Üsküdar’ dan Kadıköy’ e gidilirken Doğancılar parkını geçince biraz ileride, solda gövdesini kaldırımla caddenin paylaştığı iri bir çınar göze çarpar.Bir ucu çınar ağacına ,diğer ucu çınarın tam karşısındaki lokantanın kapısına bağlanmış paslı telde, yıllardır Üsküdar-Kadıköy dolmuşlarının eksoz gazlarını yutmaktan siyahlaşmış bir levha asılıdır.Dikkatli bakıldığında "ŞİŞMANIN LOKANTASI" yazısını ve lokantayı gösteren ok işaretini görürsünüz.
            Lokantanın boyaları çatlamış kapısından içeriye girdiğinizde göreceğiniz ilk kişi Satı’dır.Ya girişteki mutfakta salata hazırlıyor yada iri gövdesine rağmen koşuşturarak masadan masaya içki,meze dağıtıyordur.
             Adı Satılmıştır. Fakat herkes ona Satı der. Şişman, kırmızı yanaklı, gür bıyıklıdır. Bıyıklarının ucu hep yukarıya bakar. Elleri ne zaman boş kalsa bıyıklarını büker. Yüzü güleç,gözleri hep parlak, iyi kalpli yardım severdir.
           Adamları vardır. belediye de, tapuda her yerde adamları vardır. Olmaz sanılan,ancak çok çook büyük adamların yapabileceği sanılan işleri bir bakarsınız ki Satı halletmiş.

Sıkıntısı olanı Satı anlar, gelir yanına oturur, öğreneceğini ustaca öğrenir,sessizce kalkar gider. Duyarsınız ki , o kişinin derdi hallolmuş. Öğünmeyi de sevmez. Kendisinden söz açılınca yüzü asılır,sözü değiştirir.
Satı’nın müşterileri bellidir. Herkes birbirini tanır. Birisi üç beş gün gelmesin merak
edilir. Ne olduğu araştırılır.

Şayet bu meyhaneye ilk kez geliyorsanız, önce sesler kesilir.Gözler sizi merakla süzer. Sonra sohbet yeniden başlar. Ama siz kontrol altındasınızdır. Biraz içmeniz beklenir. Onlara göre zamanı gelince sorgulama başlar. nereli olduğunuz, ne iş yaptığınız öğrenilir. Bu arada sorulmayan bir çok sorununda cevabı alınmış size bir değer biçilmiştir.
Hepsi iyi insanlardır. Dostlukları candandır. Sevgileri yalın, karşılıksız ve zengindir. Hiç birinin, hiç birine garazı kini, yoktur.

Balıkcı İhsan Üsküdar iskelesinde balık satar.Her akşam satının meyhanesine uğramadan evine gitmez. Sık sık balık getirir. Satıya yaptırır. Meyhanedekilere dağıttırır. Biraz içmeden ağzı açılmaz.Hani "Ağzından bal damlıyor" derler ya, öyledir. Konuşmaya başlayınca da güzel konuşur.Anlattıklarını ata sözleriyle , deyimleriyle süsler.Filozof bir yanı vardır. Şakacıdır. En cok Macit’e takılır. Ona "Yengeç Macit" der. Macit’in işi "bir şeyler" yapmaktır. Bazen günlerce kaybolur.  Balıkcı İhsanın "Sen ne iş yaparsın bre Macit?" Sorusuna ; "Bir şeyler yapıyoruz abi" der. Kimse ne iş yaptığını bilmez. Belki Satı biliyordur.O da kimsenin sırrını kimseye söylemez zaten.
                Macit sivri burunlu,yüksek ökçeli ayakkabı giyer. Üzerinde her zaman mont vardır.
Yengeç gibi yan yan yürür. Balıkçı İhsan’ın ona "Yengeç Macit" demesi de ondandır. Gelir iki duble rakısını içer,hemen de sarhoş olur. "Beni anlamıyorlar abi"der sadece. Ne sorarsan sor,tek cevabı budur."Beni anlamıyorlar abi, beni anlamıyorlar". Sonra kalkar gider. Birde bitişikteki nalbur vardır.İlk dublesini sabah on civarında , ayak üstü iki seferde içer. Bir duble öğle yemeğinde,bir duble akşama doğru. Hep aynı hep ayak üstü. Akşam olup da meyhanenin devamlıları gelmeye başlayınca o son dublesini içiyordur. "afiyet olsun" der son yudumunu da içer,evine gider.
                Ben Satı’nın meyhanesinin tiryakilerindendim. Sık sık gelir içer onlarla sohbet eder
şakalaşırdım.Gülerek ,üzülerek andığım bir çok olay var belleğimde.Yığınla insan tanıdım o meyhanede. Ama biri var ki onu andığımda gözlerim dolar, boğazım düğümlenir,dalar giderim. Meyhanenin devamlı müşterilerinden biriydi Nuri. Kimsesiz bir garipti. Satının anlatımıyla; gün görmüş, okumuş, yazmış biriymiş. Ocağı on sene kadar önce sönmüş. Başından çok büyük işler geçmiş. Şimdi perişanmış. İşi de yokmuş. Yaz kış hurda bir minibüste yatarmış. Evi orasıymış.
Satının Nuri hakkında çok şey bildiği kesindi. Ancak bu kadarını anlatırdı. Nuri’nin her şeye rağmen eski elbisesi temiz, saçları hep taralıydı. Fakat ağarmış sakalları, parmak girer alın çizgileri, sararmış benzi, kuru elleri çektiklerinin canlı şahidiydiler.

Nuri her akşam meyhaneye gelir, sessizce arkalarda bir masaya oturur, kimsenin yüzüne bakmaz, konuşmazdı. O oturunca Satı meyhanedekilerin yüzüne şöyle bir bakar, biri işaret ederse ondan, kimseden ses cıkmazsa, kendisinden bir şişe şarabı götürür masasına bırakırdı. Fazla bir şey yemediğini bildiğinden ya bir dilim elma yada bir avuç leblebi vermeyi de ihmal etmezdi. Nuri o zaman başını kaldırır,Satı’nın yüzüne minnetle bakar yavaşça "Sağ ol Satı abi "derdi. Şarabını çabuk çabuk içer, getirilen mezeden ya alır, ya almaz, başı yerde, ezik sessizce kalkar giderdi.
Bazen Nuri’ye işler buyurulurdu. Yüzü yumuşaktı. Hiç ikiletmez her denileni yapardı.
               Yine bir gün ızgara dumanı, sigara dumanına karışmış meyhanenin tavanına asılıp kalmıştı. Meyhanedekiler içiyorlar, uğultu halinde de konuşuyorlardı. Nuri içeri girdi. Başı dikti.Gözleri "ıpıl, ıpıl" dı. "Selam afiyet olsun" dedi.

Sesi gürdü, Uğultu kesildi. Döndük Nuri’ye baktık. şaşırdık. Selamını çok azımız aldı Alanlarda selam mı aldı mırıldandı mı belli değil. Her zamanki gibi arkalara gitmedi. Önlerde boş bir masa aradı. Bulamadı. Gözüne kestirdiği yanındaki duvarda " ZEVKİN VERESİYESİ YOKTUR. TEKLİF ETMEYİNİZ. levhasının asılı bulunduğu masaya oturdu. Elindeki paketi masaya bıraktı. "Satı abi bir küçük rakı, yanına da sen bilirsin bir şeyler işte.. "Sandalyeden hafifçe yan döndü. Herkese başıyla selam verdi. tekrar, tekrar "Afiyet olsun, yarasın" dedi.
             Satı; pilaki, yoğurt, salata bir küçük rakı  peşinden de ızgara köfte verdi. O da bu günkü değişikliği anlamış, olağan üstülüğü fark etmişti.

Nuri rakı bardağını doldurdu. Soluksuz bir seferde içti. Tekrar doldurdu, sulandırdı. Yanında getirdiği paketi özenle ağır ağır açtı. İçinden çıkan muzları teker teker koçanından ayırdı. Bir tabağa dizdi. Tabak elinde masa masa dolaşarak herkese birer tane muz verdi. Almak istemeyenlerin tabaklarına zorla bıraktı. Kendisine bir tane kalmıştı. Satı’ya vermediği aklına geldi. Telaşla mutfağa koştu. Soyduğu muzun yarısını Satı’ya verdi,
"Hepsini vermem Satı abi . Yarısı da benim." dedi. Neşeyle gelip yerine oturdu. Meyhanedekilere laflar attı. Cevap verilip verilmediğine bakmadan şakalar yaptı. Güldü. Ciddi ciddi konuştu. Balıkcı İhsan gibi felsefi laflar söyledi.
Bardağındaki son yudumu da içti. Dudaklarını kağıt peçeteyle sildi, "Satı abi hesap" dedi.
Getirilen hesabı ödedi. Biraz da bahşiş bıraktı. Masasındaki yiyeceklerin nerdeyse hepsi duruyordu.
"afiyet olsun, yarasın,iyi geceler" dedi. Çıktı gitti.

Ertesi gün, daha ertesi gün Nuri meyhaneye uğramadı. Satıya sorduk "Nuri öldü abiler" dedi. "Kaldırdık cenazesini. Kurtuldu garip. O gün kanını satmış. Hepimiz donduk.  Nuri gerçekten kanını mı satmıştı. Kanını sattığı için m ölmüştü. Neticede ölmüştü işte....

AMA ÖLÜRKEN MUHAKKAK MUTLUYDU.

KİM BİLİR BELKİDE GÖZLERİ DE KAPALIYDI.

 

( Şişmanın Lokantası başlıklı yazı yyyyyyyyyyy tarafından 19.02.2012 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu