Kırık kalpler ülkesi…

Libya mıdır bugün, Suriye midir, Filistin midir?

Yok yere can verenler hem de kendi ülkelerinin silahlarıyla… Hem de kendi ülkelerinin mermileriyle… Onları öldüren kurşun değil hani ağacın baltaya sitemi var ya öylesine bir şeydir: “Ağaca balta vurmuşlar sapı bedenimdendir” demiş. Onlara tesir eden bu, onları kahreden, mahveden bu… Bu nasıl bir öfke ki kendi evladına içindeki tüm kusmuğu boşaltır. Bu nasıl bir irade ki kendinden olanı kesip atar acımadan. Bu nasıl bir makamdır ki ahiri el üstünde bir tabut! Sen bunu unut…

Kim toplayacak yere düşen canları… Eğil de topla her bir canı, yerdeki kanı… Elimde can izi, kalbimde cam çiziği! Kim işleyecek bir daha yok olan ruhları nakış nakış… Kim tutkallayacak milli ve manevi değerleri sonsuza değin. Dal rüzgârı affetse de kırılmıştır bir kere… Hem de yok yere!

Haydi bre!

Kırık kalpler diyarı…

Türkiye midir, Çeçenya mıdır, Irak mıdır?

Bir insanın dökmüş olduğu gözyaşı dahi o ülkenin ağlaması demektir. Biri hepsi için hepsi biri için olmadığı müddetçe yek olunmaz. Kalpler toplu çarpmadıkça bütün olunmaz. Hani meşhur bir söz dizimi var dillerde: “Seni minik bir serçenin gözyaşları kadar sevdiğimi biliyor musun sevgilim! Bu sevgim sana az gelebilir ama unutma ki serçeler ağladıkları zaman ölürler.” Ülkesi ve milleti için ağlayacak o kadar serçe var ki! İnsanı için, inancı için, varlığı ve namusu için bedel ödemeye hazır o kadar serçe var ki!

Kırık kalpler ülkesi Mülkü İslam mıdır?

Hep yıkık olan, hep ezik olan, hep viran olan, hep savaş olan…

Ve hep ölen, yok olan, sakat kalan…

Hani Ziya Paşa söylemişti ya:

“Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm.

Dolaştım mülk-i islamı bütün viraneler gördüm.”

Kırık kalpler otağı…

İnsanlığın batağı olmaz mı acaba? Bir kelebek etkisi misali sarmaz mı dünyayı çekilen her bir ah? Sineye nakşolunan her bir öfke, tene atılan her bir çizik, ruha basılan her bir acı mühür bir bumerang gibi Batı’yı da bulmaz mı? Suya atılan bir taş gibidir bir insanın yok yere öldürülmesi; o dalga büyümez mi? Sarmaz mı kara kıtanın açlığı Haçlıyı… Bir mide ağrısı tutmaz mı tokluyu… Bir annenin feryadı bulmaz mı onları? Bir kadının tecavüze uğraması onları gebe bırakmaz mı insanlığa?

            Şafak PAVEY anlatmıştı bir televizyon programında. Afganistanlı adı Muhammet olan bir çocuğa sormuş: “Büyüyünce ne olacaksın?” diye…

            O da yanıtlamış hemen bu soruyu. “Kalp Doktoru olacağım.” diye. Yanıt Şafak’ın dikkatini çekmiş. Ve tekrar sormuş: “Neden kalp doktoru olmak istiyorsun Muhammet?”

Muhammet hemen cevaplamış yine. “Afganistan’da kalbi kırık insan sayısı çok fazla bu yüzden.” demiş…

            Kırık kalpler ülkesi… Bombalanan, yakılan, yıkılan, asılan, kesilen… Nasıl tamir edecek kırık kalpleri, nasıl onaracak hayal kırıklıklarını? Yitip giden umutları, kaybolan düşleri nasıl silecek Muhammet?

            Ülkeme dönüyorum ve bakıyorum etrafıma… Ne kadar kalbi kırık insan biriktirmiş bu ülke… Herkesin bir şekilde serzenişi var, sitayişi var, sitemi var. Bir gün bunlar toplanıp bir yanardağ gibi ifrazat saçarsa şaşmasın ve korkmasın kimse! Göstere göstere atılan bir gol olur bu ya da bile bile yenilen bir gol!

            Kalp doktoru olmayı hayal eden kaç gencimiz var Muhammet gibi düşünen. Ülkem insanının her türlü kırıklıklarını alan.

             Sorun kalbi kırık olanların çokluğundan ziyade bu kırıklıkları dert edinen insanlarımızın az olması ve hiç olmamasıdır.

            Zehir saçan bir bal arısı gibi uçup uçup konmayın çiçeklere… Öz olun, toz olun, koku olun, tat olun sadece… İğne olmayın, zehir olmayın, acı olmayın kat’a…

            Kırık kalpler mekânı…

Hüzün biriktiriyorum, para gibi… Harca harca bitmez.

Acıdan koleksiyonum var pul gibi… Göster göster yetmez.

Gülü solmuş bülbülü susmuş; Mecnun’u gitmiş Leyla’sı küsmüş; Mevlana’sı unutulmuş, Yunus’u kaybolmuş bir ülkede elbette yozlaşma olacak, elbette tükenme olacaktır.

Öfke biriktiriyorum bir buzdağı gibi… İçimde kök salıyor görünenden daha büyük bir buzdağı hem. Haksızlığa, yalana dolana, iftiraya, maddiyatçılığa, köksüzlüğe, inançsızlığa…

            Mavi Marmara oluyor yüreğim isyan ediyor topa tüfeğe… Ablukaya alınmış, kırıma tabi tutulmuş, Akdeniz karadeniz oluyor bir anda… Dalga dalga vuruyor öfkem tüm insanlığın sahillerine… Kumlarına şunu yazıyorum hiddetle:

“Furkan’ı vuran kurşun sizi de vurmaz mı?

Gözyaşı döken serçe sizi de yaralamaz mı?

Kalbi doktoru olmak isteyen Muhammet sizi de tedavi etmez mi?”

Kalbi kırık insanların ülkesinde bekliyorum tüm insanlığı… Kimi kurşun yemiş yok yere, kimi laf yemiş bilmem niye, kimi sillesini yemiş feleğin es kaza. Kimi inancından dolayı yok sayılmış, kimi renginden dolayı hor görülmüş. Kimi petrolünden dolayı katledilmiş, kimi coğrafyasından dolayı silahlara denek edilmiş. Kimi ihanet etmiş, kimi satmış, kimi asimile olmuş, kimi ruhunu geride bırakmış. Ve hep mağlup olmuş kırık kalpli insanların memleketleri… Hep yenilmiş ve hep ölmüş yok yere kırık kalpliler… Kurban vermişler canavara her gün… Canavarda bana mısın demeden içmiş kanı, yemiş eti… Tek dişi kalmış lakin can ister yine, kan ister dahi…

            Kırık kalpler durağı…

            İnecek var.

( Kırık Kalpler Ülkesi başlıklı yazı GürhanGürses tarafından 22.06.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu