“Şair kimdir?” sorusuna “Şair şiir yazan herkestir” diye cevap verirsem sakın “İşin kolayına kaçıyor” kuruntusuna kapılmayınız. Bu, basitmiş gibi görülebilecek cevap, aslında işi basitleştirmek değil, tevhidi temin etmek ve hiç kimseyi dışlamamak fikrini gütmektedir. Aslında aksini düşünenlere de hak veriyorum - şiirde yaşanması ihtimali olan yozlaşmayı ve sıradanlaşmayı önleme iyi niyetine sahip olduklarını düşünerek- fakat “Herkes şair olamaz” dersek sonu kibre varan bir yola girmiş de olabiliriz. Okuyan herkesi tenzih ediyorum Bu cümleyi kuranlar için “Kibirli oldular” demiyorum. Sadece “İleride, şiirle iç içe geçen yıllardan sonra yani, böyle bir hâl gelebilir başlarına” diyorum. “Nereden biliyorsun bu yolun sonunu, müneccim misin?” diye soracak olursanız. Hayır, değilim elbette. Nasreddin Hoca’ya bindiği dalı kesince düşeceğini söyleyen yolcu da müneccim değildi.
“Herkes şair olamaz. Şairin tanımını şiir yazan herkes şeklinde veremeyiz” demektense “iyi şair”, “kötü şair”, “başarılı şair”, “başarısız şair”, “popüler şair”, “amatör şair” gibi nüanslar üzerinde durabiliriz. İşte o zaman “Şiir yazan herkes şairdir” cümlesinin değil “Şiir yazan herkes şair olamaz” cümlesinin işin kolayına kaçmak ve şiiri belli bir tekelin altına almaya çalışmak olduğu sonucuna varabiliriz. Tabii ki bunda da yanılma payı çok büyük Cahil cesareti göstermek istemem doğrusu.
Şiir yazan herkes şairdir dersek, mesela benim şu anda görev yaptığım lisenin müdürü de şairdir sonucuna varırız. İyi ki bir şairdir üstelik. Çünkü çok iyi kalpli ve anlayışlı bir kişi olan bu adam anlayışının, kibarlığının, iyi kalpliliğinin, konuşurken kılı kırk yarmasının, kalp kırmaktan korkmasının nedenini şair oluşuna bağlar. Onun sayesinde okulumuzda üç şiir kitabı yayımlattık. Bu şiir kitaplarında öğrencilerin, öğretmenlerin ve müdürümüzün şiirleri yer aldı. Bu şiirler çok mu iyi, çok mu başarılı şiirlerdi? Belki de hayır. Fakat bu sayede şiiri seven onlarca öğrenci mezun ettik okulumuzdan. Bunların hepsi ünlü birer şair olmayacaklar kuşkusuz. Şiiri sevmeleri bile başlı başına bir kâr olmalı.
Dünyaya şiir penceresinden bakmak, şair gözüyle bakmak rengârenk ufukları görmemizi kolaylaştırır bizlerin. Şiirin penceresi oldukça geniş bir penceredir hem de. Orada gönlü temiz, dili kuvvetli, hisleri derin, fikirleri yüksek herkese yer var. İtiş kakış yapmaya, birilerine “Sen çekil” demeye gerek yok bu yüzden. Şairlik ince bir zevk, kibar bir eda gerektirir. Ya da en azından halk arasında bu vasıflarıyla nam salmışlardır şairler. Adam adama “Ne şair ruhlu adamsın” der, “Ne marangoz ruhlu adamsın” demez. Bilirsiniz.
Henüz İslamiyet’le onurlandırılmadığımız çağlarda şairlerin toplumumuz içinde pek muteber yerleri vardı. Onların, öteki insanlarda olmayan güzel söz söyleme yetenekleriydi bu itibarın kaynağı. Maruz kaldıkları itibar ve iltifat eski çağ şairlerimizin başlarını döndürmedi mi? Hatta ötelerden ses duymaya ya da duydukları iddiasında bulunmaya başlamadılar mı sırf bu yüzden? Demek ki şair taifesine fazla iltifat hakikaten haram!
Divan şiirini çok severim ve takdir ederim. Atalarımız yaklaşık 600-700 yıl bu sahada kalem oynatmışlar. Yüksek bir yönleri olduğu gerçeğinden kaçamayız. Fakat hiç mi hataları yoktu? Onların en önemli hataları zümre edebiyatı olmaları, şiiri kendi tekellerine aldıkları zannına kapılmalarıydı. Hataları var diye dışlayacak değiliz elbette kendilerini yine de.
Divan şairleri yüzyıllar boyunca “Alimler ulemalar medresede bulmuşsa ben harabat içinde buldum ise ne oldu?” diyen Anadolu ozanlarını şair olmamakla, sığlıkla itham etmediler mi? Bu ithamın altında bariz bir kibir yok mu? Fakat zaman ve edebiyat tarihçileri halk ozanlarının birer şair olduklarını kabul etmediler mi? Bu kabul edişin altında halkın, kendi dilleriyle, kendilerini anlatan bu engin gönüllü ozanlara duydukları aşkın bağlılık yatmaktadır. Bunu da kabul etmeliyiz.
Daha sonraki yıllarda ülkemizde her edebi akım kendisinden önceki akımın mensubu olan şairlerin, yeni şairler de önceki akımın mensubu olan şairlerin şairliklerini sorgulamadılar mı? Recaizade Mahmud Ekrem’in “Güzel olan her şey şiire konu olabilir” sözü az mı tartışıldı? Bu söz uzun tartışmalardan sonra kabul edilmedi mi? Bu sözü ezberleyenler Orhan Veli’nin “Hiçbir şeyden çekmedi dünyada nasırından çektiği kadar” mısra-ı meşhuruna bu şiir olamaz demediler mi? Bugün biz biliyoruz ki Recaizade’nin yazdıkları da şiirdir. Tevfik Fikret’in anjabmanlı yazılıp şiir oluşundan şüpheye düşülen mısraları da şiirdir. Orhan Veli’nin meşhur mısrası da. Günümüz şairlerinin yazdıkları post modern mısralar da elbette. Yeter ki post modern modasına tabii bir şair kendisi gibi yazmayanları şair olmamakla itham etmesin, divan şairlerinin düştüğü handikaba düşmesin; post modern olmayan bir şair bu modanın takipçilerini kınamasın.
Florinalı Nazım da kendisini şair ilan etmişti. Nazım Hikmet de. Her ikisi de şair miydi? Evet şairdi. Fakat birincisi oldukça başarısız bir şairdi. Bunu ben iddia etmiyorum herkes kabul etmiş. Zaten daha yaşarken edebiyat tarihimiz içindeki yeri belliymiş zavallı şairin. İkincisi muhteşem bir şairdi. Bunu da ben iddia ve kabul etmiyorum. Bütün dünya kabul etmiş. Hatta bakınız bir insanın başarılarını rakiplerinin kabul etmeleri pek güçtür. Bugün artık Nazım Hikmet’e yurdunu dar eden ona vatan haini diyen kişi ve zümreler de kabul ettiler; daha ben fakültede okurken fakülte arkadaşlarımdan ona vatan haini diyenler de kabul ettiler ki Nazım Hikmet başarılı ve iyi bir şairdir. Neden kabul ettiler bu gerçeği? Çünkü vicdanlı her insan doğruyu bulacaktır. Bunu bize Rabbimiz müjdeliyor. Kaldı ki Nazım Hikmet yanlış fikirlere sahip olsa da- bu da tartışılır – kalemi kuvvetliydi. Gönlü zengindi.
Bakın yavaş yavaş başarılı şairin vasıflarının neler olduğuna dair fikirlerim de geliyor. Başarılı şairin gönlü zengindir, kafası herkesten daha çok basar, dile hâkimiyeti su götürmez bir gerçektir; sıradan yaşasa bile -ki çoğu gayet sıradan hayatlar yaşamışlardır- sıradan düşünmezler, sıradan hissetmezler ve sıradan söylemezler. Şair olmayan bir adam “Seni çok seviyorum, ne olur gitme” cümlesini bile zor kurarken başarılı bir şair: “Sana gitme demeyeceğim/ Ama gitme Lavinia/ Üşüyorsun ceketimi al /günün en güzel saatleri bunlar/ Lavinia yanımda kal” diyebilme gücüne ve yeteneğine sahiptir
Lisede edebiyat öğretmenim ders anlatırken ara sıra kalbimi kırmasına rağmen- “Allahım” derdim “Zaman burada dursun, ben hep şu derste kalayım” Ne anlatırdı hatırlamıyorum öğretmenim, şüphesiz edebiyata dair; beni besleyen, hissetme melekemi kuvvetlendiren şeyler anlatıyordu. Allah mantıktan uzak dualarımızı yerine getirmiyor; fakat temiz bir kalple dua edince bu duaların biraz daha gerçeğe uygun olan şeklini ihsan ediyor. Liseyi bitirince edebiyat bölümünü kazandım. Fakültede derslere girmeye başladığımda ne kadar da mutlu oldum. Subhanallah! Sağım solum edebiyat… Eskisini mi istersin, yenisini mi? “Kör istemiş bir göz, Allah vermiş iki göz” dedim. Binlerce şükürle geçti orada günlerim. Fakültedeki hocalarımın da bir kısmı benimle uğraşırlardı. Bilmem neden? Okurken bol bol çekiştirirdim, mezun olduktan sonra da her zaman hayırla yad ettim onları. Tam da istediğim gibi edebiyat dersinde kalmıştım ya, bana bilmediğim birçok şeyi öğrenmemde rehber olmuşlardı ya daha ne isteyeyim ben talihimden? Şimdi de hâlâ edebiyat derslerindeyim. Demek ki Allah ben fakirin lisedeki duasını kabul etmiş.
Edebiyat ilminin ve sanatının içinde en çok şiire önem veririm. Yukarıdaki paragraf fazlaca uzun oldu. Nereden geldi aklıma lisedeki duam? Ne diyecektim? Yıllardır ucundan kıyısından edebiyatın içindeyim Allah’ın bir lutfu olarak şüphesiz. Şiire de çok önem veririm şiirin ne olduğunu tam olarak tanımlamaya gücüm yetmez sanıyorum buna rağmen. Gerçi pervaneye ışık nedir? diye sorsanız. O da lâl kalacaktır kuşkusuz. Konuşamadığından, dili olmadığından biliyorum. Zaten bana öyle geliyor ki onu ışığın ne olduğu pek ilgilendirmiyor, sadece ışığa olan sevdası ilgilendiriyor.
Tam olarak şiir nedir? Kestiremem kestirmemesine ya pervane misali. Hem yazanı hem de okuyanı yaktığını; ne olduğuna daha yakından hatta tam da içinden şahitlik etmek isteyenleri kavurduğunu bilirim. Güzelliğiyle, işvesiyle, nazıyla görenleri kendisine meftun ettiğini de. Ona gönül vermenin, ondan yüz bulmanın zor iş olduğunu keşfettim. Vefasızlığından, âşığını kıskandırmayı pek sevdiğinden de haberim var. “Şiir yazan herkes şair olamaz” diyenlerin bu sözlerinin ona olan aşklarından, hatta onu deli gibi kıskanmalarından kaynaklandığını kestirebiliyorum bu sebepten. Fakat şiiri kendi haline bırakın derim onlara. O zaten konacağı gönlü kendisi seçer. Ne bana ne de size danışır âşığını ve âşığına uygulayacağı muameleyi seçerken. Zerre miktarı kıskanılmaktan hoşlanan şiir, kıskançlığın fazlasından yılgınlığa uğrar. Tıpkı büyüsünden emin, esrarının etkisinden memnun diğer vefasız sevgililer gibi.
Şiirin ne olduğunu tam olarak bilemeyen bendeniz şairin kim olduğunu kestirmekte bu yüzden zorluk çekerim. Hele hele bir kişiye “Sen şair olamazsın” diyemem kendimden başka… Diyebilenleri de tebrik ederim. Bilgi, donanım ve cesaretlerinden ötürü.