Ağrıyan başını ellerinin arasına alıp yüzünü sıvazladı. Gözlerinin üzerine düşen saçlarını ileriye ittirip, ağrıyan sırtını dikleştirdi derin,derin nefeslendi.Dudakları kurumuş, gözlerindeki parlaklık kaybolmuş, çok bitkin gözüküyordu. Aydınlıktan karanlığa geçip kaybolmuş  gibi bir ruh hali vardı.Bir kartopu gibi yuvarlanarak gitsem uzaklara, beni üzen  sıkıntılarımla birlikte diye geçirdi içinden. Kupkuru bir gerçekti ortada ki ahvali…

            Arkasının gelmesini beklediği telefonlardan hiçbir netice alamamış,boğazında yumruk olan son nefesini de bunlara harcamıştı. Hava yavaş, yavaş kararıyordu içinde büyüyen karaltıyla birlikte. Bir nefes,bir nefes daha çekti körük gibi piposundan gri dumanlar doldurdu küçücük ofisini…

           Yaşamının ışıltılı,pırıltılı döneminin çoktan bittiğinin ayırdındaydı. Süslü ve yaldızlı günler ipek tüller arkasında çok uzaklardaydı artık… Yalancı şafak gibi kendini zor gününde atlatan vefasız dostları yaşadığı yerin çok ötesinde duruyorlardı. Sahte gülücüklerle ahidlerini akamete uğratan göbekadı dönek olanlar  dudaklarında ki umut dolu şarkıları kuru bir ıslık gibi yavanlaştırmış; kendi kendine oynanan tek kale maçın sıkıcılığına itmişlerdi.

            Elleri cebinde devinimsiz duruyor; at gözlüğü takmış gibi bir noktaya odaklanmış başına gelenleri düşünüyordu. Kaygan zeminde eline geçen büyük balık elinden kaymış; umutsuzluk girdabına girip,hayata ve yaşama dair heyecanını yitirmişti.Vefa karanlık zindanlarda prangalı, nefret olabildiğince serbest, sevgi içte hapis bırakıldığı için günümüzde sıkça rastladığımız ve sanki olağan bir şeymiş gibi algılanan gönül acıtan bir duygu olmuştu.
Ahde vefa duygusuyla birlikte samimiyet, şefkat, merhamet, mütevazi olma gibi değerleri çiğneyip yok eden bir haleti ruhiye içine girmişti insanlar bir nevi…
           Herşey sessizliğe gömülmüş ama kulaklarına bir uğultu musallat olmuştu. Bir cinnet hali çökmüştü üzerine; caddeye fırlayıp çılgınca haykırmak istedi, körpecik ümitleri istim üzerindeydi. Akşamla, gündüzün kucaklaştığı bu dakikalarda yatağından taşan debisi yüksek  bir sel gibi akmak, kıvrıla, kıvrıla yükselen dağ yolunun yamacında ki pınarın fışkıran gözünden kana, kana su içmiş gibi rahatlamak istiyordu. Ruhu yıkılmaya  yüz tutmuş viran evin tahtaları gibi kararmış, yosun tutmuştu.
Arkasında gözü yaşlı sevdiklerini bırakıp dünya değiştirmek istemiyor,üzerine abanan katmerli sıkıntısından kurtulmak için bir çıkış yolu arıyordu. Öfkesi geçmek bilmiyor,bir volkan gibi için,için kaynıyordu. Farkındalıklarını yitirmiş gönüldaşları, sözde dostları hayat çemberine teğet geçip ilk ihtiyaç hissettiğinde el vermemişler;ununu elemiş ,eleğini asmış ocak başında oturan bir kocakarının yanlızlığına itmişlerdi beraber yaşlandıkları arkadaşlarını…
          Kendi dünyasını kurtarırken, bir başkasının hayatını
karartmayacaktı. Yürüdüğü yolun akışına ayak uydurmayacak,  bildiği yola dönerek varlığını sürdürecekti. Biliyordu hayıflanmalarının boş olduğunu, ordan oraya savrulmaktan vazgeçip, yaptığım avareliklere  son vermeliyim diye geçirdi içinden.Sanki bir mayın tarlasıydı beyni…

          Akşamın esrarlı sessizliğinde kızıllığın gizemini yakalamak ister gibi balkona yöneldi. Yorgun bedenini sürükleyerek salkım söğütlerin yapraklarına kadar yükselen toprak kokusunu çekti içine huşu içinde…

          Vefasız güller gözünün ilişemediği yerdeydi ona yakın ama o kadar da uzak… Akşamın telaşında ortalık çok sessiz, kasvetli ve rüzgarsızdı. İnsanın bekleyişinin bittiğini sandığı bir noktada yeni bir bekleme turuna başlamak zorunda kalışının sızısını duydu inceden. Artık kendime karşı direnmekten korkmuyorum diye geçirdi içinden…

          Güneşin son ışıkları kentin varoşlarında puslu bir kızıllıkla  veda ediyor; bir boşluğun fırtınası esip duruyordu ensesinde. Aceleyle gözünün yaşını silerken; yaptıklarımı izleriyle yok etmeliyim, bütün ölçeksiz davranışlarımı bırakıp, gelecek yılın muhasebesini şimdiden tutmalıyım diye geçirdi gönlünden. Bir türlü itiraf edemediği pişmanlıklarının derin izleri solgun yüzünde uzaktan bile seçiliyordu. Mahçup ve ezik bir tebessümle havadaki bahar kokusunu çekti örselenmiş ciğerlerine.
 
           Hiç yaşanmamış,yepyeni bir hayata başlamanın  yüreğinde yarattığı heyecanla, daha gün ışımadan silinecek duygularını bir yana bıraktı…

          Uzaktan denizi yararak geçen şilebin dalgaları iskeleyi öfkeli köpüklere boğuyor;büyük bir kavis çizerek güneşe dönen gemi, rüzgarda sıkıntılarını uçuran yolcularını ümit dolu limanlara taşıyordu…

         İki kapılı handa susuz bir at gibi koştuğu yolları terkedip;
kendini feraha çıkaracak yola girmenin dinginliği içinde gözü
 denize yansıyan yakamozlu kızıllık içinde bir dalıp,bir yükselen kuşlara takıldı…

         Geçmişten farklı acı kahvesini yanlız yudumlarken; şairin dediği gibi ”Vefa şimdi bir semtin adı mı ''? Diye mırıldandı kendi kendine…

( Vefa Mı O Da Ne başlıklı yazı F.TÜRKDOĞAN tarafından 18.04.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu