İş işten Geçmeden

İnsanlar, büyük bir panikle sağa sola kaçışıyordu. Siren sesleri yeri göğü inletirken, ambulansların biri gidip diğeri geliyordu. Gözlerinin önündeki şehir bir anda tanınmaz hale gelmişti. Önce kulakları sağır eden korkunç bir gürültü... Ardından çatırtılar...Sanki gözlerinin önünde kıyamet kopuyordu. O, seyrediyordu.

Şehir şiddetli bir deprem yaşamıştı. Devasa binalar bir kibrit çöpü gibi devrilmişlerdi. O sırada ençok sevdiği deyişlerden biri aklına geldi: Yüksekten düşenin gürültüsü çok olur. Bu söz ‘yüksek mevkilerdeki kişilerin makamlarını kaybederken yaşadıkları ruhsal çöküntünün’ mecazi tarifiydi aslında. Ama bu deyiş şimdi karşısında gerçek anlamına kavuşmuştu. Gökyüzüne toz bulutları yükseliyor ve yer yer yangınlar başlıyordu. Ambulansların siren sesine şimdi itfaiyenin siren sesi de karışmıştı. Şehirde sanki acılar senfonisi çalınıyordu.

Panik yavaş yavaş yerini soğukkanlılığa bıraktı. İnsanlar guruplar halinde organize olmaya başladılar. Önce yaralılara yardım ulaştırıldı. Allah’ım ne feci manzara! Üstüne demir direk yıkılmış bir yaralı, ambulansa taşınıyordu. Fakat iki bacağı da kopmuştu. Hemen karşıda ise hummalı bir çalışma vardı. Koca koca beton yığınları bir karton parçası gibi kaldırılıp, kenara konuluyordu. Belli ki bir ses duyulmuştu.”Kimse yok mu?”

O yine seyrediyordu ve bir yandan da “şu insanoğlu ne güçlü bir yaratık” diye düşünüyordu. Sanki yarım saat önceki dehşeti, paniği yaşayan onlar değildi. Normal zamanlarda yerinden devindirilemeyecek kadar ağır beton kütleler şimdi onlar için karton parçası hükmündeydi. Demek ki; Koca Seyit’te böyle bir ruh haliyle kaldırmıştı 215 okkalık mermiyi. Ve açılan dehlizden bir yaralı daha kurtarıldığında insanlar sevinç naraları atarak birbirlerine sarılıyordu. Biraz önce üzüntüden ağlayanlar şimdi sevinçten gözyaşı döküyorlardı. Hayat ne tuhaftı?

Yarası hafif olanlarda dahil herkes arı gibi çalışıyordu. Köpekler ve iş makineleri de devreye sokulmuştu. Bir yandan arama kurtarma çalışması yapılıyor, diğer yandan yaralılara ilk yardım ulaştırılıyor ve yangınlara müdahale ediliyordu. İş makinelerinin bir bölümü yoldaki engelleri kaldırırken, diğer bölümü çok titizlikle enkaz yığınlarını hafifletiyordu. Ve: O, hala seyrediyordu.

Artık askerler devreye girmiş, başıbozuklukta böylece sona ermişti. Asker demek düzen, disiplin ve intizam demekti. Ve bu kaide gözleri önünde işliyordu. Hemde tıkır tıkır. Kapalı yolların teker teker açılmasıyla birden trafik yoğunlaştı. Bu kez insanlar sevdiklerinin akıbetlerini öğrenmek için bulabildikleri vasıtalarla yollara düşmüşlerdi. Yine bir keşmekeşlik yaşandı. Askerlerin olaya el koyması sonucu bu problem de kısa sürede aşıldı. O, “iyi ki varsınız aslanlarım” diye içinden alkış tuttu ama yine seyretmeye devam etti.

Daha sonra arka arkaya gelen iki kamyonun meydanın bir kenarına yanaştığını gördü. Kamyonların kasasındaki tenteler açıldı. İçinde görevliler vardı. Hemen insanlar kamyonların önünde kuyruk oldular. Kamyonun birinden ekmek, diğerinden yemek dağıtılmaya başlandı. Hayat devam ediyordu ve sağ kalanlar acıkmaya başlamışlardı. İçleri kan ağlayarak yemeklerini yediler. Çünkü hemen herkesin bir veya birden fazla can kaybı vardı. Mal kaybı ise işin cabası idi. Giden gitmişti şimdi önemli olan kalanlara yardım etmekti. Onun için güçlü olmak zorundaydılar. Akşam olmaya başlarken meydanlık alana çadırlar kurulmaya başlandı. Kısacık bir zaman diliminde gözlerinin önünde ne çok şeyler yaşanmıştı. Panik tamamen atlatılmıştı. Yaşam, ağır aksak da olsa koptuğu yerden yeniden sahne diyordu.

 Az sonra Işıklar yandı. Seyrettiği deprem konulu film bitmişti. Yüzündeki ifade; filmden çok etkilendiğini gösteriyordu. Oysa daha on bir sene önce bu sahneleri canlı olarak izlememiş miydi? Bir deprem ülkesinde yaşadığı halde depreme karşı herhangi bir tedbir almış mıydı? Hayır.

O, hep seyretmişti!

Hayatın kendisi de bir filmdi aslında. Seyirci koltuklarında oturanlar unutulup gidiyordu. Ama kahramanlar yani unutulmayanlar: Onlar, olaylara müdahil olanlardı. Yani elini taşın altına sokanlar…

Karar verdi: Bundan sonra kendisini, çevresini, toplumu ve ülkesini, milletini vede insanlığı ilgilendiren olaylara seyirci kalmayacaktı. Müdahale ve mücadele eden olacaktı. En azından kendisi için. Ve iş işten geçmeden…

( İş İşte Geçmeden başlıklı yazı HasanYAYLACI tarafından 21.02.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu