Nedendi, çektiğimiz bunca kahır? Bizim acılarımızdan haberdar olanların bizi görürken alay edercesine, “Dualarımız sizinle” demesinden başka bir şey yaptıkları oldu mu? Hem, ettikleri dua söz konusu mu? Onların dualarının kabul edileceğine dair bir emare var mı, yöneldikleri kıblelerde?

Onlar, karnı tok, semiz halde yaşarken bizim yiyecek lokma bulmadığımızdan haberleri yok muydu?

Onların, üzerlerindeki esvabın hangi modaya uygun olduğunu düşünerek almadığını bilmeyen mi var?

Onlar, kendilerinden bilmediklerine karşı neden bu kadar acımasız davranmaktadır?

Onlar, lüks arabalara binerken, “Allah güzeldir, güzel olanı sever” derken, bindikleri arabalara ödenen paranın nereye gittiğini bilmez miydi?

Onlar, kendilerinin rahatı bozulmasın diye, istedikleri gibi yaşamak için feda ettiklerinin ileride kendilerinden razı olmadığını bilmezler mi?

Onlar, komşusu açken tok yatmanın cehennemde yer kazanmak olduğunu bilmiyor mu?

Onlar, var oluşun ıstırablarla yüklü kervanın başında alnı açık başı dik bir yürüyüşle gerçekleşeceğinden habersiz mi?

Onlar, bir lokmanın çiğnenmeden yutulmayacağını unutmuş mu?

Onlar, kendilerinden yana saf tutmayanların yoksa cennete gitmeyeceğini mi zanneder durur?

Onlar, sadece kendilerinin mi sırat-ı müstakim üzerinde olduğunu tahmin ederler?

Onlar, bir başkasının derdiyle dertlenmedikçe yaptıklarının boş olduğunu bilmelidirler..

Onlar, elindekini başkasıyla paylaşmadıkça müsterih olmayacaktır.

Onlar, bir başkası giyecek esvab bulamazken ipeklilerle olan muhabbetlerinden vazgeçmelidir…

Onlar, kendilerinden saymadıklarını kardeş bilmedikçe ve kendilerinden fazla sevmedikçe ehl-i iman olamayacaktır.

Onlar, kazandıklarını serbestçe harcama hakkını kendilerinde bulamazlar. İnsan, kazandığını harcamaktan da sorumludur. Çünkü kazanılan, edinilen mal, mülk, para için sadece emanetçi bilinir, zengin olan kişi. Çünkü her şey O’nundur, O’nun tasarrufu altındadır. İnsan malından, mülkünden, çocuğundan sorumludur.

Allah elbet güzeldir, güzel olanı sever. Bu kişinin güzel olan her şeye sahip olmasını gerekli kılar. Güzellik mefhumunu dünya malında görenlerin şatafatlı, firavunî, nemrudî yaşantıları, inanç süzgecinden geçirildiğinde en azından Ebu Zerr’i emsal alsınlar, geride kalan mirasının ne olduğunu bilsinler. Çok sevdiklerini beyan ettikleri kim varsa onların dünya değiştirirken bir şeyleri beraberinde götürüp götürmediklerini sorup, öğrensinler.

Onlar, elbette harcadıklarından sorumludurlar… Aç olan varsa tok olma hakkını kendinde görmeyenlere ne mutlu. Komşusunun hangi inanca sahip oluşu bile önemli değilken, aynı ibadethanede, aynı mabuda, aynı kıblegâha yönelenlerin içinde fakir de bulunur zengin de. Zenginlik, kalıcı değildir. Peki ibadetgâhta buluşanlar, aynı sofralarda neden buluşmaz? Onlar, aynı sofrada buluşmadığı müddetçe eşitlik sağlanır mı? Onlar, aynı kumaştan biçilen esvabı giymedikçe ne olur? Daima fakirlere cenneti tavsiye edenler, zenginlerin önünde iki büklüm durarak, iman ettiklerini yalanlamıyor mu?

Onlar, kardeşlerini yalnız bırakarak, “Beni ısırmayan yılan yüz sene yaşasın” kavlince kendi üzerlerindeki mükellefiyetin kaldırılacağını mı sanır? Onlar, bir başkası acı içinde kıvranırken rahat döşeklerinde nasıl uyurlar? Onlar, kendilerine istediklerini bir başkası için istemedikçe vallahi cennetin yüzünü görmezler. Cennetin sahibini mi kandırma gafletinde bulunuyor, onlar?

Ey Nefsim!.. Bilmektesin ki ıstırab yüklü kalemin kervanında yola çıkanlar, gözlerini hiçbir engelden sakındırmamalıdır. Onlar, yürüdükleri yolda karşılarına çıkan, çıkacak ne varsa önemsememelidir. Onlar, bildiklerini gizlemezler. Onlar, ilimlerini para ile satmazlar. Onlar her ecrin sevabını emanetçisi oldukları her şeyin karşılığını iman ettikleri Rabblerinden beklerler.

Ey Nefsim!... Onlar, iman ettikleri kitaba bağlıdırlar. Kişilere bağlı değildirler. Onlar, kendilerini insanlığa adamışlardır. Onlar, ölür, her ölümle bir başkasını içinden doğurturlar yeni aydınlıklara, zulmetleri ortadan kaldırma adına.

Ey Nefsim!.. Hayatın manasını onlar, oldukça iyi bilirler.

Ey Nefsim!.. Mana dolu yaşantının mayası kardeşliği kabullenirler.

Ey Nefsim!... Hiçbir coğrafya gözetmeksizin, yaratılan her şeyin Yaradan’ın eseri olduğu şuuru ile hiçbir şeye zarar vermeden, herkese faydalılığı göz önünde bulundurtarak, kendilerinin var oluşunu iman edilene bağlayan anlayışa sahip olanları emsal al.

Ey Nefsim!... Kendilerini vitrine oturtarak, riyaya bulaşan, müstekbir tavırlar geliştiren, kendilerinden başkasını beğenmeyen, kardeşlik bağlarını zedeleyen, doğruluktan tavizkâr davranan kim olursa olsun, onlardan uzak dur.

İnandığın ne varsa ona layık olmaya çalış ki senin doğruluğunu ve davranışlarını bilsin, sana bakan. Sen eğri olma ve dosdoğru ol.

Sen kendini bilgiyle donat.

Sen kendini doğrulukla zenginleştir.

Sen dünya malına değer verme.

Sen elindekini paylaştır, bölüştür ihtiyaç sahibiyle.

Sen derdine dermanını bulmadıkça iyileşmeyi aklından çıkart.

Sen, eline aldığın cam bardaktan kullandığın arabaya kadar ne varsa onu üretmedikçe yerinde rahat etme.

Sen, kendi kendine yetmeyi öğren.

Sen, kendi lisanını temiz tut.

Sen, ortaya çıkarttığın eserin ne ise insanlığa faydalı oranda hatırlanırsın.

Sen, kendini ıslâh etmeye niyet etmedikçe doğruluğa varamazsın. Bir cemiyet bu şartla yola koyulmadıkça yapılan her şey boşunadır.

Sen hilekâr olmazsın.

Sen, insansın.

Sen, o’ndan bir parçasın.

Sen, kendini birkaç mevsimi sürükleyen dünya hayatında kalıcı bilme.

Sana öğretilenle vardığın bilgiyi karşılaştır.

Senin karşında olanın senin rahatın için yardımcı olacağına kapılma. Her şey zıddıyla kaîm iken dünyada dostunu düşmanını tanı.

Sen, özüne dönmedikçe arınamazsın.

Ey Nefsim!... Söylediğim sanadır.

Benim kimseyle alıp vermediğim bir şey yok.

Ben, sorumluyum, bunu belirtmekle.

Ben, sana-kendi kendime nasihatlerde bulunurken bir başkası bundan yola çıkarak bir vazife üstlenmesin. Anlattıklarımı iyice okusun.

Ey Nefsim!.. Ben yoruldum.

Ey Nefsim, seninle söyleşilerimiz unutma ki devam edecek…

Sen müsterih ol ve kararlılığından vazgeçme.  Gelip geçici olan ne varsa ona yakın durma.

Ey Nefsim, gelecek söyleşide var mıyım, var mısın? Bak, bu da belli değil. Kalk ve diril kendi içinden çağlardan çağlara ve silkin, at üzerinden ölü toprağı, varlığınla aydınlat zulmeti, zulmet içinde yüzyıllardır duran dünyayı. Haykır, var oluşunu, söyle içindekini ve de söyle mesajını, mutlaka sesine ses verecek bir insan vardır.

( Nefsimle Söyleşiler-ıv başlıklı yazı MehmetALİ tarafından 3.04.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu