Mahalleye geldiğin o günü dün gibi hatırlarım !
Pikabın arkasındaki yazıyı da ;
“Ölüm olsaydı, ayrılık olmasaydı !”
Kısa kirli saçlı, küllenmiş tenin ile üç ya da dörtlük bir kızca idin…
İlk günden annen seni bana bağlamıştı ;
- Oğlum bak kapı komşu olacağız, ilerde oyun arkadaşı olursunuz, kızıma biraz sahip çık, ortada perişan olmasın !
Sen ise masumiyet içerisinde, gözyaşlarını yerçekimine inat kendinde hapsetmeye çalışıyordun… İçin için çekerek !
Ellerinde tuttum, o sıcaklığın derecesini fahrenhayt biçiminde halen bugünde hissediyorum…
- Eğer ağlarsan her döktüğün gözyaşı kadar vücudunda ateş seni yakar, ona göre, tamam mı !
- Tamam !
diyordun ama ağladığın görünmesin diye de kirli saçlarını akan gözyaşlarının akıntısı boyunca yapıştırıp güya görülmesini engelledin… Ama gözyaşlarına mağlup olan saç tellerin sanki en iyi sabunla yıkanmış gibi oluyordu…
Bana öyle adapte oldun ki sokak kapısında beni görür görmez gelir ellerime yapışırdın… Beni koruyucu meleğin yapmıştın…
Zaman geçiyordu… Sen benden vazgeçmiyordun…
Benim yanında olduğum sürece gözpınarlarının su seviyesini sabit tutuyordun…
Ağlamak sana yakışmıyordu…
Sokak çocuğu olduk… Bilyelerime ütülürken erkekliğimi unuturdum muson yağmuru yercesine ağlardım ama senin ağlamana izin vermezdim…
- “Sen ağlama küçüğüm”, derdim… “Kıyamam sana…”
Okula başladım… Anamı bıraktım, gönderdim eve ama seni yanımdan ayırmadım…
Çocukların seni sevmesine izin vermezdim… Benden başka kimse seni sevmesin diye… Olur ya severken yüzünü sıkmak isteyen olursa belki ağlatmalarına sebep olurlar diye…
Kıyamam bir damla gözyaşına…
Okuluna başladın… Öğretmen kovuncaya kadar sıranı paylaşırdım… Teneffüs aralarında beslenmemi yemezdim. Sen beslenmeni yerken ben gırtlağımdaki ses ile kavga ederdim… Kıyamam sana… Olur ya acıkırsan bir sebep bulur bir türlü boşaltamadığın pınarlarına engel olamazsın diye…
Liseye başladın, erkek öğrencilerin sana sırnaşmasına engel olmak için derslerimi kırardım… Olur ya bir vicdansızın peşine düşüp seni kirlenmiş bir mendil misali kirletip atıp senin de sonsuz dek kendini ağlama duvarına dönüştürmenden korktum… Kıyamam bir damla gözyaşının pislik bir çamura saplanmasını…
Üniversiteye başladın… Aynı şehirde okumak için puanım altındaki bir okula yatay geçiş yaptım… Olur ya sağ – sol davasında sana kara çalıp kör bir kurşuna hedef olmandan korktum. Okulda kendi krallığımı kurdum, seni de ilk ve tek üyem yapmıştım… Ve senin okulunun bitmesini beklemek için üç yıl uzatmalı oynadım… Olur ya seni hedef gösterip kirlenmiş, kokuşmuş siyasete alet edip darbelere maruz kalmandan korktum… Kıyamam sana postalların seni ezmesinden…
İş hayatına başladın… Aynı iş hanının çaycısından işe girdim… Sabahtan akşama odana çay servisi yaptım… Olur ya patron müsveddelerinin sana metres muamelesi yapmasından korktum… Patronlarının çayına şap atıyordum, azgın tekkelere dönüşmesinler diye… Kıyamam senin bir damla gözyaşına… Ben onları her türlü musibetten nasıl koruduğumu bir Allah bir de ben biliyorum…
Evlendin ! … (Bir türlü sana açılamadığımdan kendimi hiçbir zaman affetmeyeceğim )… Enişte olanı sıkıştırdım bir köşede ;
- Eğer olur ya gözbebeğimden bir damla gözyaşı dökülmesine sebep olacak bir dengesizlik yaptığını hissedersem, Allah’ıma, Kur’an’ıma, dinime, kitabıma, silahıma yeminler olsun ki on sekiz bin âlem şahit olsun ki dünya kuruldu kurulalı görülmemiş, yapılmamış işkenceyi, eziyeti senden esirgemem… Anladın mı?
- Senin için ağlatmayacağım, derken bile ciğerlerinin kapanıp, sönüp bin yıllık sigara mağduru olmuş kanser hastasına dönüştüğünü görmek bana bir sigaralık mola vermişti…
Ben seni hiç ağlatmadım, gözyaşların yaratıldığı bezlerine kul, köle, kurban oldum…
Ben sana kıyamam, sen ağlama…
Ben seni ağlatarak ta büyütmedim…
Olur ya sulu gözlülüğün tutarsa keşke hayatım böyle olmasıydı dediğinde beni bir masal gibi oku…
Ali Özdemir
17.08.2011 – 10:19