Dilber kadının hamam kubbelerini titretecek cinsten gür sesinin peşine takılıp gönülsüzce kalktı eğretice uzanıverdiği aç pirelerin güreş tuttuğu yatağından…

                      -Çayları tazele hele sürmeli!!

                       Şıpıtık terliklerini sürüyerek ikiletmeden yaptı üzerine ıslak sümük gibi yapışan vazifesini…Boşları toplayıp;bir soysuzun vişne çürüğüne çalan ağdalı pis pıhtısının kokusunu kınayla kaybetmeye çalıştığı ellerini  keçeleşinceye kadar yıkadı…Yıkadı bulaşıkları…Kapakladı tezgahın üzerine…

                       Taş binayı ısıtmaya zorlanan soba kızgın bir ejderha gibi ağzını açmış indiriyordu habire işkembesine sürmelinin attığı kürek dolusu kömürleri.Her seferinde daha fazlasını istiyor verdikçe de kor halinde ki dili azgın alazlar halinde etrafındakilerin yüzlerini yalıyordu…

                      Çöl ahusu çevikliğindeki sürmeli ,güve yeniğinden doğal ajurlar oluşmuş yün hırkasına sıkıca sarılıp,koltuk altlarının yangınıyla ısıttı soğuktan morarmış parmaklarını…

                      Çökermiş gibi ilişti yatağının kendisine yabancı bir köşesine.Derinlerde,bedeninin gözle görülmeyen bir yerinde ki derin yaradan kaynaklanan dayanılmaz bir sızıyla uyuşmuş gibiydi…Tüm beyin hücreleri işlevini yitirmiş,güne hasret gün yanığı yüzü sararmış,gözlerinin altında mor halkalar oluşmuştu.Günler önce bir daha ne zaman göreceği meçhul dost yüzleri beynine,seslerini yüreğine kazımıştı.Kendi ördüğü duvarların çeperinde yankılandı sesleri,aynalara düştü suretleri…Onların kucaklayan sıcacık dünyasına dalıp gitti…Hüzünle sevincin yoğrulmasıyla;tatlıyla acının karışımı gibi mayhoş bir karşılaşmaydı bu…

                      Özgürce soluduğu havayı ciğerlerine çektikçe tüy gibi hafiflediğini hissediyor;acı meyvaların kristal bir tabağın içinde sunuluşunu,yüzünde asılı kalmış güdük bir hüzünle sevdikleriyle üleşiyordu…İçindeki fırtınanın hortuma dönüşmüş hali etkisini yitirmiş,üzerine çöken ağır hasar bertaraf edilmişti.Birden bastırıveren tatlı uykunun kollarına teslim olmaya hazırlanırken;gergin tefin tıngırtısına bayılan Kocaoğlan gibi devrildiği yatağı dolduran Dilber kadının kaçak tütünden çatallaşmış,erkeksi sesi çınladı kulağında…

                     -Çorbayı kaynattın mı kız sürmeli!!

                       Kudret tarafından sürmelenmiş gözlerini düşürdü yere.Yükünü sırtlayıvermişlerdi kendinden önce gelenin…Mahçup,ezik,ürkekti deliğe tıkıldığı ilk gün.Sorgu melakeleri gibi etrafında bitiveren,acılı hikayelerin öznesi,damgalanmış,kader mahkumu kadınlar…Mühürlü ağzından laf aldıkça her kafadan bir ses çıkıyor;ilençlere alkış sesleri,yaşa varol nidaları karışıyordu…
 

                      Askere uğurladıkları oğullarının;yatalak anasına,yaşlı atasına emanet ettikleri sürmeli gelin,aygın baygın bakışları,şehvet dolu nazarları görmemezlikten geldi çok uzun süre…Ay ışığında gizemli bir söyleşi paylaşan derenin serin sularına dalıp,dalıp gidiyor içinde çöreklenen sıkıntıya cankurtaranlık yapacak askerine uzun,uzun özlem nameleri yazıyordu…Çile güllerini derametlerdi bölük,pörçük uykularının aralarında .Cami avlusuna bırakılmış çocuk yalnızlığında kimseye açıklayamadığı derdiyle,kirpiklerinin arasına sakladığı katmerli gülleri dökülüveriyordu geceleri odanın dört bir köşesine…Sol yanının buza kestiği uzun kış geceleri sessizliği bölen ayak seslerini,çıtırtılarını duyumsadığını sanır,sıçrardı üzerindekilerle uzanıverdiği  içirik döşeğinden…Pırıl,pırıl bir bahar gününde aniden başlayıveren sağanağın ortasında kalmış gibi nemlenirdi diri bedeni…Kendini hapsettiği kahır dolu sesiz dünyasında göz önünde olmaktan kaçınır;uçkuru gevşek sözde kayınbabası olacak adamın zehirli ok gibi delici bakışlarından güya sakınırdı…İçine düştüğü çözümsüzlük dehlizinde acemi ve safça çırpınıyor;ruhuna esip duran fırtınanın en cılız bir esintisini bile dışarıya sızdırmadan kurtulmaya çalışıyordu…

                      Her tarafını saran o tatlı tembelliğe ram olmaya hazırlanırken;düşünce yorgunu bedeni henüz uykuya alevlenmişken,kapının zorlanıp aralanmaya çalışıldığını,kaba nefes alışverişlerin gecenin bilinmezliklerine açılan penceresinden büyüyerek içine alacağı çirkinlikleri önlemek amacıyla askerinin çifte namlulu mavzerine yapışıp,şuursuzca tetiği çekti…

                       Birbirini takip eden silah sesleri gecenin karanlığını yırtarken;namusuna göz diken hayasızı aklayan,mağduru da topuzu kaçmış kantarda tartıp suçlayan mahkeme kuruluvermişti…

                       Nefsi müdafaa da olsa yirmili yaşlarını süren,yediveren güllerini kıskandıracak güzelliğinin ve ketumluluğunun kurbanı olarak;mapus damlarının nemli, ,güneşsiz,güvensiz,ılık nefesli kalabalık ortamında çile küplerini gözyaşlarıyla doldurmaya mahkum edilmişti.

 

( Kahpe Felek başlıklı yazı F.TÜRKDOĞAN tarafından 18.10.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu