Haşhaş tarlalarından esen hava öylesine ağırdı ki;onun ağdalı tatlı/acı tadını dilinde hisseden yaşlı ananın içine bir yılgınlık çöktü  uzanıverdi  toprağın üzerine öylesine...İçindeki fay kırıklıklarını ünlenmemiş sadalarıyla  harmanladı.Çivisi oynak

 çıkış kapısı aralık   bu handa;  kaybolmuş ömrüne yanmayı bırakıp,en temiz duygularının kırılgan zincirleri gevşetti keçeleşmiş elleriyle...

         Ateşle buz arasında kalmış bir dağlanıp,bir üşüyordu.Gerilmiş  bedeni  kendiliğinden  gevşeyiverdi, 
kolları
 denetimini kaybetmiş salıncak gibi aritmik   hareketlerle  salınıyordu. Hücrelerinde hissetti uykunun ılımlı sükunetini.Dümen suyuna ram oldu   yavaşça...  Köpükten bir yelpaze bırakarak arkasında.Akan suyun saydamlığında gezdirdi yosun rengi menevişli gözlerini...Bakışlarında sanki derin suların karanlık ifadesi,yüreğindeki volkanın patlamak üzere olduğunun işaretleri seziliyordu.Parmaklarını suya değdirdi usulca aktıkça  içinde  biriktirdiklerini alıp   götürüyordu...Burukluklarını,öfkelerini,
üzerine tuz  basılmış gizli yaralarını... Şarkılarla dertleşti uzun süre törpülenmiş sivri çıkışlarını anımsadı,hayatla pazarlık yapılmayacağını özümsemiş güz gülleri gibi kavruk ruh
 haliyle...    Görünmez bir mürekkeple yazılmış yazı gibiydi,yumuşak tabiatıyla  yaptığı katmerli emekleri... Karanlığın duvarlarına dayanmış düşlerinin ve
düşüncelerinin geçidine kapılıvermişti.Işığa kör bakarcasına yaşadıklarını/yaşayamadıklarının ruhunda bıraktığı
 tortularla kimsesizlik girdabında buldu kendisini ister istemez...

     Gelişen vücudu ruhunda esen değişim rüzgarlarıyla yarışa girmiş;dokununca soluverecekmiş gibi duran kızıl gül goncası dudaklarında sebepsiz beliriveren hınzırca gülüşler yeniyetme hallerine şahitlik ediyordu.Gamzelerinde bitiveren pembe/beyaz
 tomurcuklar;sırtını iki belik halinde döven kınalı saçlarının çevrelediği çilli yüzüne tanrıça saflığı nakşediyordu.

 
        Yağmurlu karlı puslu geçen kış gecelerinin birinde
 alacakaranlıkları gittikçe devleşen öfke nöbetleri halinde aydınlatıp gümbürtüleriyle korkuları kamçılayan bir afatta boğulan ağıtlara;yazgısına doğuştan öksüzlük mührü vurulmuş cılız bir ses karıştı...Göbeği kesilmeden sıcacık bir
nefes gibi içine çekeceği nafakası kesildi garibin...Boyunlar bükük gözlerden yaşlar indi seslerin içinden sessizce...Yürekler dağlandı alaz,alaz.Azraille düğüne gider gibi yitti gitti anacığı...Renkler asılı kaldı alaimi-semada rüya ile uyanıklık arasında...Kurşun gibi ağırlaşmış yüreklere telaşlı sesler ses verdi,ruhsuz gölgeler can buldu usul...usul...

    Yediveren gülleri gibi en verimli çağında büyüyemeden küçülüvermiş siulete;merhametli sinesini açıp en değerli varlığıyla besleyip ana oldu Feride Gelin...Akça,pakça köy güzelinin etrafına saçtığı büyü kendi yaşlarına yakın oğullarına tesir etmedi...Sözsüz konuştular uzun süre.Tek amacı hayatı birlikte solumaktı ne çare...Çoğu kez gözyaşları kurudu çocuksu yüzünde.Uykuları ilistir gibi delik,deşik gücü deliceydi.
Marazalı kocası talihini değiştirdiği bebesinden yana
şanslıydı şükür...Doğuştan kanatlarını koparılmış ürkek kuş  palazlanmış;ağabeylerinin aldırmaz,eğreti
 bakışlarına kanıp havalanıyor önüne atacakları sevgi kırıntılarından nasiplenmeye çalışıyordu...Ne zaman ekilmişti bu sevgisizlik tohumları etrafında yarattığı bu ılımlı iklimde...Boy veren zehirli sarmaşıklar etrafını kuşatıyor,esnek davranışları sert kayaya çarpan mermi gibi hummalı çalışmalarını un ufak ediyordu..İçlerinde idare lambasının cılız ışığı kadar izan olmayan oğulları kof köpük gibi gördükleri analıklarının her gördükleri yerde damarına basıyorlardı.Gittikçe dozu yükselen kırıcı aşağılayıcı davranışları tüm benliğine sinip,katran karası  lekelerle çörekleniyordu.   Kirpiklerinde donan yaşlar uyuyan yılanın içindeki zehri koyultup,öldürücü darbenin fitilini ateşliyordu..Milim,milim düze çıkmayı beklerken…


       İnişli,yokuşlu,uğultulu bir vadiden gelen amansız bir kasırga yorulmuş bedenini ve frenlemeye çalıştığı yabansı huzursuzluğunu gün yüzüne çıkarmış,öfkenin bulaşıcılığıyla hiç istemediği bambaşka dünyalara sürüklenivermişlerdi...Bağışlanmayı bile beklemeden koşar adımlarla uzaklaştılar baba ocağından bir daha dönmemecesine...

       Mülayim kocasının yorgun yüreği çözülmesi gereken düğümü çözememenin çaresizliğiyle kaskatı kesiliverdi bir gecenin sessizliğinde...Çığın altında bırakarak karısını ve bebesini..

         Yosun gibi...Ot gibi yaşadı ruhsuz ve neşesiz sadece oğlu için...

         Kapıya gelen çift jandarmadan aldı yazgıların  en   kötüsünü..  Gururluydu ama..Göğsüne taktığı  madalyanın ve kendisine verilen payenin  erinciyle...

         Mavi bir ışık el etti karanlıklar içerisinden...Sevdiklerinin sesini duydu ''Hadi artık gel ''diyen...
    
         Billur kumlu tarların içinden koştu ışığa doğru...Yüzünde geniş bir  gülümsemeyle…



 

( Son Düş başlıklı yazı F.TÜRKDOĞAN tarafından 20.04.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu