Ulusal gazetelerden birinde “helal gıda sertifikası” konulu bir haber geçti. Helal gıda sertifikası… Oldukça incelikleri olan bir konu… Sayısız düşünce dolandı aklımda, bir o kadar da duygu sökün etti kalbime haberi okuyunca. Çok sayıda insan okumuştur bu haberi benimle birlikte. Neler düşündüler ve neler hissettiler acaba aynı anda?

Haberin ana fikri şuydu: Tükettiğimiz gıdaların dinî kurallara uygun gıdalar olmasına dikkat etmeliyiz. Ve bu konuda kurumsallaşmalıyız. Doğru bir ana fikir. Ne yazık ki eğer dikkatli olmazsak hem sağlık hem de vicdan anlamında birçok tuzak bizi bekliyor. Keşke gıda sektöründeki insanlar kendilerinin tüketemeyeceklerini halka layık görmeseler. “Benim ve ailemin yiyemeyeceği bir şeyi halka yediremem” deseler. Bütün problem denetime bile ihtiyaç olmadan çözülürdü o zaman.

Anadolu felsefesinin en nadide sonuçlarından biri olan ahilik teşkilatını anımsadım ister istemez. Kendine özgü müthiş bir anlayış geliştirmişti atalarımız esnaflık konusunda.  Komşusu siftah yapmadığında müşterisini ona yönlendiren ahilerimizin içleri titriyordu muhataplarının hakları söz konusu olunca. Zira onlar her gelenin bir gün gideceğini, her gidenin asla geri dönemeyeceğini, gidilen âlemde türlü sualle karşılaşılacağını biliyorlardı. Hem de bu hakikate göre yaşıyorlardı. Peki ya şimdi? Bilen ve bildiğiyle eylemde bulunan beri gelsin…

Meslek sahibi insanlara bakınız. Dünyanın en dürüst insanı gibi konuşuyorlar hepsi. Öğretmense en iyi öğretmen o. Doktorsa en iyi doktor o. Esnaf dürüst, tüccar dürüst, üretici dürüst, sanayici dürüst… O zaman ne gerek var denetlenmesine bu insanların? Üstelik bu kadar düzenbazlığı kimler yapmada? Uzaylılar mı var yoksa gerçekten de aramızda?

“Helal gıda sertifikası” denince aslında daha çok şu noktanın üzerinde durmak lazım: “Helal gıda” nedir? Mensup olunan dinin kesin kurallarla yasakladığı, “haram” saydığı gıdaların dışındaki gıda mı? Şüphesiz evet… Fakat sadece bu değil… Başka? Ve en az onun kadar önemli… Midemize inen gıda “haram para”yla alınmamalı, bu para meşru yollarla kazanılmış olmalı. Birinci koşulun sertifikası kolay da ikinci koşulun sertifikası zor mu zor… Belki de imkânsız…

Hem Hak hem de halk âşığı koca Pir Sultan, gönül gözüyle bakardı dünyaya ve insana. Talebesi Hızır Paşa, Sivas’a vali tayin olunduğunda ilk iş olarak taltif amaçlı (?) ayağına çağırdı bu sırlı Anadolu ozanını. Pir Sultan şaşırdı onun çağrısına. Hangi talebe vardı ki hocasına bu hâli reva görecek? Abdal Pir Sultan böylesine hatalı bir davete icabet etmedi elbette.  Ozanın etrafındakiler ayıbı Hızır’dan bildiler. Pir, kendinden… Şöyle söyledi: “Bir evlat atasına asi gelirse hata evlattan çok atada… Bir köpek sahibini ısırırsa hata köpekten çok sahibinde… Ve bir talebe hocasına saygısızlık ederse hata talebeden çok hocada olsa gerek.” İşte bunu söyleyen Pir Sultan yaka paça talebesinin karşısına çıkarıldığında nice zulme uğradı.

Hızır Paşa ile Pir Sultan arasında geçtiği halk tarafından söylenen bir olay da şöyledir:

Sivas’ın Kangalları meşhur… Dünyanın en asil hayvanlarından biridir şüphesiz onlar. Pir Sultan’ın yetiştirdiği köpekler de bunlardan… Pir Sultan’ın köpeklerinin önüne iki kap yemek konuldu. Bunlardan birinde haram rızık, diğerinde helal rızık vardı. Pir Sultan’ın köpekleri haramla dolu kabı kokladılar sonra da kaçtılar o kabın başından, korkunç bir mahlûk görmüşçesine... Oysa helal lokmalar kadar lezzetliydi haram olanlar da onlar için… Hızır Paşa’nın kadılarının önüne de iki kap rızık konuldu. Bunlardan biri haramla, diğeri helalle doluydu yine. Kadılar bilemediler haram hangisi, helal hangisi… Her iki kaptaki yiyecekleri de yediler. Pir Sultan’ın köpeklerinin gördüklerini Hızır Paşa’nın kadıları görememişti. O kadar dikkatsiz yaşayıp o kadar dikkatsiz rızık edinmişlerdi ki gönül gözleri tamamen körleşmişti. Haramı helalden ayırt etmek için nefis terbiyesi olmazsa olmaz unsurdur.

Bu olay gerçekleşti mi? Bilinmez… Gerçekleşsin ya da gerçekleşmesin, pek de önemli değil. Anadolu insanının güzel bakışının ürünü olan bir halk söylencesidir tekrar ettiğimiz. Söylence, kadılar hep haram yer, demek istemiyor elbette. Ne olursak olalım ister kadı, ister halk, ister hoca, ister talebe; eğer harama ve helale dikkat edersek sadece bedenlerimiz doymaz, gönüllerimiz de doyar. Helal rızık ile gönlü doyan kişi "sonsuzda kanmış” gibidir. Fakat haramla beslenen nefis bu dünyada asla doymaz. Ötelerde vay haline…

Kanaat sahibi insanlar mütevazıdır, merhametlidir, hassas ve dikkatlidir. Onlar korkarlar birilerinin hakkı üzerlerine geçer diye. Bu korku dilden değil içten bir korkudur. Tamah sahibi insanlar ise hâsittir, haindir, zalim ve umursamazdır. Bütün bu özellikleriyle ne bulurlarsa alırlar, ne alırlarsa sahiplenirler.  Cahil cesaretidir onlarınki, belki de münkir...  Aslında mutsuzdur onlar, görünürde tuzu kuru… Haram ne? Helal ne mi? Kimin umurunda…

 

Yerken ve yediklerini kazanırken cahil ya da münkir cesaretine sahip olanlara hitaben “Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!”
diyen Tevfik Fikret’i anmadan geçemeyeceğim. Hem aklında hem de kalbinde fırtınalar eksik olmasa da ne güzel söylemiş şair…

Bizler öyle aydınlık bir inancın temsilcileriyiz ki “Hakkın divanı”na varmazdan önce maddede ve manada tertemiz olmak isteriz. Ölmüşlerimizi son kez yıkamamızdaki, bembeyaz bir beze sarmamızdaki içsel neden de tam olarak budur. Meşhur Otuz Beş Yaş şiirinde olduğu gibi musalla taşındayken Sultan olsaydık keşke bir namazlık saltanatla bile olsa. Sultan ilan edilmek için değil, en önemli sorguya hazırlanmak için uzatılır kuru cisimlerimiz o taşa oysa. Bizi bizden değil, bizi başkalarından sual ederler orada. Eğer doğru yaşamışsak, helal rızık davasıyla tüketmişsek ömür sermayemizi ne mutlu bize…

“Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar!” bakış açısıyla değerlendirmiş sosyal adalet kavramını atalarımız. Aç ve aciz bir insanın karşısında besili bedenlerini tıka basa doldurabiliyorsa birileri, komşusunun açlığıyla tokluğuyla hiç mi hiç ilgilenmiyorsa, dolabını kilerini hınca hınç ediyorsa aynı kişiler; ne anlamı var sadece görünürde hassasiyet sahibi olmanın? Yunus Emre’nin “gönüllerde yazılı bu kitabın sözleri” dediği gibi, “helal gıda sertifikası”nın usulü de erkânı da gönüllerde ve vicdanlarda yazılıdır. Onu hem okuyanlardan hem de uygulayanlardan olabilelim niyazındayım…

 

( Helal Gıda Sertifikası başlıklı yazı HaticeEğilmez tarafından 2.06.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu