Her meyve kesildiğinde bir parça ağlar. Fakat nar kesildiğinde ne kadar çok gözyaşı döker! Bu gözyaşları kan kırmızısıdır üstelik. Yaş yerine kanını akıtarak ağlar nar “Neden bana kıydınız?”dercesine. Bu yüzden halkımız en içten, en dokunaklı ağlayan meyve seçmiştir onu. Nasıl aynı mevsimin ürünü olan ayvayı sarışın tebessümüyle en güzel gülen meyve seçmişse… İşin ilginç yanı her iki meyve de hüznün ve gönül burukluğunun mevsimi olan sonbaharda yetişir. Buna rağmen biri ağlarken öteki güler. Hem de birisi ağlamaların zirvesindedir, öteki gülümseyişlerin. İki hâl arasındaki keskin ve acımasız tezat insana Mevlana’nın “ Bu da geçer ya Hu!” sözünü hatırlatır. Gamı, kasaveti olana bir teselli niteliği taşıyan bu söz; en neşeli anını yaşayanlara da bir parça melal hediye eder.
 
Kanlı gözyaşlarıyla ağlayan nar, aynı zamanda sabrın ve hasretin de meyvesidir. “O nasıl bir sabır ki her dem ağlatır!” dememek lazım.  Çünkü nar yaz aylarının başında kırmızı çiçekler açarak beklemeye başlar insanların gelmesini pek de istemediği sonbaharı… Bütün canlılar yazın bitip tükenmez neşesiyle mevsimlerin en tatlısını yaşarken, birliğin ve çokluğun sembolü olan bu meyve susar ve mevsim-i hazanı bekler. İçindeki yüzlerce tanecik sabırlı bir bekleyişin evlatlarıdır.
 
Cennetin müjdecisi nar, yazın yağış alan iklimlerde de kışın yağış alan iklimlerde de yetişerek hoşgörüsünü ispat eder bize. Hani bazı insanlar vardır ya onlar herkesi sever! Yaratıcısını sevdiği için yaratılan her varlığa gönlünde bir yer ayırır. Bu insanlar âlemlerin Rabb’ine tevekkül ederler ya hani! Onlar bilirler ya o Rab sadece kendilerinin değil, yaratılmış olan her canlının, her varlığın ve her insanın Rabbidir. Af ve reca kapısını hiçbir kuluna kapatmayan Rabb’inden alır ya sevmek ilhamını bu insanlar. İşte nar da bir parça bu insanlara benzer hoşgörüsüyle.
 
 Eksi on derece soğuğa bile dayanır nar ağacı, tahammülün en seçkin örneğini vererek. Oysa bütün yaz beklediği günler gelmiştir bu sırada. Tanecikler meyvelerinin içinde ayrılmıştır birbirinden. Sadece kızarmasını beklemektedir onların. Başka ağaç olsa belki terk ederdi hasat gününe duyduğu güveni çoktan Ümitsizlikle dökerdi yaprağını, meyvesini nemli toprağın bağrına.  İşte o zaman ağlardı pişmanlıktan titreyen kalbiyle ve sessizliğinin buğusundan ıslanan gözleriyle.  Nasıl güzel olmasın böyle erdemli bir meyve!
 
Çocukluğumda nar yerken annem benden dikkatli olmamı isterdi. “Eğer tanelerini heba etmeden yemeyi başarırsan bu narı, cennete gidersin” derdi. Ben de çocuk aklımla inanırdım ona. Gerçi hâlâ çok dikkatli ve düşünceliyimdir kendisi de düşünceli olan bu meyveyi yerken. Eskiden cennete gitmenin bu kadar kolay bir yolu olması beni sevindirirdi. Şimdi anlıyorum ki meyvelerin içinde nar nasıl yenmesi en zor olanı ve dikkat gerektireniyse böyle güzel bir sılaya kavuşmak da bu zorluğun ve dikkatin yüzlerce binlerce katını gerektirir. Her sonbahar nar yerken içime yarı endişeli yarı ümitli bir halin gelip yerleşmesi de bundandır.
 
İlk olarak İran’da ortaya çıkmış nar. Doğunun en eski ve zengin mitolojilerinden birinin vatanı olan İran’da… Belki de bunun için efsunlu ve çekici bir güzelliğe sahip.  Önceleri Afganistan ve Pakistan’dan Himalayalar’a kadar geniş bir alanda yetişen nar daha sonraları İpekyolu ve deniz tüccarları aracılığıyla dünyanın birçok ülkesine yayılmıştır. Güneşin doğmak için tercih ettiği bu coğrafya onun da bütün dünyaya yayılmak için tercihi olmuş demek ki.
 

Narı genellikle çiğ olarak tüketiriz. Kimileri önce tanelerini bir tabağa çıkartıp sonra kaşıkla yerken kimileri de, benim gibi,  birini bile heba etmekten korkarak ayıklayıp nar tanelerini tek tek yer. Her ne şekilde yersek yiyelim şahsına gösterdiğimiz özene, vefayla cevap veren nar kendisi ağlarken en lezzetli haliyle güldürür bizi. Buna rağmen bazı narların tadı çok ekşi, bazılarınınki çok tatlı olabilir tıpkı hayat gibi…

 

Bu mübarek meyveyi yerken ömrümüzün günlerinin de çok fakat sayılı olduğu gerçeğini hatırlamamız gerekir. Çokluğuna aldanıp nar tanelerinin yere düşmelerine, kabuklarla karışıp çöpe atılmalarına izin verirsek - ki bazıları bunu hep yapıyor-  bereketin dikkatte ve kanaatte gizli olduğu gerçeğini asla algılayamayız. Ömür bazen gönüllerimizde bize altın tabakta ikram edilmiş oldukça değerli bir hediye izlenimi uyandırıyor. Oysa ömrümüz bir hediyeden çok vadesi ezelden biçilmiş, bir yönüyle somut bir başka yönüyle soyut, naçar bir mefhumdur. Eğer sorumsuzca harcarsak arkamızdan en çok o ağlar. Hem de kanlı gözyaşları dökerek.
 
Yaz aylarında narı serin bir meyve suyu olarak tüketiriz fakat sağlık açısından özellikle kış aylarında bol bol tüketmemiz gerekir. Çünkü kendisi hüzünlü bir yapıya sahip olduğu halde bize neşe veren bu güzeller güzeli meyvenin insan sağlığına olan faydalarını saymakla bitirmek mümkün değil. Adeta bir ilaç, hatta antibiyotik olan nar, özellikle bağışıklık sistemini güçlendirerek pek çok hastalıktan koruyor bizleri.
 
‘Cennet meyvesi’ olarak adlandırılır nar. Kıpkırmızı taneleriyle tabaklarda, salatalarda, yemeklerde sık sık karşımıza çıkar. Doğu halklarının sofralarında çeşitli yemeklerde malzeme olarak kullanılır. Bu meyve batılılar tarafından yeni yeni keşfedilirken doğuda çoktan baş tacı edilmiştir.  Türkiye’de ise nar ekşisi diye anılan bir tat vardır ki ben onunla Adana’da öğretmenlik yaparken tanışmıştım. O ne muhteşem bir tattır öyle. Neye katsanız buruk bir güzellik bağışlar.  
 
Ekşi yüzüyle bile güzellikler saçan nar güllaç, aşure, muhallebi gibi tatlıları süslemede de kullanılır. Hz. Nuh’un gemisinde azıklar tükenmişti ümitler de. Kara henüz görünmüyordu. Gemi halkının karnı acıkmıştı. Nuh sönmüş gözlerle baktı ellerindeki nimetlere. Bu nimetlerin hepsinden bir parça kalmıştı. Fakat yetersizdi kalabalığın karnını doyurmak için. Bir gerçek vardır ki aklı eren herkes bilir: Az olanlar bir araya gelirse çok olur. Bu gerçekten yola çıkan Nuh az olan yiyecekleri birleştirip bir yemek pişirtti. Son ümitlerini ayakta tutacak bir yemekti bu. Aşureydi adı. Sonra azların bir araya gelerek çoğu, tükenmişliklerin bir araya gelerek kurtuluşu inşa etmesinin sembolü oldu bu yemek. Biz her muharrem ayında aşure pişirerek ümidimizi ve imanımızı paylaşırız birbirimizle. Mümkünse üzerine nar tanelerini serpiştiririz. Böylelikle hem sılamıza olan özlemimizi gidermiş oluruz, hem birlikten doğan kudretimizi yâd ederiz.
 
Nar üç kutsal dinde de çeşitli yönleriyle özel bir meyve olarak değerlendirilir. Hz. Musa’nın tebliğine göre doğruluğu simgeler. Bu inancın yansımasında Âdem ile Havva’ya yasak olan cennet meyvesi elma değil, nardır. Hıristiyanların dini süsleme sanatında da nar, sıklıkla kullanılan bir motiftir. Papaz giysilerinde, oda duvarlarına asılan dinsel süsleme amaçlı kumaşlarda ve metal işlerinde nar motifine rastlanır. Kuran’da nar sözcüğü üç kez geçmektedir.  Bunların ilk ikisinde nar, Allah’ın yarattığı güzel şeylerin bir örneği olarak verilmiştir, üçüncüsünde ise cennetteki bir meyve olarak anlatılmaktadır. 
 

Âşığın sevdiğini “nar tanem, nur tanem, bir tanem” diye sevmesi gibi içten sevelim biz de bu tahammül sahibi, sabırlı, hoşgörülü ve kutsal meyveyi. Gurbetten sılaya dönercesine, çok olana bakıp Bir olanı anarcasına…

 

 

 

 

 

 

 

 

( Sılamızı Hatırlatıyor Nar başlıklı yazı HaticeEğilmez tarafından 18.05.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu