Bugünden itibaren yazılarıma başlarken sizlere en derin muhabbet ve selamlarımı sunuyorum. Gönlünüzün sofrasında olmak ve bu sofrada Türk Edebiyatı adına bir şeyleri paylaşmak mutluluğuma mutluluk katıyor.
Efendim ben Türkçe öğretmeni olarak milletimize 25 yıl hizmet vermiş ve 2006 yılından bu yana emekli öğretmen olarak hasbelkader bir şeyler karalamaya çalışmış ve biliyorum demekten çok öğrenmeye çalışan, anlıyorum demekten çok anlamaya çalışan, yazıyorum demekten çok yazmaya çalışan bir gönül işçisiyim.
Evet gönül işçisiyim diyorum. Ben yokluktan var’a, yanlıştan doğruya, çirkinden güzele giden biri olduktan sonra nasıl kendimi “her şeyi ben biliyorum “ diye tarif edebilirim, mümkün mü bu?
Sizlerden öğreneceğim o kadar çok şey var ki dostlarım. Şu anda deryanın içindeyim ama deryadan haberdar bile değilim. Kaleminizi göreceğim, kalemim olgunlaşsın. Yüreğinizi öreceğim, yüreğim olgunlaşsın.
Yeri geldiğinde mısralarınızın içinde, yeri geldiğinde de cümlelerinizin arasında kaybolacağım. Kalemim kaleminize şevk vermek için adeta çırpınacak…
İşte bu duygular içinde en derin hislerimle sizleri tekrar selamlıyorum.
Değerli Gönül Dostlarım,
Şu anda içinde bulunduğumuz siteye Safiye Samyeli bacımın isteğiyle üye oldum, iyi ki de olmuşum. Çünkü buraya taşan gönüllerin sıcaklığına şahit oldum. Allah nasip ederse bundan sonraki günlerde de bu sıcaklığı hep birlikte yaşayacağız. Yalnız benim bir konuda endişem var: Maalesef diğer sitelerde olduğu gibi şiirlere gösterilen ilgi kadar düzyazılara ilgi gösterilmiyor. İnşallah bundan sonraki günlerde, bu düşüncemi bozacak hamleleri elbirliğiyle atarız.
Şurasını unutmayalım ki, nasıl şiirin kendine has etkileyici bir gücü varsa, düzyazının da bir o kadar etkileyici gücü vardır. Edebiyata ayırdığımız zamanlarımızda her ikisini de ihmal etmeyelim. Kalemimizi denemeyle,makaleyle,hikayeyle,hatıralarla,sohbetlerle güzelleştirmeye çalışalım. Kısacası iç seslerimizi içte bırakmayalım.
Değerli Gönül Dostlarım,
Günlük hayatımızda sözün uçup gittiğini ama bunun yanında yazının kalıcı olduğunu düşünecek olursak, devamlı yazmak için ellerimizi yorgun düşürsek de yazalım. Edebiyat yolculuğumuzda dış etkenler bizim şevkimizi kırmasın. Çabamız hiç eksik olmasın.
Gönül seslerimizi terennüm edelim durmadan ve susmayalım. Şayet biz susacak olursak, edebiyattan nasibini almayanlar konuşmaya başlayacaktır. Bu da bize hiçbir fayda sağlamayacaktır. Buna en canlı misal isterseniz, memleketimizin fotoğrafını bir günlük olsun çekin yeterli…
Oradaki resimde milli ve manevi değerlerin nasıl erozyona uğradığını, geleneksel dokumuzun nasıl karartıldığını göreceksiniz. Öyleyse şair ya da yazarın hedefi susmak olmamalı. Kalemiyle devamlı konuşmalı. Gönül seslerini dışa vurmalı. Vurmalı ki her seher uyanışımızda etrafımızda yine güller açsın, bülbüller tekrar sevdaları aktarsın. Mahzun kalan geceler mehtap ve yıldızlarla donatılsın. Buna millet olarak şiddetle ihtiyacımız var.
Şair ve yazar susarsa yalan,hicran ve hüsran üzerimizde hakimiyet kurar. Bütün bunların üzerimizde hâkim olmasını istemiyorsak o zaman yazalım ve yazdıralım.
Ne dediniz? “ Ben yazamam mı “ diyorsunuz. İşte size bu konuda mükemmel bir misal: Bir zamanlar peygamberimiz de “ Ben okumak bilmem “ diyordu. Sonuç ne oldu, hepiniz biliyorsunuz.
Bir başka sohbetimde “Nasıl Yazmalıyız? “ konusunu dile getirmek üzere Allah’a emanet olun dostlarım.