Hicret oldukça uzun ve zorlu bir mücadeleden sonra gerçekleşir. Müminler hicret etmeden önce, insanları doğru yola iletebilmek için ellerinden geleni yapmış, tehdit ve baskılara sabretmişlerdir. Elçiler, Allah’ın buyruğu olmadığı sürece yaşadıkları toplumu uyarma görevlerini bırakmamışlardır. Karşılaştıkları zorluklara da sabır ve tevekkülle göğüs germişlerdir. Yani hicretin nedeni, inkarcıların uyguladıkları baskılar değil, Allah’ın bu konudaki buyruğudur; hicret ancak Allah’ın dilediği anda gerçekleşir.
Dünyaya ait tüm nimetler, hicret durumunda terk edilir. Bu yüzden hicret, insanın gerçekte samimi iman sahibi olup olmadığını gösteren önemli bir imtihandır. Tarih boyunca bu imtihanı yaşayan samimi müminler Rabbimiz’in hoşnut olacağı bir ahlak göstererek, Allah’ın hicret buyruğuna itaat etmişlerdir.
Hicret eden müminler, yalnızca sahip oldukları olanakları değil, birlikte yaşadıkları yakınlarını da terk etmek durumunda kalırlar. Kimi zaman inkarlarına tanık oldukları en yakınlarıdır; anne babaları, çocukları, kardeşleri, eşleri… Bu nedenle en yakınlarını da terk ederler…
Kur’an’da Hz. Muhammed (sav), Hz.Lut (as) ve Hz. İbrahim (as)’ın hicretleri anlatılır. Örneğin Hz. İbrahim, babasından kopup Allah’a hicret ederken, "Sizden ve Allah’tan başka taptıklarınızdan kopup-ayrılıyorum ve Rabbime dua ediyorum. Umulur ki, Rabbime dua etmekle mutsuz olmayacağım. " (Meryem Suresi, 41, 48 ) sözleriyle Allah’a dua eder. Hz. İbrahim bu dua ile mutsuz olmayacağını belirtir; böylece Allah’a olan teslimiyetini de ortaya koyar.
Kur’an’da Allah’ın, "alemlerin kadınlarına üstün kıldığı" Hz. Meryem’in de Rabb’ine boyun eğip, ailesinden ayrılarak hicret ettiği haber verilir.
Kur’an’da kıssaları anlatılan Kehf Ehli de yaşadıkları cahiliye toplumundaki baskı ve zulümden mağaraya sığınan gençlerdir. Onlar iki ayrı hicret yaşamışlardır. İlk hicret, "Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbi’dir; İlah olarak biz O’ndan başkasına kesinlikle tapmayız." diyerek, toplumlarındaki insanların sapkınlığı nedeniyle yaşadıkları manevi hicrettir. Cahiliye toplumunun dininden kopan gençler, ardından fiziksel hicreti yaşamış ve mağaraya sığınmışlardır. Hicret eden her mümin önce manevi, sonra da fiziksel hicreti yaşar.
İnanan insan Allah yolunda hicret ederek, nefsani ve dünyevi tüm bağlarından kopar. Zahirinde kayıp gibi görünen bu yolculuk, insana en büyük nimetlerin ve -Allah’ın dilemesiyle- sonsuz cennetin kapılarını açar.
Samimi olarak düşünelim: Benzer bir durumla karşı karşıya kalsak, Kur’an’da hicretleri anlatılan müminlerin gösterdikleri güven ve teslimiyeti gösterebilir miyiz? Bir anda yaşamımız boyunca kurduğumuz düzeni, sahip olduğumuz herşeyi, yalnızca Allah’ın hoşnutluğu için bırakıp, kararlılıkla O’na yol alabilir miyiz?..
Bu soruların cevabı her samimi mümin için "Rabb’im dilerse, evet" olmalı...
Hidayet lütfeden, doğru yola ulaştıran Allah, müminlere hem dünyada büyük bir fetih ve zafer lütfeder, hem de onları sonsuz cennetle müjdeler. Rabbimiz, Kendi yolunda yolcu olanların ahiretteki duraklarını şöyle bildirir:
“... hicret edenlerin, yurtlarından sürülüp-çıkarılanların ve yolumda işkence görenlerin, çarpışıp öldürülenlerin, mutlaka kötülüklerini örteceğim ve onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağım. (Bu,) Allah katından bir karşılık (sevap)tır. (O) Allah, karşılığın (sevabın) en güzeli O’nun katındadır." (Al-i İmran Suresi, 195)
Fuat Türker