.  Sessizliği bozan Salim oldu.

—Ali kardeş kusura bakma. Senin düşündüğün gibi değil. Sadece hatırladıkça kahroluyorum. Ondandır kelamsız kalmam. Benimkisi de namus davası. Kınalımı kirlettiler, bende Allah yarattı demedim, serdim hepsini.

—Aslında kaderimiz birbirine benziyor. Benimde düşüncelerime tecavüz etmek istediler ama izin vermedim. O yüzden de deliğe tıktılar. Ama pes etmeyeceğim. Ettiremeyecekler. Bir yolunu bulup, kaçacağım buradan. Ondan sonra ver elini Avrupa. Bu cezaevinde güvenliğin daha zayıf olduğunu öğrendim. Buraya naklimi istememin sebebi de bu.  Bizimkiler dışarıdan yardım edecek ama içeride de birlikte hareket edeceğim ve çok güveneceğim bir ortağa ihtiyacım var. Bak salim, senin cezan çok. Neredeyse hayatın hapislerde çürüyecek. Buraya geleli on gün oldu. Herkesi süzgeçten geçirdim ve hepsini eledim senin dışında. Gel beraber kaçalım. Seni de götürüm Avrupa’ya.

—Sen deli misin Ali? Bu işte yakalanmak var, vurulmak var, cezanın katlanması var. Hadi beni boş geç ama senin cezan az. Neden yakacaksın ki kendini?

—Salim sen bilmezsin. Adın çıktımı dokuza, inmez sekize. Say ki cezamı çekip, çıktım. Rahat bırakırla mı sanıyorsun? En ufak bir olayda azmettiren yada planlayan deyip tekrar atacaklar içeri. Tüm faili meçhullerin faili gibi görüleceksin. Diken üstünde bir yaşam ister misin?

—İşin bu boyutunu hiç düşünmemiştim. Belki de haklısın ama ben yokum. Kendine başka bir ortak aramalısın. Kusura bakma arkadaş.

—Salim! Kaç gündür beraberiz.  Benim gördüğüm;  görüş günlerinde seni ziyarete gelen hiç kimsen olmadı. Ayrıca senin memleketin burası. Birde bana bak. Masam doldu taştı. Düşenin dostu olmaz arkadaşım. Karın yok mu senin, çocuğun, kardeşin yada eşin- dostun?

Bu soru Salim’in sakinliğini bozan soru oldu.

—Evet, karım var. Ama keşke olmasaydı. Hayatımı alt-üst eden zaten o değil mi? Küçüklükten şımarık yetiştirmişler. Evlendiğinde geçer, soylu bir ailenin kızı dediler.  Ama hiç dedikleri gibi olmadı. O yine şımarıklıklarına devam etti. Çok uğraştım ama bu huyunu düzeltemedim. Ve O’ndan gün be gün soğudum ama yuva bozulmaz dedim, sineye çektim. Kızımı da kendisine benzetmeye çalışıyordu. Güya ben sümsük herifin tekiymişim. Kızımızın kocası olacak herif yere bastığında toprağı titretmeliymiş. Onun için tüm delikanlılar kızımızı beğenmeli ve kızımız için kavga etmelilermiş. Yarışı kazanan damat olmalıymış. Önce hiç önemsememiş, deli saçması düşünceler deyip geçmiştim. Ama yanılmışım. Bu anlayış başımıza öyle bir felaket açtı ki; iş yarışlıktan çıktı hırsa dönüştü. Sonun da da… Kızım intihar etti. Ben de buradayım. O yüzden şeytan görsün yüzünü. Görüşe gelsede kabul etmem zaten.

Ali’nin sorusu üzerine verilen bu cevap, aslında eksikti. Eksik olduğunu Salim çok iyi biliyordu. Dostları, akrabaları da artık görüşe gelmiyordu. İlk zamanlar biraz gelmişler, sonra selam göndermeye başlamışlar en sonunda ise hiç gelmez olmuşlardı. Bu yüzden ömrü yeterde hapisten sağ salim çıkarsa buralarda kalmayacaktı. Bu kararı Ali gelmeden önce almıştı.

Salim, yaşadıklarını tekrar hatırladı. Memleketi, artık acı hatıralardan başka bir şey ifade etmiyordu onun için. Daha yaşamın yarısında sayılırdı. Gerçekten hapislerde çürüyecekti. Çıktığında ne yapabilecekti ki. Sudan çıkmış balık gibi sersemleyecek,  boşluğun girdabına kapılıp gidecekti. Bunları düşünürken Ali’nin teklifi kulaklarında çınladı. Önce hiç düşünmeden reddettiği teklif, bu kez sıcak gelmeye başlamıştı.

—Ali farz et, ben sana yardım ettim. Daha sonra…

—Ya sonrası yine beraber olacağız, ölsekte kalsakta. Avrupa’ya ayak bastık mı gerisi kolay, hemen siyasi sığınma alırız. Ondan sonra iş bulamasan bile işsizlik maaşıyla yediğin önünde, yemediğin arkanda. Hem belli mi olur. Belki evlenirsin bile.

Hapis hayatıyla karanlıklar içinde kalan gözlerinde ilk kez bir ışık belirmişti. Fazla düşünecek bir şey yoktu.

—Tamam ortak. Ben varım anasını satayım. Peki, kaçış nasıl olacak? Sağlam bir plan yapmak lazım. Tünel mi kazacağız yoksa?

—Ne tüneli ya! Sen merak etme. Bizimkiler dışarıda her şeyi ayarlıyorlar. Ha! Senin fotoğrafın lazım. Ülke dışına çıkışta bir terslik olursa sahte kimlik ve pasaport kullanacağız. Onun için. Biz bu günlerde yemekhanecilerle biraz samimi olalım. Şimdilik yapmamız gereken sadece bu.

Salim, Ali’ye “tamam, olur” cevabını verdi kısaca ama bu kez kendi kafasında beliren soruların cevabını bulmaya çalışıyordu. 

Devamı yarın

( Kader Mahkumu 1 başlıklı yazı HasanYAYLACI tarafından 25.03.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu