Sevgi duygusunun Allah'a değil, yarattıklarına yönlendirilmesi şirki ortaya çıkaran önemli bir neden. Özellikle kadın-erkek arasındaki "romantik" ilişki, insanları şirke saptıran en önemli konulardan biri.
Romantik sevgi anlayışında sevgililer, birbirlerini Allah'tan
bağımsız varlıklar olarak görür, Allah'a olan sorumluluklarını birbirlerine
karşı yerine getirir ve Allah'a duymaları gereken aşkı birbirlerine karşı
hissederler. Sabah gözlerini açtıklarında, o gün de uyandırarak kendilerine
yeni bir fırsat vermiş olan Rabb'lerine şükretmek yerine, birbirlerini düşünür,
birlikte olmayı hayal ederler. Gün içinde Allah'ı değil, birbirlerini anarlar.
Allah'ı hoşnut etmek yerine birbirlerini hoşnut etmeye çalışır, Allah ve din
için değil, birbirleri için özveride bulunurlar.
Bu ruh halindeki kişiler birbirlerini adeta ilah edinirler. Zaten
bunu kimi zaman kendileri de itiraf ederler. Birbirlerine "taparlar",
"nereye baksalar onu görürler", her yerde "o" vardır,
"hep onu düşünürler"... Oysa tek tapılacak, nereye bakılsa görülecek,
her an düşünülecek olan göklerin, yerin ve insanların da sahibi olan Allah'tır.
Yaşanan aşk, platonik dahi olsa Allah'ı unutturuyor, Allah'ı
anmaktan alıkoyuyor, Allah aşkına tercih ediliyorsa -kadın ya da erkek- böyle
bir aşk yaşayan kişi, şirk içindedir. Toplum ise bu gibi aşkları çok normal
görür. Hatta kaynağını Allah aşkından almayan bu romantik aşkı yaşama
konusunda, "aşk yaşamaktan korkmayın", "koşulsuz sevin",
"duygularınızı bastırmayın"
gibi telkinlerle cesaretlendirerek insanları şirke sürükler.
Romantizmin, insanların gerçekleri görmelerini, yaratılış
amaçlarını ve ahireti düşünmelerini engellediğini bilen şeytan, bunu kullanmaya
çalışır. Kendi dost ve yandaşlarını, yoğun duygusallık telkini verecek şekilde
yönlendirir. Televizyonlarda yayınlanan aşk filmleri ve özellikle dizi filmler,
duygusallığın hemen her evde bulunan en etkili telkin yöntemleridir. İzlenen
filmlerde konu romantik aşk, romantik aşk üçgeni, romantik yasak aşk üzerine
kuruludur. Hatta telkin öylesine yoğundur ki, "ruhlarının sonsuza dek
birlikte olması" için birlikte intihar eden iki aşığın aşkı, büyük takdir
görür. Ya da filmdeki oyuncunun aşkı uğruna kendini öldürme sahnesi,
izleyenleri gözyaşlarına boğar. Tüm bunlar, duygusallığın insan aklını ve
şuurunu ne denli kapadığının kanıtıdır.
"Aşk", "romantizm", "saf ve temiz
duygular" gibi sözlerle masum gösterilen bu duygusal aşk, yüceltilip
teşvik edilir; hatta bu aşka kutsallık atfedilir. Özellikle gençleri etkileyen
bu duygusallık telkinleri Allah'ı ve Allah aşkını tanımayan, imanı bilmeyen,
şirk koşmayı yaşam tarzı edinmiş insanlar ortaya çıkarır.
Bu tarz ilişkileri yaşayan insanların çoğu, doğru yolu gösteren
Kur'an yerine, toplumdan aldıkları din dışı, çarpık telkinlere uygun davranışlar
sergilerler. Birçoğunun, içinde yaşadıkları şirkten haberi dahi yoktur.
Oysa şuursuzca bu şirk içindeki sevgiyi yaşayan insan, "...
Bir suçlu-günahkar, o günün azabına karşılık olmak üzere, oğullarını fidye
olarak vermek ister; Kendi eşini ve kardeşini..." (Mearic Suresi,
11-14) ayetiyle bildirildiği üzere, ahirette kendisini kurtarmak için eşini
fidye olarak vermek isteyecektir. O an şuuru açılacak, görüş gücü keskinleşecek
ve Allah'ın vaad ettiği azabın gerçek olduğunu görecektir.
Müminin aşkı ise saf, duru, samimi ve nurludur; kalpte ferahlık
oluşturur. Sevdiği ama yitirdiği hiçbir şey için üzülmez, acı çekmez. Allah'ın
imtihanı olduğunun ve O'nun, dilediğinde verdiklerini geri alabileceğinin
bilincindedir. İsyanı değil, imanı seçtiğinde Rabb'i ona bu dünyada da ahirette
de sonsuza dek pek çok güzel sıfatıyla tecelli edecektir. İşte bu sırra ve
gerçek imana ulaşan mümin, karşılaştığı hiçbir durumda acı ve üzüntü yaşamaz.
Müminlerin sevgisi, Allah sevgisinden kaynak bulur. Çünkü
çevresindekiler bağımsız varlıklar değil, Allah'ın tecellileridir. Ve mümin
yalnızca Rabb'i için sever.