B.
FAZLA PARAN VAR MI ?
İki arkadaş çoktandır karşılaşmamışlardı . Ahmet Bey ,kahveye gitmeyi sevmezdi ama müsait gördüğü esnaf arkadaşlarını da seyrek olmasına dikkat ederek ziyaret ederdi .
Hani ne demişler “ Seyrek git dostuna ; kalksın ayak üstüne “
İşte o hesap .
Kitapçı dostu çayları söyledikten sonra kızının başından geçen bir olayı anlatmaya başladı :
“Benim kız annesiyle , bir fırından haşhaşlı ekmek alıp çıkmışlar .. O sırada önlerinde yürümekte olan başka bir kıza , garip bir ihtiyar yaklaşmış .
- Ekmeğe zam gelmiş kızım ; haberin var mı ?
- Ha ; evet !
Kız omuzlarını silkip yoluna devam etmiş . Bu manzaraya şahit olan kızım torbadaki haşhaşlı ekmeği çıkararak ihtiyara uzatmış “ Al dedeciğim ; akşama yersin !” İhtiyar ekmeği tereddütle alırken yine de sormuş “ Ama siz akşama ne yiyeceksiniz ? “
Ahmet Bey’in yüzünde bir gülümseme belirdi . Kırarmış kaşlarını kaldırdı :
“ Laf lafı açar ; ben de geçenlerde şehir meydanından geçerken çok yaşlı bir adam , elindeki karton kutu kapağı içinde bir şeyler satıyordu . Aslında bu satış şekli dilenmenin en hüzünlü şeklidir ama insanlar bunun farkına bile varmazlar . Bu gizli fakirleri seyyar satıcı sanırlar . İhtiyar önümüzde yürüyen bu kıza seslendi “ Kızım , alır mısın ? “
Kız umursamadan yürümesine devam etti . Aynen senin olay gibi . O sırada ben de elinden tuttuğum torunumla beraber yanlarından hızla geçmiş olduk . Sekiz on adım attıktan sonra ben geri dönünce torunum şaşırdı . Kutu kapağının içinde ciklet ve kağıt mendiller olan ihtiyarın yanına gidip iki paket ciklet aldım . Cikletleri yanımda yürüyen torunuma verip yolumuza devam ettik .
Yedi yaşındaki o zeki çocuk , kara gözlerini gözlerime dikmiş “ Dede , biz bu cikletleri yardım olsun diye aldık değil mi ? “ “ Evet yavrum , bu ihtiyarın ihtiyacı var ama dilenmiyor .. “
Çaylar gelmiş , dükkana gelen birkaç müşteriyle de yardımcısı ilgilendiği için iki dostun muhabbeti bozulmamıştı .
“ İşte böyle arkadaşım , dedi . Geçenlerde bir yerde oturuyorduk , meczup bir kadından bahsettiler . Arkadaş diyor ki “ Kadın yanımıza geldiğinde her arkadaşa tek tek aynı soruyu soruyu sordu ‘ Fazla paran var mı ? ‘ Hepimiz afalladık, evet hiç kimsenin fazla parası yoktu ve kimsenin eli cebine gitmedi . Bu cevabı zor soruyu çok düşündüm . Sınavı kaybetmiştik , çünkü hepimizin az veya çok fazla parası vardı . Bütün mesele o parayı fazla yapabilmekti . Nasip meselesi ‘
Müderris Cemal Bey’in kızı Hikmet Hanım anlatıyor babasını ;
“ Soğuk bir kış günüydü . omzundaki sırığa asılı tablalarıyla bir seyyar satıcı “ Yoğurt kaymaaaak … Silivri kaymaaak ! “ diye bağırarak geçip gitti. Sokağımız yine kar ve soğuğun derin sessizliğine gömüldü . Kuşlar bile açlıktan kuru dallarda cıvıldaşıp duruyorlardı . Ben ev işlerine dalmıştım . Aradan ne kadar vakit geçti bilmiyorum . Yoğurtçunun sesini tekrar duydum . Babam içeriden seslenerek yoğurt almamı istiyordu .
-Ama babacığım , evde yoğurdumuz var .
- Olsun kızım ; sen yine al . Bu adamcağız birkaç saat önce bu yoldan yine geçmişti . Demek ki yoğurdunu satamamış . Akşama eve ekmek getirsin diye onun yolunu gözleyenler var . Sen yoğurdu verecek bir yer bulursun .
- Kime vereyim babacığım ?
- Komşulara ver !
Komşular dediği Balkan muhaciri kiracılarımızdı ve bir süredir onlardan kira da almıyordu . “
Emekli Ahmet Bey’in kitapçı arkadaşı Hasan Basri Bey , gün görmüş güzel bir müslümandı :
- Evet , Ahmet Bey , dedi . Cebimizde daima fazla para var , var ama o parayı fazla yapacak kalp açıklığına her zaman sahip olamıyoruz dostum !