Fidan hayaline öyle dalmıştı ki; kendisini ağaç arkasında dikizleyen bir çift gözün varlığından haberi bile olmamıştı. Bu gözler komşuları Salak Emmi’nin oğlu Hıdır’a aitti. Hıdır’ın askerliği biteli iki yılı aşmış ama henüz evlenmemişti. Daha doğrusu evlenememişti. Salak Emmi, dünürlük için hangi kapıya gitmişse hepsinden eli boş dönmüştü. Oğlu için “ nasibi kapalı” yorumu yapılıyordu. Hıdır, Fidan’ı çeşmeden dönerken görmüş ve ağaç arkasında onu epeyce seyretmişti. Sıcağın etkisi ve gördükleri; nefsini azdırmış, gözlerini kör etmişti. Ağacın arkasından fırladığı gibi Fidan’ı altına aldı. Fidan, daldığı hülyadan acı bir korkuyla kendine geldi. Azgın sularını üstüne akıtan kişinin Hıdır olduğunu gördü. O güne kadar O’nu abi bellemişti. Fidan Kız’ın çığlığı vadide yankılanıyordu. “Yapma Abi, ne olur yapma!” diye ağlayarak yalvarıyordu. Bir yandan da direnmeye çalışıyordu. Kudurmuş bir kaplan gibiydi, Hıdır. Ne duyuyor nede duruyordu. Derken Fidan’ın takati kesildi. Taze Fidan, ormanın içinde kırılmış, hayalleri oracıkta kurumuştu adeta.
Kendine geldiğinde ağaçlar gözünün önünde dönüyordu hala. Bacakları bedeninden ayrılmış gibiydi. Bedeni ve ruhu sanki bir ayının altında kalıp, ezilmişti. Bu olayı annesine ve babasına nasıl anlatabilirdi. Hem çok korkar, hemde utanırdı. Babasının lakabı boşuna Gıcıkların Kadir değildi. Öz babası idi ama çok ters bir adamdı. Anası ise çocukluğundan, genç kızlığına kadar ona ne arkadaş nede sırdaş olabilmişti. Evde yalnız hissederdi kendini. Şimdi bedenindeki kir ile baş başa kalmıştı. Ve yine yapayalnızdı. Aile büyükleri bu olayı duysalar derhal Hıdır ile Fidanı evlendirirlerdi. Fidan için Hıdır ile evlilik; yaşadığı felaketi her gün kendi evinde tekrar tekrar yaşamak anlamına gelirdi. Böyle yaşamaktansa ölmeyi tercih ederdi.
Fidan, ne yapacağını, nasıl hareket edeceğini bilmez bir halde ayağa kalktı. Kemiklerini kırılmış, bedenini ezilmiş hissediyordu. Üstünü başını düzeltti. Çeşme başına gitti. Yalaktaki suya soktu tüm bedenini. Başını çeşmenin altına tuttu. Sudan çıkıp çeşme başına oturdu. Duyguları yeni yeni kendine geliyordu. Annesinden korkan çocuklar misali ağlamaya başladı. Avazını bile salamadı. Bir müddet hıçkırıklarla kalakaldı öylece. Güneşin yakıcı sıcaklığı bile bu kadar yakmamıştı içini. Kaynayan bir volkan gibi hissediyordu kendini. Sonra bir daha suya girdi. Üstüne bulaşan kirden arınmak istiyordu sanki.
İkindiye doğru kuzular kendiliğinden tekrar meraya döndüler. Fidan şaşkın bir halde kuzularının arasında dolaştı. Ençok sevdiği kınalısını bağrına bastı. Derdini onunla paylaşıp göz pınarlarını tekrar çağlattı.
Gölgesi iyice uzayınca, sürüsüne bir ıslıkla dönüş talimatı verdi. Ayaklarını toplaya toplaya köyün yolunu tuttu. Bedeni köye gitmek istemiyordu. Fidan sessiz bir kızdı. Telaşlı hareketlerinin haricinde kimse farkına varmadı neler yaşadığının. Telaşlı halinin nedenini de kimse sormadı zaten. Kâbusu ile günlerce yatıp kalktı. Neler düşünmedi ki? Canına kıymak istedi. Yapamadı. En yakın arkadaşı Feride’ye açılmak istedi. Olmadı. Köyü terk etmeyi düşündü. Bu yaşta nereye sığınabilirdi ki. Abisi bellediği kişi hayatını karartırsa, tanımadıkları neler yapmazdı ki?
Köylerinde ziraat ve hayvancılık en önemli geçim kaynağıydı. Orman ve ova iç içeydi. 3-5 yıl öncesine kadar koyun ve keçilerin korkulu rüyası olan kurtlar, sürekli avlanarak neredeyse yok olmuşlardı. Hayvanlara uzanan kurt tehlikesi av ile bertaraf edilmişti. Ama bu sonuç tarlalara zarar veren bir başka muzaratın hızla çoğalmasına neden olmuştu. Şimdi köylülerin baş belası domuzlar dı artık. Doğal düşmanı ortadan kaybolan domuzlar neredeyse her taşın altından çıkmaya başlamışlardı. Köy Muhtarı Sarı Seyit bu durumu bir dilekçe ile İlçe Kaymakamlığına bildirmiş, Kaymakamlık ise dilekçeyi Tarım İlçe Müdürlüğüne havale etmişti. Tarım ilçe Müdürü, Sarı Seyit’i arayarak köyde domuzlar için sürek avı düzenleneceğini bildirmişti.
Cami hoparlöründe Hatıp Hoca’nın “Ey ahali” diye başlayan ilanı ile domuz sürek avının yapılacağı gün bildiriliyor ve eli silah tutanların bu ava katılmaları isteniyordu. Hatıp Hoca hızını alamayıp, domuz sürek avının gerekliliği hakkında kısa bir nutuk çekmişti ilanın ardından. Av iki gün sonra sabah namazını müteakip başlayacaktı.
Şimdi bütün köyde konuşulan tek mevzu sürek avı idi. Köyün erkekleri tüfeklerini çıkarıp harbilediler, yağladılar, bir güzel bakımlarını yaptılar. Bu av aslında erkekler için bir ‘gövde gösterisi’ niteliği taşıyordu. En çok domuz vuran avcı; senelerce havasını atacak, hanımı da kocasıyla gurur duyacaktı. Bekârlar ise evlenmek istedikleri kızlara erkekliklerini ispatlama şansını yakalamış olacaklardı performanslarıyla.
Tüm hazırlıklar bitti. Av günü, listeye yazılan erkeklerin hepsi sabah namazını köy camisinde kıldılar. Namaz biterken dışarıdan gelen korna sesleri Tarım İlçe Müdürlüğü yetkililerinin geldiğine işaretti. Hatıp Hoca’nın kısa duasından sonra camiden çıkan erkekler tek sıra hiza oldular. İlçe Müdürlüğünün teknik elemanları bir yandan sürek avının nasıl düzenleneceğini, köylülerin uyması gereken kuralları anlattılar. Bir yandan da avcı başı 20 şer domuz kurşunu dağıttılar. Daha sonra araçlara binerek, sürek avının planlandığı güzergâha doğru yola çıktılar.
Sürek avı iki koldan yürütülecekti. Böylece bir koldan kaçan domuzlar ikinci kolda bertaraf edilecekti. Herkes rolünü iyi ezberlemişti. Akoluk mevkii domuz avının başlangıç noktasıydı. Gün ışıkları henüz uyanmaya başlarken avın startı verildi. Aradan yarım saat geçmeden tüfekler ardı ardına patlamaya başladı. Avını vuranların sevinç çığlıkları ve silah sesleri birbirine karışıyordu. O sırada bir silah daha patladı. Ama bu ses tüfek sesine benzemiyordu. Bu sesin ardından gelen “yandım anam” nidasının da domuz sesini andırır bir yönü yoktu. Tabanca sesiydi bu. Herkes şaşırmıştı. Şaşırmayan iki kişi vardı. Biri tetiği çeken elin sahibi, diğeri de o silahtan çıkan tek kurşunla yere yığılan Salak Emmi’nin oğlu Hıdır.
Kısa süren şaşkınlığın ardından köylüler silah atan kişiyi yakaladılar. Daha doğrusu kaçmaya bile yeltenmeyen kişiyi teslim aldılar. Yüzü poşuyla örtülü meçhulün poşusu açılınca gözlerine inanamadılar. Tetiği çeken, Fidan Kız’ın ta kendisi idi. Sürek avının yapılacağı yeri herkes gibi o da biliyordu. Babası evden ayrıldıktan sonra O’ da Akoluk mevkisine hareket etmiş ve köylülerin oraya gelmesini beklemişti. Hıdır’ın hangi kolda olduğunu gördükten sonra kendisine kurulan pusuyu, O’da Hıdır’a kurmuştu. Hedef namlunun ucuna geldiğinde basmıştı tetiğe. Silah atmayı ona öğreten babası da oradaydı ve sordu.
—Ne yaptın kızım. Neden vurdun Hıdır Abini?
—Ne Hıdır’ı, ne abisi? Ben domuz vurdum baba!
Sessiz Fidan, şimdi avazı çıktığı kadar bağırıyor ve ağlayarak şu kelimeyi tekrarlıyordu:
—O öldürdüğüm domuzdu Baba! Domuuuuzzzzz!..
SON
Hasan Yaylacı
KONYA-2011