...
’eylül toparlandi gitti işte ekim falan da gider bu gidişle...’
T.Uyar
Güneş az evvel geldi ve yaklaştı cansız bedenime. Doğuşuna bile şahit oldum. Sanki kemiklerim bayram etti. Ama neden gözlerimi kısıp, yüzümün aydınlanmasına sebep olmadı Mathilda? Üzerimdeki toprak yüzünden mi?
Bugün gidişinin ve yaşamaktan cayışımın sensiz ilk günü... Hayır hayır gidişimin demeliydim.. Seni bırakan bendim, yaşlanıyorum her şeyi birbirine karıştırmaya başladım...
Hatırlıyor musun tam onbir ay beklemiştik Eylül’ün gelmesini. Tam onbir ay susmuştuk. Hüzün getirecekti Eylül. Giderken hırsız gibi hınzırca biraz da aşk götürecekti heybesine saklayıp. Usulca ve ustalıkla belki bizden ümit çalacaktı. Sonbahar belki yine her şeyin sonu olacaktı bunu biliyorduk. Ama yine de deli gibi istedik Eylül’ü. Aklımızdan zorumuz varmış gibi.
Neden!
Duygu kırımı yaşayacaktık. Kaçınılmaz bir keder kaplayacaktı her yanı. Hüzzam makamında ağlayacaktık. Gülüşlerimizin içinde bile hep bir iç çekiş solacaktı. Razı olduk her şeyiyle, yaklaşan Eylül’ün ayrılık ağırlıklı adımlarına bile. Ve geldi çattı Eylül. Herkes aşıktı Eylül’e. Her aşk ya bu ayda başlar ya da bu ayda sonlanırdı. Kaçamadık! Bazen kaçamaz insan, kaçmaz! Kaybetmek ister. Çılgın bir tutkuyla, delirmek ister. Biliyorsun Mathilda.. Bunları daha evvel anlatmadım sana ama anlatmasam da anlıyorsun beni, biliyorum.
Sana şükran borçluyum.... Sararmış yapraklar gibi döküldüğünde ümitlerimiz, yeniden umut etmeyi sen öğretmiştin. Bitti dediğim her anda, sen gelip kaldırmıştın düştüğüm yerden. Kocaman mutlu bir yazı geride bırakan biz, güzün başladığı o ilk heveste dağılıvermiştik. Oysa Ekim vardı, henüz hiçbir şey yaşanmamışlığıyla öylece duruyordu merakla. Ve Kasım.. Ne olur biraz daha sabredin der gibi umutsuz bekliyordu... Ah ’Hazan ağlayışlarımız..’ Ah.. Mathilda.. Yetişemedik..
...
Bugünlerde ne çok eksildim, eksildin, eksildik...
Eksile eksile ne senin elinde, ne de benim elimde avucumda bir şey kalmadı...
Toplayım diyorum, her şey öylesine dağınık ki; beceremiyorum. Çıkarsam çıkmayı bile bilmiyorsun içimden. Bölsem kırk bin parçaya bölünüyorsun, o daha da fena... Hangi işleme tabi tutsam ya bir eksik, ya bir fazla çıkıyorsun. Denklemlerimi yıktın, tezlerimi çürüttün. Artık diyecek bir sözüm yok sana.. Geri dönülmez bir yola giren bendim ne de olsa. Var olmanın o dayanılmaz hafifliği dedikleri şimdi tüm ağırlığıyla üzerime oturdu. Kelebek etkisi neydi; ’güney kutbunda kanat çırpan bir kelebeğin, kuzey kutbunda fırtına yaratabileceği’ döngüsü! İşte onu yaşıyorum...
Bazen yüzme bilmeyen birinin boşa çabalaması gibi boğulurken bile yerimde sayıyorum. Ben zaten bir ölüyüm. Ölümler öylesine sıcak ki, yaşarken buhar oluyor insanlar.. Mathilda, yalnızlığını doyur artık! Kaygılarım içimi kemiren azgın bir kurt oluyor ve büyüdükçe büyüyor seninle ilgili düşüncelere dalıp. Tüm organlarımı habis bir ur gibi dolaşıyor sırayla. Sensiz olmak, soluksuz denize dalış yaparken çırpınmak gibi ama dayanabilirim. Seni mutlu görmek istiyorum. Belki de hayat çıktığımız merdivenler kadar uzun değildi. Ama sen, en az içtiğimiz o süt kadar beyaz ve temizdin...
Küçük Mathilda.. Her şeyin başlangıcı olan o kapıyı açtığımda bütün bunların olacağını bilemezdim. Seni koruyamadım. Sen tahmin edemeyeceğim kadar akıllıydın. Zekan tüm olasılıkları çıkmaz hale getirdi. Kirli bir Dünya’da temiz kalmaya çalışmak sandığından zordu. Bir defasında bana; ’hayat her zaman mı böyle zor, yoksa sadece çocukken mi?’ diye sormuştun. Aslında hayat iyi kalpliler için fazlasıyla virajlıydı. Dönemeçlerde bazen mantığımızı bıraktık ama neyse ki ruhumuz hep aklı başında kalmayı becerebildi. Çünkü biz kibir şurubundan hiç içmedik...
’Hayatımı kurtardıysan bunun için iyi bir nedenin olmalı’ dediğinde bizi muhteşem acıların beklediğini seziyordum. Ölümüme seyirci bırakmak istemezdim seni ama biliyordum ki geride kocaman, güzel bir hayat bekliyordu seni. Bu hayatı biz seçmedik ama biz yaşadık. Okumayı bilmiyordum fakat en kalın kitaplarda anlatılanlardan daha kıymetsiz değildi yaşadıklarım. Sen öğrettikten sonra anladım ki, bunca zaman yanlış bir yerinden tutmuşum hayatın. Bu kadar uzun yazdığım için belki kızıyorsundur bana. Hatta okumayı ve yazmayı öğrettiğin için kendine de kızıyorsundur... Haklısın.. Sözlerimi, içimdekileri bir nebze olsun kırparak anlatmalıyım sanırım...
Şimdi gidiyorum. Seni her zaman ’küçük bir kız’ olarak hatırlayacağım. Vedaları hiç bir zaman sevmedim. Bu yüzden sessizce gitmek istedim. Sen beni nasılsa yaşatacaksın. Kök salmam için her gün sulamalısın bahçeye diktiğin o çiçeği. Sen güçlüsün, benden bile daha güçlüsün. Seni tanıdığımda anladım ne kadar az olduğumu. Tüm bu olan biten şamatayı yeneceksin. Ayakların toprağa geçiyormuşçasına sağlam duruşun ve başın göğe değiyormuşçasına dik yürüyüşünden sakın vazgeçme. Sigara da içme..
O hüzünlü iri gözlerin her gece ay ışığı gönderecek bana..
Sevgili Mathilda, derin sevgilerimle..
Leon
fulya/ekim2011