Bir horozumuz vardı, kuş gribinden uzak. Delikanlı mı delikanlı idi. Mahallenin bütün tavuklarının gözü onun üzerindeydi. O da bunu farkında cakalı cakalı mahallede turlardı. Gözü karaydı, ibiği kıpkırmızı idi. Mahallenin horozuydu, yükü ağırdı.Yabancı horozları sokmazdı mahalleye. (Horoz kadar olamayanlara duyurulur.) Derenin orası doğal tuvaletlerdi eskiden. Bizim horozda orada defi hacete çıkanlara hücum ederdi. Arkadan ansızın yaklaşır adamın sırtına zıplardı. İbiğine kuvvet, beyaz etine lezzet. Sadece şekerden ibaret değildi horozlarımız, etiyle kemiğiyle bizim olan horozlardı. Sabahın kör vaktinde kurulu bir saat dakikliğinde öter dururdu. - Üüürrrüüü üüüüü ! diye…
                    Dütürü dünyanın üttürücüleriydi horozlar. Horozlu şekerimiz vardı, horozuyla ünlü şehrimiz.. Ama hiçbirisi bizimkine benzemezdi. Başka bir alemdi. Anlatmak için kelimeler kafi değil inanın.
                 Çocukluğumuzun en güzel yanlarından birisi de oyunlardan fırsat bulduğumuzda verdiğimiz kısa aralarda atıştırdığımız abur cuburlardı. Hele sac ekmeğinin üzerine tereyağı sürüldü mü bir de tereyağının üzerine toz şeker serpildi mi değmeyin keyfimize! Ya Rabbim ne tattı o? Artık yokluk muydu onu hoş eyleyen, çocukluğumuzun yorgunluğu muydu bilemem?
Bir gün elimde tereyağlı, şekerli ekmekle dolaşırken Tepe’de bizim haşin horoz abi ile karşılaşmayayım mı? Bir düellodaymışçasına karşı karşıyaydık. O gözlerini elimdeki tereyağlı, şekerli ekmeğe dikmiş, kabara kabara üstüme doğru geliyordu. Bense insanoğlunda varolan elindekini koruma içgüdüsüyle gardımı almış onun hamlesini bekliyordum. İki ayağıyla zıplayıp karnımın ortasına vurdu. 
                 -Holoşş ! dedim 5 yaşın tüm bozuk ve korku dolu yarım yamalak Türkçesiyle. Aldırmıyordu, iyice dövüp elimdeki tadı almak istiyordu. Bir hücum denemesinden sonra tekrar:
                - Holoşşş, Bana bak, seni döverim ha! dedim. Horoz çok korktu(?) Tam üstüme atlayacakken rahmetli dedem yetişti ve o serseri horozu kaçırttı. Ve o günün hatırasından bugüne - Holoşş seni vururum. sözü kaldı.
                 Bizim azgın ve de çapkın ve de sapkın horozun akibeti ne oldu diye merak edersiniz ona şöyle bir sonu uygun buldum:
              Yine günlerden bir gün bizimki avare avare dolaşırken o çöplük senin, bu çöplük benim diye vakitin geçtiğinin farkında olmaz. Karanlığa kalır. Kümese geç vakitte dönmesi marifetmiş gibi bir de evin orada oyalanır, kümese girmek istemez. İçerideki tavukların ısrarlı gıdaklamalarını ciddiye almaz, haytalığına devam eder. Rahmetli dedemi çok uğraştırır. Dedem sonunda dayanamaz ve elindeki işlemeli bastonunu bizim artist horoza doğru fırlatır. Bingo! Tam isabet. Bizim aylağın kafasının tam ortasına değer baston. Bizimki iki seksen yere uzanır. Sonra kalkar. Başı bir iki daire çizer ve yere düşer. Dedem der ki: - De git haydi! Nereye gidersen git.
             
Akşama bulgur pilavının üstünde bir kızarmış horoz .Ladesi elimizde şartım şart diye.
            Bir horozumuz vardı. Delikanlılık taslardı. Lakin ömrü yetmedi. Yediği önünde kaldı, yemediği arkasında..Tepe bir daha öyle horoz görmedi.
 
( Horoz Seni Vururum başlıklı yazı GürhanGürses tarafından 10/8/2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu