İslam'a göre yalnızca zorunlu olunduğunda savaşa başvurulur ve belirli insani ve ahlâki sınırlar içinde yürütülür. Savaş bir "istenmeyen zorunluluk"tur. Allah savaşa rıza göstermez, yeryüzünde savaşları çıkaranların inkarcılar olduğunu haber verir.
Peygamberimiz(sav)'in
hayatına baktığımızda ancak zorunlu hallerde savaşa çıkıldığını ve savunma
amaçlı olarak savaşıldığını görürüz.
İslam'ın
ilk döneminde yaklaşık 13 yıl Müslümanlar, Mekke'deki putperest toplumda
azınlık olarak yaşadılar ve çok büyük baskılar gördüler. Müslümanlara hakaret,
eziyet ve işkenceler yapıldı; kimi öldürüldü, kiminin evleri ve malları
yağmalandı. Bütün bunlara rağmen Müslümanlar asla şiddete başvurmadılar ve
putperest toplumu hep barışa davet ettiler.
Ancak
baskılar arttığında, daha özgür ve dostça yaşayacakları Medine'ye hicret
ettiler. Burada kendi siyasi yapılarını oluşturduktan sonra dahi, Mekke
müşriklerine karşı şiddet kullanmadılar. Ancak "Kendilerine zulmedilmesi dolayısıyla, onlara karşı savaş açılana
(mü'minlere, savaşma) izni verildi. Şüphesiz Allah, onlara yardım etmeye güç
yetirendir. Onlar, yalnızca; "Rabbimiz Allah'tır" demelerinden
dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar...” (Hac
Suresi, 39-40) ayetinin vahyi ile Peygamberimiz ümmetine savaş hazırlığını
emretti.
Allah
savaş iznini, baskı ve zulüm durumunda verir. "Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı
gitmeyin. Elbette Allah aşırı gidenleri sevmez.” (Bakara Suresi, 190)
ayetiyle sebepsiz kışkırtmaya ve gereksiz şiddet kullanımına karşı uyarır.
Müslümanlarla
müşrikler arasında gerçekleşen hiçbir savaşta Müslümanlar kışkırtan taraf
olmadı. Peygamberimiz(sav), putperestlerin pek çok talebini kabul eden
Hudeybiye Barış anlaşmasını kabul ederek, barış ve güveni sağladı. Böylece
barış içinde yaşanacak bir sosyal toplum oluşturdu.
Putperestler
anlaşmayı bozunca yeni bir savaş ortamı meydana geldi. Ancak Müslüman ordusu
putperestlerin direnemeyeceği bir güce ulaştı ve Peygamberimiz(sav) bu güçlü
orduyla Mekke'ye yürüyüp şehri fethetti. Bu zaferde tek bir kişinin burnu dahi
kanamadı. Resulullah şehrin ileri gelenlerinden intikam almak bir yana onları
affetti. Bu üstün kişilik müşrikleri hayran bıraktı, daha sonraları isteyerek
İslam'ı kabul ettiler.
Müslümanların
barışçılığı Kur'an'da emredilen İslami esaslardan kaynaklanır. Allah
inananlara, Müslüman olmayanlara da iyilikle davranmalarını buyurur:
Allah, sizinle din konusunda
savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp-çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve
onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları
sever. Allah, ancak din konusunda sizinle savaşanları, sizi yurtlarınızdan
sürüp-çıkaranları ve sürülüp-çıkarılmanız için arka çıkanları dost edinmenizden
sakındırır... (Mümtehine Suresi, 8-9)
Yukarıdaki
ayet Müslümanların Kur'anî bakış açılarını belirler. Müslüman, Müslüman olmayan
herkese iyilikle davranır, düşmanlık yapanları dost edinmez. Bir saldırı
karşısında savaş gerekli olursa savaş da adilane, insani ve ahlaki sınırlar
içerisine gerçekleşir.
O halde "cihad" nedir?
"Cihad"
kelimesi "cehd" etmek, gayret etmek anlamındadır. Peygamberimiz(sav)
"en büyük cihadın insanın kendi nefsiyle yaptığı cihad" olduğunu
açıklar. Fiziksel bir mücadele olarak savaş, nefsin bencil tutkularıyla verilen
savaş ve inkârcı felsefelerle fikir mücadelesi; tümü cihaddır.
Cihad'ın
masum insanlara yönelik şiddet eylemini tanımlamak için kullanılması ise, çok
büyük yanılgıdır.
İslam Barıştır, Merhamettir
İslam'ın
siyasi konulardaki hüküm ve prensipleri insanîdir, ılımlıdır. Müslüman olmayan
pek çok tarihçi veya teolog tarafından da bu gerçek dile getirilir. Örneğin
eski bir rahibe ve Ortadoğu tarihi konusunda uzman İngiliz tarihçi Karen
Armstrong, Holy War (Kutsal Savaş) adlı eserinde konuyla ilgili şunları yazar:
"İslam kelimesi Arapça'da
barış kelimesiyle aynı kökten gelir ve Kur'an, savaşı, Tanrı'nın rızasına
aykırı gelen anormal bir durum olarak lanetler... İslam karşı tarafı yok etmeye
yönelik veya saldırgan bir savaşı onaylamamaktadır, Tevrat'ın ilk beş
kitabındaki yaklaşımın aksine. Hristiyanlıktan daha gerçekçi bir din olarak,
İslam savaşın kaçınılmaz olduğunu kabul etmekte ve bazı durumlarda zulüm ve
acıyı durdurmak için olumlu bir görev olarak görmektedir. (Ama) Kur'an savaşın
sınırlı olması gerektiğini ve olabildiğince insancıl bir şekilde yürütülmesini
öğretir. Muhammed sadece Mekkelilerle değil, aynı zamanda bölgedeki Yahudi
kabileleriyle ve Yahudilerle işbirliği yaparak kendisine karşı bir saldırı
planlayan Suriye'deki Hristiyan kabileleriyle mücadele etmek zorunda kalmıştır.
Ama bu yine de onun "Kitap Ehli"ni lanetlemesi gibi bir sonuç
doğurmamıştır.
Onun Müslümanları kendilerini
savunmak durumunda kalmışlar, ama düşmanlarının dinine karşı kutsal bir savaşa
girişmemişlerdir. Muhammed azad ettiği kölesi Zeyd'i bir Müslüman ordusunun
kumandanı olarak Hristiyanlara karşı savaşa gönderdiğinde, onlara Tanrı yolunda
cesurca ama insancıl şekilde savaşmalarını emretmiştir. Rahipleri, keşişleri
veya rahibeleri taciz etmemeli veya savaşmayan güçsüz insanları hedef
almamalıdırlar. Sivillere yönelik hiç bir katliam gerçekleştirilmemeli, tek bir
ağaç bile kesilmemeli, hiç bir şey yıkılmamalıdır. (Karen Armstrong, Holy War,
MacMillian London Limited, 1988, p. 25)
Müslümanlar
tarihte hiç bir zaman "bozguncu" olmamış, gittikleri her yere, her
insana güvenlik ve huzur götürmüşlerdir.
Kur'an
merhameti, adaleti, güzel ahlakı, hoşgörüyü, barışı öğretir. İslam bozgunculuğu
lanetler, İslam barıştır.
... Onlar ne zaman savaş amacıyla
bir ateş alevlendirdilerse Allah onu söndürmüştür. Yeryüzünde bozgunculuğa
çalışırlar. Allah ise bozguncuları sevmez. (Maide Suresi, 64)