-Çayları tazele hele sürmeli!!
Şıpıtık terliklerini sürüyerek ikiletmeden yaptı üzerine ıslak sümük gibi yapışan vazifesini…Boşları toplayıp;bir soysuzun vişne çürüğüne çalan ağdalı pis pıhtısının kokusunu kınayla kaybetmeye çalıştığı ellerini keçeleşinceye kadar yıkadı…Yıkadı bulaşıkları…Kapakladı tezgahın üzerine…
Çöl ahusu çevikliğindeki sürmeli ,güve yeniğinden doğal ajurlar oluşmuş yün hırkasına sıkıca sarılıp,koltuk altlarının yangınıyla ısıttı soğuktan morarmış parmaklarını…
Özgürce soluduğu havayı ciğerlerine çektikçe tüy gibi hafiflediğini hissediyor;acı meyvaların kristal bir tabağın içinde sunuluşunu,yüzünde asılı kalmış güdük bir hüzünle sevdikleriyle üleşiyordu…İçindeki fırtınanın hortuma dönüşmüş hali etkisini yitirmiş,üzerine çöken ağır hasar bertaraf edilmişti.Birden bastırıveren tatlı uykunun kollarına teslim olmaya hazırlanırken;gergin tefin tıngırtısına bayılan Kocaoğlan gibi devrildiği yatağı dolduran Dilber kadının kaçak tütünden çatallaşmış,erkeksi sesi çınladı kulağında…
-Çorbayı kaynattın mı kız sürmeli!!
Askere uğurladıkları oğullarının;yatalak anasına,yaşlı atasına emanet ettikleri sürmeli gelin,aygın baygın bakışları,şehvet dolu nazarları görmemezlikten geldi çok uzun süre…Ay ışığında gizemli bir söyleşi paylaşan derenin serin sularına dalıp,dalıp gidiyor içinde çöreklenen sıkıntıya cankurtaranlık yapacak askerine uzun,uzun özlem nameleri yazıyordu…Çile güllerini derametlerdi bölük,pörçük uykularının aralarında .Cami avlusuna bırakılmış çocuk yalnızlığında kimseye açıklayamadığı derdiyle,kirpiklerinin arasına sakladığı katmerli gülleri dökülüveriyordu geceleri odanın dört bir köşesine…Sol yanının buza kestiği uzun kış geceleri sessizliği bölen ayak seslerini,çıtırtılarını duyumsadığını sanır,sıçrardı üzerindekilerle uzanıverdiği içirik döşeğinden…Pırıl,pırıl bir bahar gününde aniden başlayıveren sağanağın ortasında kalmış gibi nemlenirdi diri bedeni…Kendini hapsettiği kahır dolu sesiz dünyasında göz önünde olmaktan kaçınır;uçkuru gevşek sözde kayınbabası olacak adamın zehirli ok gibi delici bakışlarından güya sakınırdı…İçine düştüğü çözümsüzlük dehlizinde acemi ve safça çırpınıyor;ruhuna esip duran fırtınanın en cılız bir esintisini bile dışarıya sızdırmadan kurtulmaya çalışıyordu…
Her tarafını saran o tatlı tembelliğe ram olmaya hazırlanırken;düşünce yorgunu bedeni henüz uykuya alevlenmişken,kapının zorlanıp aralanmaya çalışıldığını,kaba nefes alışverişlerin gecenin bilinmezliklerine açılan penceresinden büyüyerek içine alacağı çirkinlikleri önlemek amacıyla askerinin çifte namlulu mavzerine yapışıp,şuursuzca tetiği çekti…
Birbirini takip eden silah sesleri gecenin karanlığını yırtarken;namusuna göz diken hayasızı aklayan,mağduru da topuzu kaçmış kantarda tartıp suçlayan mahkeme kuruluvermişti…
Nefsi müdafaa da olsa yirmili yaşlarını süren,yediveren güllerini kıskandıracak güzelliğinin ve ketumluluğunun kurbanı olarak;mapus damlarının nemli, ,güneşsiz,güvensiz,ılık nefesli kalabalık ortamında çile küplerini gözyaşlarıyla doldurmaya mahkum edilmişti.