Sen sevmeye başla beni, ben gelirim ardından gibi takılan sevgili; Üstat Sezai KARAKOÇ nidasıyla;
“Sevgili
En sevgili
Ey sevgili…”
Bu yazı sanadır; seni anlamayana, seni bilmeyene, seni görmeyene, seni duymayana… Yani sana kör olana, sana sağır kesilene, sana lal olana… Sen Leyla işte, sen Şirin işte, sen Zühre işte, sen Zin işte, sen Aslı işte, sen Gül işte… Hep sanadır dizeler; okyanusa varan ırmaklar nasılsa? Varış sanadır, o zaman sızlanmalar revadır aşığa. Şebi Arus’tur her
yolculuk anlayana? Sen, ismi başka, cismi başka, sözü başka, sazı başka maşuk; canan, sevgili, dilber, afet vesaire…

                  Gönlümün talan iklimi, ömrümün yalan iklimi, yüreğimin sürgün sevdası… Mecnun’un çölü, Ferhat’ın dağı, Bülbül’ün dikeni…Nazlı ceylanı ben ülkesinin, ürkek serçesi ben asumanının, yaban gülü ben ovasının… Ben ülkesinin şeyin şahı, başkenti yürek yalnızlığımın, migreni avare serimin.

              Seni anlatmam dünyanın en zor işi, hani Orhan Veli der ya:
“Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.”
sanırım böyle bir şey seni anlatmak. Seni anlatmak hem çok kolay hem çok zor; kolay çünkü alfabem sana zimmetli, dizelerim sana kilitli, satırlarım sana adresli; zor çünkü ifade edebilecek bütün kelimeleri topluyorum bir çocuk gibi - bayramda toplanan şeker gibi- ama yetiştiremiyorum.

               Sen maşukluğunla tavan yaparken ben âşıklığımla taban yapıyorum. Tepen tepene. Kaderi bu bir aşığın, zerre olacak ki habbe olabilsin. Aşkın kanunu da bu değil mi aslında? Yanmalı ki yakabilsin, sevmeli ki sevebilsin.
Bütün stabilize yollar bana ait, kullanılmamış olan yoldayım, bütün patikalarda izim var, zor olanı seçiyorum. Ulaşmak kolay olsaydı dümdüz gelirdim sana. Sana dümdüz gelirdim; dağlar düz, ovalar düz, ağaçlar düz, evler düz… Bir manası olur muydu acaba?

                Uzat elini al gülü, yok öyle hesap gülüm. Yok öyle pazar? Diken kanatacak elini… Diken acıtacak yüreğini… Sana sıfır kilometre asfaltlardan gelmek haram bana. Nimet külfet mukabilidir bilirim. Renç (zorluk) çekmeyen genc (hazine) bulamaz.

                 Sana başlıyorum diyorum ama ardıma baktığımda hiç mesafe almamış gibiyim. Önümde ise milyonlarca kilometrelik bir mesafe var alınacak gibi. Tükenir bu yolda olan, vasıl olmak isteyen yiter; nefes gerek gökyüzü kadar, damar gerek kabarabildiği kadar.
 
                “Daha nen olayım isterdin, Onursuzunum senin!” diyor Cemal SÜREYA. Bu sözden ötesi var mı idrak edemiyorum. Onursuzluğu dahi sana ulaşmak için bir mesafe olarak kat eden aşığa saygı göstermek icap eder. “Yok daha neler” demeyin, maşuk nazarında bunun dahi bir ehemmiyeti yoktur lakin biz âşık tarafında olanız.
Âşıklık biraz da maşukluğun anaforunda toz duman olmaktır. Her türlü heva ve istekle yok olmaktır. Yani gözü açık gitmektir. “Maşuk maşuk” diye bir mum gibi eriyip bitmektir. Mum olmayan Pervane’yi anlayamaz, Pervane olmayan da Mum’u fehmedemez.

                 “Bir aşk şiiri nasıl yazılır?” sorusuna, “gözyaşı ile yazılır.” diye yanıt verdim. “Bir aşk yazısı nasıl yazılır?” sorusuna ise “gecelerle yazılır.” dedim. Soğuk bir yastık, sonsuz bir karanlık, kafanızda hiç gitmeyen bir ağrı, yüreğinizde hiç durmayan yaramaz bir çocuğa benzeyen sancı ve uyumak için sayamayacağınız kadar çok koyun.
Galiba aşk yazısı yazamıyorum. Yazsaydım buraya kadar gelemezdim katiyen.

                 “Bir aşk şiiri ya da yazısı nasıl okunur?” diye sorulunca “işte o da yaşanarak okunur” dedim. “Yaşayamayanlar anlayamaz.”dedim. Suyu tarif etmek için formülünden bahsetmek nasıl, suyun içine düşüp boydan boya ıslanmak nasıl? Öyle işte.
               Galiba ben aşk yazısı yazamıyorum.

                Maşuk, âşık olunan. Biraz Mum, biraz Leyla, biraz Jüliette, biraz Fıtnat. Tavır havalı, yürüyüş cakalı, saç sırmalı, ten ayvalı, göz karalı, boy servili, dudak ballı, kirpik oklu, kaş yaylı, ağız sedefli, söz incili, gülüş gamzeli… Bu kadar aksesuarlı bir varlık evvelden ahire tabi ki sözün başlangıç konusu olacak ve bütün yüreklerin ana tema’sı olacaktır.
                   Yazık onlara ki yaşamın ana tema’sından bihaber aşkla temassız yaşayanlara.
                   Maşuk’u bilmeyene esef olsun, tanımayana yuh olsun, anlamayana eh olsun.
“Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen
(Kendine bir hoşça bak âlemin özüsün sen; Varlıkların gözbebeği olan insansın sen) diyen Şeyh Gâlib insanı evrenin özüne koyarken insan da maşukunu kendi özüne koyar. O kabul eder mi etmez mi Allah bilir ya!
“Bütün şiirlerde söylediğim sensin
Suna dedimse sen Leyla dedimse sensin”
diyor Üstat Sezai KARAKOÇ. “Ben” desem “saklan” “sen” desem “çık sevgili…” Bir oyun değil mi yaşam; o zaman biz kendi oyunumuzu oynayalım. “Ben” desem “saklan” “sen” desem “çık.”
İşte, aşk böyle bir şeydir sevgili.

                    Bütün insanlarda gördüğüm sensin. Çarşıda pazarda evde sokakta… Leyla desem sen, Aslı desem, sen Gül desem sensin…
                   Velhasılı ne yana baksam sen; şarkım garbım, şimalim, cenubum…
                   Nazım diyordu ya:
"Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte."
                   Bizde diyoruz ki; aşık olmak da kolay değil Maşuk olmak da.
                   Ağyar olmak da…
                   Ve bunları yazmak da…
                   Ahirde okuyup yorum yapmak da!

( En Sevgili başlıklı yazı GürhanGürses tarafından 24.01.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu