-Günaydın Hamlet. 
-Günaydın Haydar baba. 
-Kimsecikler görünmüyor ortalıkta. Galiba en erken ben geldim. 
-Senden önce de gelen oldu, ama sonra, Kosvolu’nun kıraathaneye gitti. 
-Neden? 
-Kıraathaneyi açalı, ocağın altını yakalı beş dakika ya oldu ya olmadı. Tahsin abi çıkageldi. Hani şu geçende emekli ikramiyesini alamadığından yakınan Tahsin abi. 
-Tamam hatırladım. 
-Karga bilmem neyini yemeden gelmiş, çay istiyor. Durumı anlattım. Sinirlendi, “Kosvolu’nun çayı çoktan hazırdır” deyip gitti. Sabahın köründe gelmiş, sinirleri de tepesinde. Karısı yataktan mı attı nedir? 
-Eee, adam ikramiyesini hâlâ alamadıysa canı sıkkın olur tabii. Dile kolay 32 sene çalışmış. Bu yılların karşılığı olan parayı bir an önce elinde görmek istiyor. Sen ne mırıldanıp duruyorsun Hamlet? 
-Tahsin abi öyle deyince benim de biraz sinirlerim bozuldu sabah sabah. Sonra kendime dedim ki “Oğlum kontrollü Mehmet, sakin ol. Güzel şeyler düşün! Anuşkanı düşün!” Tam o sırada ilham geldi ve bir dörtlük çıktı ortaya. Onu ezberlemeye çalışıyorum. Bak baba şöyle: -Seher yelim esmez oldu, -Bahçemdeki güller açmadan soldu, -Anuşkamsız geçen bu günde de, -İçim gene hüzün doldu. 
-Güzel olmuş. 
-Haydar baba, senden ricam, kıraathane dolunca bu dörtlüğü okumamı benden ister misin? Kendiliğimden okursam bir araba laf işitirim. 
-İsterim de bu işten benim kârım ne ? 
-Bu günkü hesabın sıfır olacak. 
-Rüşvet mi? Ben sana şaka yapıyorum. Bir şey istediğim yok Hamlet. Sen benim çayımı özel demlikten ver, o bana yeter. Biz lafa dalmışken kıraathane dolmuş bile. Ama neden kimsenin sesi çıkmıyor? Beyler hoş geldiniz? Niçin çay filan söylemeden sessizce oturuyorsunuz öyle? 
-Muhabbetinizi bölmek istemedik Haydar baba. Hararetli hararetli bir şeyler konuşuyordunuz da, belki önemlidir diye düşündük. 
-Yok canım, her günkü konuşmalardan biriydi. Hamlet, bütün arkadaşlara benden birer sabah çayı ver! 
-Emrin olur Haydar baba, ama önce kısa bir açıklama yapmama müsaade et: Değerli müşterilerim, bu günden itibaren kıraathanemizde kuşburnu, kekik, rezene, adaçayı, nane, papatya gibi bilumum bitki çayları da satılacaktır. Bu konuda yardımlarını gördüğüm, birçok hastalığı doğal yollarla tedavi etmeyi başaran büyük aktar Reşit’e teşekkürü bir borç bilirim. 
-Amma abarttın be Hamlet! Neredeyse bizim aktarı Lokman Hekim’den bile üstün göstereceksin. Biraz ikna gücü var, bu doğru. Zaten seni bile kandırmasından da belli. Ama öyle dediğin gibi birçok hastalığı iyileştirdiği filan palavra. 
-Öyle deme Farfara Halim. Sinüzütten dolayı hep başım ağrırdı. “Burnuna bir damla biberiye yağı damlat birkaç gün “ dedi. Damlattım, şimdilik ağrı mağrı yok. 
-Havalardandır Dereli.. Isınınca geçer, rutubet artınca sinüzüt de azar. Aktar Reşit’in biberiyesinden değildir iyileşmen. Neyse, gene de sen bana bir rezene ver. Bir deneyelim şu bitki çaylarını. 
-Bana bir adaçayı. 
-Bana da kuşburnu. 
-Başka bitki çayı isteyen olmadığına göre, demek ki diğerleri kontrollü çay arzu ediyor. Hemen getiriyorum. 
-Deli Hamza, senin artık hiç forsun kalmadı. 
-Nedenmiş o, Çalık? 
-Halit Ağa’nın inekleri çalındı senin adamlarının ruhu duymadı. İki gün önce de bir ev daha soyulmuş. Öncekilerle birlikte soyulan ev sayısı etti mi sana yedi. Hem de adam uyurken başucundaki cüzdanını çalmışlar. 
-Amma derin uyurmuş o da. Duymamış mı hırsızın başucuna kadar geldiğini? 
-Öyle deme! Can maldan da tatlıdır. Duysan bile duymamazlığa geleceksin Şevki. Oraya kadar girmeye cesaret eden adam boş değildir. Mutlaka yanında bir şeyler vardır. Baksana üç gün önceki hırsız da adamın cebindeki kontak anahtarını alıp arabasını çalmış. 
-Yapma ya! Eee, bizim Deli Hamza’nın adamları bu hırsızlıklar yapılırken neredeymiş? Uyuyun siz uyuyun! 
-Sen ne dediğini biliyor musun Dereli? Benim adamlarım uyumaz, uyuyan olursa keserim hemen biletini. Hem o senin dediğin sorun dün halledildi. Bundan sonra hırsızlık mırsızlık olmaz burada. 
-Lâfla dersin “hırsızlık mırsızlık olmaz” ama bir de bakarsın bu gece başka bir ev soyuluvermiş. Öyleyse biz neden duymadık hırsızların yakalandığını? 
-Bak Dereli! Biz önceki soyulan evleri tek tek inceledik. Bunların ortak noktalarını tesbit ettik. Buradan hareketle soyulma ihtimali olan evleri belirleyip, pusuya yattık. Adamlarım on iki gün, gündüzleri uyuyup geceleri bu evleri gözetlediler. Dün gece de hırsız bir eve girerken suçüstü yakalandı. Üzerinden iki tane bıçak, bir koli bandı, bir de uzunca sağlam çamaşır ipi çıktı. Az önce birisi diyordu ya, bunlar tabii ki boş değil. Ev sahibi uyanırsa yanındaki malzemelerle bir şekilde bakacak icabına. 
-Hırsızı polise teslim ettiniz mi? 
-Bizim polisle işimiz olmaz. Kestik cezasını. 
-Olur mu Hamza? Her vatandaş polisin, mahkemenin yapacağı işi yapmaya kalkarsa ortada ne otorite kalır ne de devlet. 
-İyi dersin Haydar baba da, polise teslim etsek ne olurdu? Mahkemeye çıkarılırdı. Mahkeme de ya tutuksuz olarak yargılanmak üzere serbest bırakırdı, ya da birkaç ay ceza verirdi. Ama bizimkiler hırsızı öyle benzetti ki, bir daha bu pis işi yapmasının mümkünatı yok. Artık biliyor ki bir hırsızlık olayı oldu mu, hemen onun yakasına yapışacağız. 
-Gene de yasal yollarla bu işi halletseydiniz daha iyi olurdu, derim ben. 
-Avcı Osman, bu aralar ava çıkmıyorsun galiba? Maceralarını özler olduk! 
-Çıkmaz mıyız Ampulcü? Üç gün önce avdaydım. 
-Ampucü tebrik ederiz. Yüzde 58’le referandumu kazandınız. Demek ki kömürler, erzak paketleri, iftar yemekleri, “evet demezseniz gerisini siz düşünün” uyarıları boşuna gitmemiş. 
-Amacın tebrik etmekse teşekkür ederim Durbak Ömer. Ama taş atmaksa, derim ki attığın taş kadar başına taş düşsün! 
-Kızdırma şunu Ömer abi. Hem bizim burada sökmedi onların eşantiyonları… 
-Hayır mı fazlaymış. 
-Hem de yüzde yetmişe yakın “hayır” çıkmış buradan. Çulsuz bile referandum öncesi getirilen kömürü almayı kabul etmemiş. Kömür indirmek isteyen adamlarla kavga edip indirtmemiş. 
-Adam haklı. Verdin biraz kömür, biraz da gıda. Kömürü yaktı, gıdayı da yedi. Sonra ne olacak? Diyelim arada sırada vereceksin. Sen iktidardan gittin, gelen vermezse ne olacak? Bu adama ver bir iş, alın teriyle kazandığı parasıyla kömürünü de gıdasını da alsın. 
-Avdan siyasete geçtiniz gene. Bırakın siyaseti de Avcı anlatsın macerasını. 
-Valla ağzından bal damlıyor Haydar baba. Madem ısrar ettin anlatıvereyim. 
-Sanki demese anlatmayacaksın! Sen dünden razısın. 
-Lafımı kesme Şerif Ali! Nerde kalmıştık? Ha hatırladım. Üç gün önce bir arkadaşla ormanda avlanıyoruz. Siz tanımazsınız o arkadaşı. Başka bir yerden. Ama iyi atıcıdır. 
-Senin kadar değildir. 
-Yapma be Şerif Ali. Limon sıkma lafıma! Ormanda av ararken bir ara birbirimizden uzaklaştık. Farkına varmadan ormanın tâ iç kısımlarına girmişim. Arkadaşa seslendim. Cevap alamadım. Biraz daha ilerleyince ileride çalıların kıpırdadığını gördüm. Derken Kayseri tarafından koskocaman bir yaban domuzu çıktı. Beni gördü, durdu. Aramızda yüz metre kadar bir mesafe var. Nişan aldım, tetiğe bastım. Tam alnının ortasından vurdum. 
-Avcı, nasıl bildin tam alnının ortasından vurduğunu? 
-Devrilmesinden anladım. Kafa üstü düştü çünkü. Hayatımda bu kadar büyük bir domuz vurmamıştım. Çok sevindim. Çünkü ayı kadar vardı. 
-Yok deve! 
-Deve kadar yoktu canım, ancak ayı kadardı. Yerde hiç kımıldamadan yatıyordu. Tüfeği omuzuma asıp, koşarak yanına gittim. Bir yandan da arkadaşa “Vurdum, koooş, koooş!” diye sesleniyordum. Yanına yaklaşıp iyice bakmak istediğimde domuz birden canlandı ve bana karşı saldırıya geçti. Kaçmaya başladım, ama ayağım bir ağaç köküne takıldı, yere düştüm. Geldi, ayaklarıyla vucudumu çiğneyip, sivri dişlerini orama burama batırmaya başladı. 
-Avcı idi, şimdi oldu av! 
-Beni öldürecek sandım. Salavat getirmeye başladım. Tam o sırada bir silah sesi duydum. Arkadaşım imdadıma yetişmişti. Yaralı domuz da kaçıp gitti. Ağzım kurudu Hamlet! Hem ben, bu bitki çayından bir şey anlamadım. Sanki kağıt kokuyor gibiydi. Bildiğinden şaşmamalı insan. Onun için sen bana ve arkadaşlara birer kontrollü ver. Benden. 
-Tamam Osman abi. Hazırlayıp getiriyorum. 
-Av hikayeni dinledik diye mi bu ikram Avcı? Gerçi bu hikaye de diğerlerinin benzeriydi ya. Doğrusu bana gerçek gibi gelmedi. 
-Ben de sevmedim bitki çayını. Onun için Avcı’nın çayını memnuniyetle kabul ediyorum. 
-Hamlet, bu av hikayesinden sonra senden de bir şeyler dinleyelim. 
-Haydar baba, Allah aşkına yapma bunu. Yaktın bizi baba, yaktın! Avcı’dan sonra bir de Hamlet çekilir mi? 
-Haydar baba ne derse o olur. Bu gün yazdığım bir dörtlüğü sizlere sunmak istiyorum: Seher yelim esmez oldu, -Bahçemdeki güller açmadan soldu… 
( Kontrollü Çay Kıraathanesi Muhabbetleri - 6 başlıklı yazı Ömer Faruk tarafından 3.02.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu