...
/ahh kimselerin vakti yok durup da gidenler için kafa yormaya, ince hesaplar yapmaya ve yas tutmaya...
kimselerin vakti yok, gönül almaya, özür dileklerinde, bir inceliğe sığınmaya...
ama herkesin vakti var kalp kırmaya ve onarmamaya.../
...
’Kendi içime dalıyorum ve içimde bir dünya buluyorum!’
( Goethe, Genç Werter’in Acıları )
içimde cennet ayaklanmaları
hıdırellez akşamlarında pis bir boğaz ağrısı
biraz faranjit, biraz reflü
biraz da sesime yapışmış öpüşen nodül kısıklığı
gül dibine dilek tut(un)malarının coşkusu
leylak kokulu bir mayısda
sevda provaları
ve yankı
en çok yankı
geçtiğim yollarda şiir kokusu
yollarda izin yankıları
izlerde çıplak ayak sesin
anadan üryan aşkın
yankıları duruyor
kürek yok, kayık yok
denizin ortasında kalakalmış bir balıkçı
hep yankı, en az yankı
bugün tenhalarda
nöbet tecellisi
ve sancı gecenin rahminden
ellerime düşüyor
-kanrevan-
kimyası ekseninde dönen
kromozonu bozuk dünya
hep yek ve tek bir tabanca
gümüş tabakada
sarılmış nikotin
kokusu ıslatılmış cefa
kusuyor bir tinerci
feodal yaralardan kalma öfkesini
bir kadın tüccarı
paraya boğarken
bir kadın-ın hayatını
hayatın kadınını
sağır oluyor yosma
tıkalı kulaklarında tıknaz bir gülüş
ve ayyaş bir öpüş peydahlanıyor
sokaklar leş kokuyor
kan kokuyor, ölüm kokuyor
utanç ve sperm lekeleri bulaşmış çarşaflar
sokağa düşüyor çırpınırken
haldan bilmez-ken birileri
çarşaflar bile günah kokuyor
köpekler çöpleri yokluyor
çöpler dilencileri
birileri dirileri sömürüyor
kardeş-miş-ti oysa halklar
kardeşinden kaçarken kimileri
leşine bulaşıyor gecenin çıplaklığında kendi gölgesinin
yeni dünyaları eskitirken batan güneşlerde
doğmazken de çürük şamarlar
yine sarmaşıklar, şıklıklar
fiyakalı ölümlerde diriliyor
kargalar en çok ölülerin ağıtlarına üzülürken
akbabaları üzerine salıyor birileri
bakmayın diyor
dünyaya kafa tutan adam
bakmayın ulan
ben eşkiyanın tekiyim
şair
darağacına asılmak ne zamandan beridir kalktı bu dağlarda
ben dağların ciğerini bilirim!
incecik bir veda
ki hüzün
ki mahsun bir zakkumdu o
biraz mahcup
türkülere boğarken suretini
kulakları şiir dolu bir kemancı
ben onu istiyorum
o beni dinliyor-du
inim inim inliyor-du gözleri
öyle kederli
kuş uçmaz kervan geçmez bir çölde
gitti ardına bakmadan
dağlar ağladı
nasıl-dı bilmezsiniz
yardan düşmüş
bağrında yaş gibi çakıl taşları
nasıl görmezsiniz
gamzelerinde harlanmış telaşını
ve çadırdan bozma evini
nasıl ! nasıl!
kurak topraklarda yitirilmiş
sömürülmüş ayak izini
’dünyanın zindan heybeti-ni!’
Heyy!
bizim oralarda şairleri bırakmıyorlar deniz kenarındaki banklara
Attilla İlhan mohikanlar gibi ateş yakmıyor şiirlerde
ve ‘İstanbul ağrısı’ gibi can yakmıyor Ankaralı ağrılar
hem Ankaramın zaten denizi de yok!
salla gitsin diyor şair
sallaya sallaya uyutuyorum can sıkıcı her şeyi
şiirle dertleşirken en çok
buluyorum
kaybettiğim kendimi
en çok diyorum en çok!
çık içimden azalan umut
literatürlerden yoksun ruh
ben abartmayı severim
severken üstüme yoktur
abartmada birilerini
budaklanmış dalları
kambur gibi g-ezdirmeyi
ne severim!
şair!
söyle bileyim!
nasıl çıkar şu şairlik lekesi…
fulya/mayıs2011
(
Nova / Lotus başlıklı yazı
Fulya Codal tarafından
2.12.2011 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.