Şehirdekiler, çoğunlukla her gün karşılaştıkları mimarî eserlere dikkatli bakmaz ve dikkatli bakmadığı zaman da bakmadığı yapının özelliklerini de görmez. Bazen yapıyı görmek, yerinde incelemek, fotoğraf çekmek için gelenlere yapı hakkında bilgi vermesi gerekenler, birkaç cümlelik açıklama sonrası, karşısındakinin açıklamaları ile bilgisini yenilemek zorunda kalır. Görünen o ki biz, başkası gibi ne mimarî yapılar hakkında bilgiye sahibiz ne de onlar gibi bu yapıları korumaktayız…
Bir Japon’un el kitabında yeme-içme ihtiyacını karşılaması için adresler yer alıyordu. Bulunduğumuz noktada Japon, “Hello-Have are you ?” faslından sonra “Good” diyerek, elindeki kitaptan mekân hakkında bilgileri gösterdi.
Biz, yabancı kadar sahip olduğumuz yapıların değerini bilmezken, başkasının bu yapıların kurucularını, tarihteki işlevini, yapılan restorasyonları bilmesi, insana ıstırab vermez mi?
İstanbul’da yoğun bir ziyaretçi trafiği… Sultanahmed, Yerebatan Sarnıcı, Topkapı, Ayasofya ve derken etrafta kümelenen kitap satıcıları, kartpostalcılar… Bir dönem bu yapıların sakinleri burada yaşarken şimdi yaptıkları yerlerinde durmakta iken kendilerine edilmedik beddua kalmadı. O atmosferde “Madem kendilerini vatan haini olarak görüyorsunuz, yaptıkları sarayları da yıkın ve yerine daha ihtişamlı yapılar kurun” şeklinde içimden geçenler var…
Bu yapıları yapanlar, yaptıranlar, yaptırtanlar kendilerinin hayırla yad edileceklerini sanmakta yanılmışlardır. Konaklara, yalılara bakarken bu yapılarda kalanların bu yapılara ilişkin ne derecede bilgi sahibi olduklarını bilmiyorum. Lakin insan, oturduğu yapıyı yapana bırakın rahmeti bari laneti okumasın.
Ayasofya’nın içinde yer alan ve yüzyıllarca yerlerinde olan Lafz-ı Celîl, Cihar-ı Yâr-ı Güzin ve diğer kimi büyük-yuvarlak hat sanatı örnekleri çıkarılmak istenmiş. Kapıdan çıkmadığı için ya da çok tepki toplayacaklarından tekrar yerlerine asılmış.Daha önce ziyaret ettiğimde ayakkabımı çıkarmam, dikkat çekiciydi, öyle hissettim. İkinci-üçüncü kez de aynı ayakkabıları çıkarmış olmam, başkasının dikkatini çeksin çekmesin umurumda değildi. Çünkü saygının ifadesi olan bu hareket, maalesef unutulup gitmiş. Bu yapının herhangi bir kimlik taşımamış olması karşısında tarihte olana ve bitene aldırmama, şehrin kimliksizleşmesinde ya da günümüzdeki yaşantının en güzel yaşantı olarak adlandırılmasında aranmalı:
-Sen mi kurtaracaksın, dünyayı?
-Yahu anladık da Ayasofya ibadete açılmak istensin, gör halimizi. Bizi AB’ye almazlar.
-Burası müzedir, müze kalacak!..
-Bu olacak iş mi? Osmanlı Dönemi hortladı…
Bakıp şaşıyorum, işe. Bu aşamada sözü sukûta bırakmak lazım.
Şehirlerin mimarîsi korunmalı ve gereken bilgilendirme yapılmalı.
Nevşehir’in kurucusu bilinen Damat Nevşehirli İbrahim Paşa’nın külliyesinde sadece sembolik olarak açık olan hamam var. Biraz ileride kocaman bir ibrik ve ondan beslenen iki kap daha. Yukarıda Nevşehir Kalesi… Külliyenin restorasyonu olmalı ki kapısı kapalı. Umarız öyle bir durumdur, karşılaştığımız.
Diyarbakır’dayız. Diyarbakır Kalesi adeta can çekişmekte… Son on yılda birkaç kez onarım, tadilat, restorasyon derken ortadaki manzaranın pek iç açıcı olduğunu söyleyemeyiz. Madem yıllardır onarım var ve bu onarım halen bitmek bilmez bir derecede… Çimento ile taşın harika bütünlüğü gözün zevkini yerlerde süründürtmeye devam ediyor.
Mardin’deyiz. Kasımiye Medresesi’nin esaslı bir onarımdan geçtiğini gördük. Burada 5. SİNEMARDİN Sinema Şenliği’nin devasa afişleri var. Medresede defileden sergilere kadar birçok etkinlik yapılmış. Kasım Padişah’ın mezarı kayıp ve Medresenin yanı başında babası Cihangir Şah’ın Türbesi var. Bu medreseye girdiğinizde tanıtımı sağlayan bir broşür bile söz konusu değil. Bir dönem çıkan ABBARA isimli dergide yazmış olanlardan biri olarak, etrafa bakıyor ve medyada ön plâna çıkartılan Mardin’e dair kitap soruyorum. Artuklu Üniversitesi’nin sempozyum kitapları öneriliyor. Mardin’e dair aldığım salnamede Çınar İlçesi’nde olan Zerzevan Kalesi, halen Mardin Yıllığı’nda yer almakta. Bu hususta itirazımız olsa da yazımız cevapsız kalmıştı, yıllar önce.
Şanlıurfa, Peygamberler Şehri olarak turizm alanında yapılan çalışmalarla haklı bir şöhret elde etti. Lakin Diyarbakır’da Peygamber Kabirleri, makamları ve sahabî mezarları olmasına rağmen gereken tanıtım yapılmadığı için Şanlıurfa’nın çok gerisinde kalmış.
Bugün yazılacak çok konu var, bu alana ilişkin. Maalesef mimarî alanında yapılan çalışmalar yetersiz, onarımlar orijinalliği bozmakta, yapılanlar ehil olmayanların elinde çok önemli yapıların deneme tahtasına dönüşümüne zemin hazırlamakta.
Diyarbakır’da mevcut birçok tarihî hamam atıl durmakta. Kapılarında kocaman asma kilitlerin bulunduğu hamamlar… Kimi ana cadde üzerinde bulunan hamamların soğukluk kısımlar, işyerine dönüştürülmüş. Hatırımda kaldığı ve fotoğraflara yansıdığı kadarıyla bir devlet bankası bile şubesinin biri için hamamdan yer kiralamış.
Fatih Paşa Camiî önü yüzlerce yıllık bir Pazar alanı iken daraltılmış, küçültülmüş, camiî müştemilatıyla daracık bir avluya hapsedilmiş. Gecekondularla çevrili alanda devasa Fatih Paşa-Kurşunlu Camiî görünmez olmuş. Yaptıran Paşanın mezarını gösterecek bir levha,açıklama yok ve mezarının hali içleracısı. Ki bu paşa, Diyarbakır’ın Safevî hakimiyetinden alınmasında rol oynamış, şehrin fatihi konumunda: Beylerbeyi Bıyıklı Mehmed Paşa.
Yanı başında Tebriz Fatihi Özdemiroğlu Osman Paşa’nın kabri yerli yerinde. Tezatın çarpıştığı bir mekân. Biri yapının kurucusu ve şehrin ilk Osmanlı Valisi biri Tebriz Fatihi. Birinin mezarı bakımsız ve korumasız, zarar görmüş iken öbürünün türbe içinde, korunaklı. En son TYB Kurucusu ve TYB Vakfı Başkanı Sayın D.Mehmet DOĞAN’ın Diyarbakır’a gelişinde baktığımız mekânda değişen bir şeyler olmamış.
Şehir Tarihçilerinin bizde daha yetişmemiş olması ve bu alandaki ilgisizlik alıp başını yürümüş. Halen bir konu hakkında başımız dara düştüğü vakit Evliya Çelebi’ye yöneliyoruz. Bazen akademik olsun hesabı ile Diyarbakır’ı ömründe görmemiş, kitaplardan yola çıkarak anlatan İstanbul’da mukîm zatların eserlerinden öğrenmek icap ediyor.
Çok sayıda şehirden bahsetmeye gerek var mı? Bilmiyorum. En son bulunduğumuz Gaziantep’te bir kilisenin yıktırılan yapı ve yol çalışmaları ile ortaya çıktığını söyleyen Sayın Abdurrahman YİĞİT, bizi mezkûr alana götürdü. Belediyenin onarımı sonrası açık tutulan yapı, kültür ve sanat merkezine dönüştürülmüş, gün boyu açık. Gaziantep’te birçok yapının-kilisenin de işlerliğe kavuşturulduğunu söyleyebiliriz. Cemaatı kalmamış ibadethanelerin camiî olarak kullanımı kabul edilebilir de başka bir amaçla kullanımı bence hoş karşılanabilir bir durum değil. İbadethaneler daima ibadethane kalmalıdır. Bu sebeple haklı sitemimize şu şekilde cevap verilebilir: “Bu şekilde koruyoruz. Kullanıma açık olmasa yıkılacaklar.”
Bu yazıyı nasıl noktalamalı? Keşke yerimiz beş-on şehri içine alabilecek kadar geniş olsaydı ve yazılanlara dair haklı tenkidler olsaydı… İçimizden geçen bu, düşündüğümüz bu. Sözün özü, şehir tarihçiliği bizde daha emekleyen bir uğraş ve resmîyette tanınmayan bir sanat dalı…” Sanat Tarihçiliği “ öne sürülürse, şehir tarihçiliğinin farklı bir alan olduğuna dair bize destek çıkacak dostlar aranıyor. Sözümüz sadece dostlara.