Bir küçük nesnedir anahtar. Fakat ne çok işe yarar. Bütün sahibiyetlerimizin, bütün yeterliliklerimizin sembolüdür. Açılamaz sandığımız demirden kapıları o açar. Girilemez bilinen kalelere onun sayesinde gireriz. Zor olanı, imkânsız sanılanı ondaki efsunlu etkiyle bertaraf ederiz. Elimize aldık mı onu, kaba güce ihtiyacımız kalmaz. Kuvvetimiz elimizdedir artık.
Bir keramet sahibi nesnedir anahtar. Her türlü sıkıntının kulağına eğilir, bir şeyler fısıldar kimsenin duymadığı bir sesle. Kimbilir hangi masaldan, hangi efsaneden söz eder onlara. İnanır karşısındaki söylediklerine. Hemen açar gizli saklı dünyasını ona. Halbuki tek başımızayken bize inanmaz, güvenmez hiçbir kilit. Zaten biz de ihtiyacı olan sözleri fısıldayamayız kulağına.
Kocaman, sağlam ve inatçı bir kapı düşününüz. Karşısına geçip açmak için bütün gücünüzle, azminizle vurunuz, tekmeleyiniz. Açılır mı? Umurunda bile olmaz. Sizinle alay eder içten içe. Tekmelerinizi, yumruklarınızı küçümser. Bir de türkü tutturur çok uzaklardan bile duyulan. Güm güm de güm! Bu gümbürtü kalbinizin çarpıntılarıyla bir olur. Anlayamazsınız. Kapı mıdır gümleyen yoksa kalbiniz mi? Kalbiniz midir çarpıntılar içindeki yoksa kapı mı? Bir anahtarınız olsaydı küçücük. Ne kapı inat edebilirdi size. Ne de kilit. Kimselere duyurmadan giriverirdiniz içeri.
Evimizden çıkarken anahtarımızı çantamıza, cebimize attık mı bizden keyiflisi bulunmaz. Gülümseyerek çıkarız yola. Güvenle başlarız güne. Sağlam adımlarla yürürüz. Omuzlarımız dik, gönlümüz ferah… Bütün gün cadılarla, devlerle savaşsak; tarifi olmayan badireler atlatsak bile akşam evimize – o kutlu mekâna- varacağımızı bilmek en değerli hazinemizdir zira.
Gönle hüzün veren esrarlı bir nesnedir anahtar. Kuşların her akşam yuvalarına dönerek ömrün tekrarını ilan etmeleri Ahmet Haşim’in dikkatini çekmişti. Yuvalarına dönen kuşların oluşturdukları bu manzara hüzünlendiriyordu melâlin ve gönül burukluğunun şairini. Hatrına kâinattaki sonsuz gibi görünen devr-i daim mi geliyordu acaba? Öyle bir devr-i daim ki sabahı ve akşamı, geceyi ve gündüzü hiç kavuşamayacak başı sevdalı ruhlara çevirir. Bazı akşamlar yuvama döndüğümde, anahtarımla evimin kapısını açıp içeri girdiğimde Ahmet Haşim’in ruhuna doğan o hüznü hatırlarım.
Herhangi bir akşamüstünde, herhangi bir Anadolu kasabasından geçerken uzun yol otobüslerinin penceresinden gördüğüm bir manzara var. Seyrine doyum olmayan. İnsanlar ellerinde küçük paketler, kalplerinde huzur, yüzlerinde gülümseme tatlı bir telaş içinde giderler evlerine. Toprağın altındaki sığınaklarına dönen karıncalar, samandan yaptıkları yuvalarına kavuşan kuşlar gibi. İşte bu manzara da bana ömrün aslında bir tekrardan ibaret olduğu hakikatini hatırlatır.
Ne kadar güçlü kuvvetli, ne kadar uyanık olsak, işini bilen diye anılsak her kapının anahtarı nasip olmaz bize. Sadece hak ettiğimiz kadarıyla yetinmek zorunda kalırız. Fakat insanoğlunun hırslı yanı bu bahiste de görev başındadır. Önceleri “Bir tanecik anahtarım olsa” deriz. “Kendi evimin kapısını açıp girsem içeri...” Sonra bir tane daha… Konforlu bir arabayı açan, bizim içine kurulmamızı kolaylaştıran. Sonra bir tane daha… Yaz tatillerinde otel köşelerinden, pansiyon odalarından bizi kurtaran. Halimiz vaktimiz yerindeyse bir tane daha, bir tane daha…
Bazen farkına bile varmayız sahip olduğumuz anahtarların zamanla benliğimizi ellerine geçirdiklerinin. Zannederiz ki hepsi bizim emirlerimize amade. Oysa hizmetkâr edinmişlerdir onlar çoktan bizi. Bütün bir ömrü anahtar peşinde koşarak geçirmek ne büyük talihsizlik... Tanıdığım bazı insanlar var anahtarların tılsımına kapılmış. Onların peşinden koşarken değer verilmesi gereken türlü hazineyi görememiş ya da terk etmiş.
Gördüğümüz en güzel düşlerden biridir anahtar. Ömrümüz ise kısacık bir uyku hali… Uyanıp baktığımızda bu düşü hayra yormak da şerre yormak da bizim elimizde. Hangi yollarla elde ettiğimiz çok önemli elimizdeki anahtarları. Kalp kırarak, insan aldatarak, yalan yanlış yollardan elimize geçmişlerse parmak uçlarımızı tutuşturan kor oluverirler. Yere çalmak isteriz, yapışırlar avuçlarımıza. Başkalarına vermek isteriz, hiç kimse almaz. Kordan bir anahtar korkutur herkesi. Eğer alın terimizle, kimsenin canını acıtmadan, kimseye zarar vermeden elde etmişsek. Değmeyin keyfimize.
Ne zaman anahtar sözünü işitsem dalgın bir insan oluşum da gelir aklıma. Gerçi hiç anahtar kaybetmedim şimdiye kadar. Genellikle ya evde unuttum ya da çantamın neresine koyduğumu bulamayıp kapımızın önünde dakikalarca aradım anahtarımı.Bir komşum vardı. İşi gücü beni takip etmek miydi? Bilmem. Ne zaman çantamda anahtarımı arasam evinin penceresinden kafasını uzatıp benimle alay ederdi. “Yine mi bulamadın anahtarını?”derdi. “Boynuna assana!” Kendisi için benim okuldan dönüşüm oldukça eğlenceli dakikalardı. Eğer unutmazsam, anahtarımı okuldan çıkmadan bulur çantamın belli bir yerine emanet ederdim. Böylelikle meraklı komşumu hayal kırıklığına uğratırdım. Fakat o zaman da okuldaki arkadaşlarımın dikkatini çekerdim. Ne yaptığımı sorduklarında “Lütfen” derdim “Karışmayın, anahtarımı bulmam lazım. Karşı komşum anahtarımı ararken görürse dalga geçer.” Bu derdin çaresini buldum sonunda. Bence anahtarlarımız için bir köşesini ayırmalıyız çantamızın. Hep aynı yere koyarsak onları arama derdimiz olmaz.
Çocukluğum Ege’nin incisi, yemyeşil geceleri olan ve caddeleri bahar kokan İzmir’de geçti. Annemler ben doğmadan öz yurtlarını terk edip yerleşmişler İzmir’e. Gelecek endişesi miydi onları köylerinden koparıp büyük şehre savuran? Yoksa topraktan mı bıkmışlardı? Kim bilir? Topraktan ve çamurdan kaçmışlarsa eğer hayal kırıklığına uğramış olmalılar. Çünkü mahallemiz uzun yıllar çamurdan kurtulamamıştı. Sokaklarımız çamurluydu, kapılarımız ise ardına kadar açıktı. Hırsızlar, kapkaççılar dolaşmıyorlardı mahalle aralarında.
Annem çalıştığı için bize babaannem bakıyordu. Onun belinde asılı duran anahtar bazen aklıma düşer. Kilitleme gereği bile hissetmezdi kapımızı. Hiç kimse evimize girmedi, hiçbir eşyamız çalınmadı buna rağmen. Babaannemin belinde asılı duran anahtarı hatırlamak o huzur dolu, herkesin birbirini tanıyıp birbirine güvendiği günlerin parıltısını taşıyor yüreğime.
Şimdilerde yüksek bir apartmanda oturuyorum. Kapımız çelikten. İki kilidi var kapımızın, iki de anahtarı. Belimize asmıyoruz onları. Çantamızın, cebimizin en ücra köşelerine saklıyoruz. Sokağa çıkarken, ya da geceleri uykuya geçmeden önce büyük bir gürültüyle kilitliyoruz kapımızı. Yine de geçen gün bir komşumuzun evine hırsız girdi. Araba almak için biriktirdiği paraları çalındı. Hepimiz çok üzüldük ve çok korktuk. Birkaç gece hırsız rüyalarıma girdi. Kim bilir kaç komşum daha kâbuslar içinde kalmıştır?
Hangi hain rüzgâr alıp götürdü o günleri? Babaannemin beline astığı, kullanma gereği hissetmediği anahtar nerede? Nerede huzur adı verilen vefasız dost? Küf kokan odalara, kilitli sandıklara mı hapsettik güveni? Bu odaların, bu sandıkların anahtarları hâlâ bizde mi? Yoksa dipsiz denizlere mi attık çoktan onları?
Maddî âlemde somut anlamlar ifade eder anahtar. Mânâlar ülkesinde ise soyut görevleri vardır. Bu yüzden şairler ve yazarlar sık sık söz ederler ondan. Filozoflar ve ruhbilimciler de ilgilenirler onla. Nasıl dış dünyada çeşit çeşit kapı mevcutsa ve her kapıyı açan bir anahtar bulunuyorsa iç dünyamızda da aynı halden söz edilebilir.
Gönül kırk kapısı, kırk kilidi olan bir köşktür. Tıpkı beş duyu organımızla algılayabildiğimiz o ihtişamlı köşkler gibidir. Bilinir ki zümrüttendir, billurdandır. Uzun sözün kısası kolay kırılır. Hemen tuz buz olur. Düşmanı da bir kötü söz, bir yan bakıştır. Eskiler gamzesiyle öldüren, tebessümüyle güldüren sevgililerden az mı söz etmişler şiirlerinde?
Kitaplarda sırlı hikâyesi anlatılır, bilirsiniz. Eğer varlığına inanıyorsak kendi gözlerimizle de görebiliriz gönlün kırk kapılı sırça köşkünü. Bu köşkü görenler değerini bilir. Kırk kapının kilidini açan kırk anahtarı elinden, dilinden düşürmez. Bu anahtarlar ne demirden yapılmıştır ne çelikten, ne bakırdan ne de tahtadan. Tıpkı köşkün kendisi gibi maddi olmaktan çok uzaktır. Vefa, anlayış, tevazu, sabır, sadakat, fedakârlık, sevgi, saygı gibi değerli madenlerden yapılmıştır sırça köşkün kırk kilidinin kırk anahtarı.
Küçük, keramet sahibi, esrarlı bir nesnedir anahtar. Bir düş kadar geçici olan ömrümüzü güzelleştiren, ona binlerce ışıltılı renk katan bir nesne.
.