Yağmur taneleri makineli tüfeğin kurşunları gibi arabaların ve evlerin camlarını dövüyordu. İnsanlar, şemsiyelerini açmış, yağmurun bedenlere nüfuz eden ıslatıcılığından korunmaya çalışıyorlardı. Bu sırada, üstünde siyah bir paltosu bulunan orta yaşlı bir adam, başına siper ettiği şemsiyesiyle ıslanmamaya çalışıyordu. Daha fazla dışarıda kalmamak için de hızlı adımlarla yürüyordu. Temiz pantolonunun paçaları ise bu hızlı yürüyüşten nasibini alıyordu. Gözlüklü adamın bu hızlı yürüyüşünü bir çocuğun ince sesi ağırlaştırdı:
- Amca bir dakika bakar mısın?
Gözlüklü adam, bu söz üzerine arkasına döndü. Sesin sahibini tanımaya çalıştı. Bu tanıdığı biri değildi. Sesin sahibi dokuz on yaşlarında küçük bir çocuktu. Onun yanında ise altı yedi yaşlarında bir çocuk daha duruyordu. Çocukların üzerinde ne bir palto ne de kendilerini yağmurdan koruyacak bir şemsiyeleri bulunuyordu. Yağmur taneleri acımasız bir şekilde çocukları nişan almışçasına üzerlerine iniyordu. Çocuklar ise soğuktan titreyerek iki büklüm olmuşlardı.
Sefaletin renklerinin bütün tonları çocukların üzerinde gözlemlenebiliyordu. Çorapsız olarak giydikleri lastik ayakkabıları, onlara, kışın bütün insanların ayaklarının üşümesi gerektiğini zannettiriyordu.
Adam onlara biraz daha dikkatlice bakınca, gözlerinden yaşlar aktığını gördü. Bu yaşlar yağmur taneleri miydi, yoksa göz semasından süzülerek inen hüzün damlacıkları mıydı? Bunu tam olarak kestiremedi. Ama her halükarda çocukların masum duruşları onu etkiledi. Onlara:
- Buyurun çocuklar ne istiyorsunuz? dedi.
Büyük olan çocuk biraz çekinerek ve kekeleyerek:
- Amcaaa, dedi. Va varsa bi bize biraz para verir misin? He hem karnımız aç he hem de anne, annemiz pa para götürmezsek bize ço çok kızıyor. Çocuk soğuğun etkisiyle böyle kekeleyerek konuşuyordu. Yoksa çocuk kekeme değildi. İşte biraz konuştuktan sonra açıldı. Normal konuşmaya başladı. Amca, babamız ise bizi hortumla dövüyor. Ne olursun amca bu akşam para bulmak için çok bekledik. Eve çok geç kaldık. Evimiz de çok uzakta, dolmuşa binecek paramız bile yok.
Adam, çocuklara acıma duygusuyla karışık sevgi dolu bir ifadeyle baktı. “Yoksulluk ne kötü bir olaydı. Ancak sevgi yoksulluğu mal yoksulluğundan daha kötü.” diye düşündü. Nasıl olur da bir baba çocuğunu para getirmiyor diye dövebilirdi. Böylesine vicdandan ve merhametten yoksun bir insan olabilir miydi? Bu sorular adamın sevgi dolu kalbinden zihnine akan rahmet esintileriydi. Sevgiyle dolu olmayan bir insanın bunu anlaması tabi ki mümkün değildi. Bu tür insanların çocuk sahibi olmasını toplum açısından bir şanssızlık olarak değerlendiriyordu. Ona göre, ancak sevmeyi bilen ve mutluluğu gönül deryasında estirebilen insanlar çocuk sahibi olmalıydı.
Adam bunları düşünürken aynı zamanda çocukları bir balkonun altına çekmiş şemsiyesini de onların üzerine tutmuştu. Böylece çocukların biraz da olsa ıslanmasını engellemek istemişti. Orta yaşlı adam, sevgiyi yüreklerinin derinliklerinde hisseden insanların duyarlılığını gösteriyordu. Adamın kalp coğrafyasında, rahmet rüzgârları esiyordu. Vicdanının üstü dünya malına tamahla kirlenmemişti. İnsanlığın, insani değerlerin hâlâ ayakta, dimdik olduğunu gösterecek erdemli bir tavır sergiliyordu. Üzerindeki paltosunu çıkarıp, çocukların üstüne sardı. Şemsiyesini de büyük çocuğun eline tutuşturdu. Sonra da ceplerine biraz harçlık koydu. Çocukların oturduğu yerin adresini aldıktan sonra yanlarından ayrıldı.
Çocuklar belki de o güne kadar karşılaşmadıkları bir olayı yaşamışlardı. Şimdi üstleri sıcaktı. Yağmurun acımasızlığını engelleyecek bir paltoları vardı. Şefkat şemsiyesi ise, daha üzerlerine inmeden bu acımasızlığı dağıtıyordu. Büyük çocuk üzerlerindeki platoyu kardeşinin üzerine örttü. Daha çok onu soğuktan korumayı istiyordu. Kardeş içinde sanki bir sobanın yandığını hissetti. Bir müddet sonra evlerine doğru giden bir dolmuşa binerek oradan ayrıldılar.
Yağmur ise bütün şiddetiyle yağmaya devam ediyordu. Arabaların silecekleri hızlı hızlı çalışıyordu. İnsanlar da sağa sola kaçışarak bu bardaktan boşanırcasına inen yağmur tanelerinden kurtulmaya çalışıyorlardı.