Aynanın karşısına geçti. İlk defa görüyormuş gibi yüzünü inceledi. Gözünü, burnunu, kulağını… Ağzını açıp içine baktı, dilini uzattı, dişlerini kontrol etti. İki eliyle dudaklarını ayırarak diş köklerini inceledi. Eliyle kulaklarını yokladı. Tekrar tekrar yokladı. Kulaklarının uzunluğunu ölçmek için cetvel aradı bulamadı. Aynada gördüğü kendisiydi. Değişmemişti.

Evde yalnızdı. Salona geçti. Koltuğa oturdu. Bacak bacak üzerine attı. Kumandanın düğmesine dokundu, odanın içini gürültü doldurdu. Başka düğmeyle gürültüyü ayarladı. Kanallarda gezindi durdu. Hiç birini beğenmedi. Hiç birini seyretmek istemiyordu. Ama zaman geçirmek/öldürmek için bir şeyler yapmak zorunda olduğuna inanıyordu. Yapacak bir şeyi yoktu, zamanı öldürmeliydi. Gürültüyü kapattı.

Yine aklına düştü. Korka korka aynanın karşısına geçti. Yüzünü, gözünü, burnunu, kulağını inceledi. İnceledi. Öncekinden daha dikkatli inceledi. Aynaya arkasını döndü, hızla dönüp inceledi. Cetvel hala yoktu. Kulağının uzunluğunu bilemiyordu. Gözümü yanılıyordu, yoksa milim uzama mı vardı kulaklarında. Gözünü iyice aynaya yanaştırdı, bütün dikkatini kulaklarına verdi. Belki kıllanırlardı, uzamakla kalmazlardı.

Başka şeylerle uğraşmalıydı. Kafasındaki düşünceleri atmalı, güzel düşünceler yerleştirmeliydi. Zamanı kendine zehir etmemeliydi. Güzel zaman geçirmeliydi. Hoşça geçirmeliydi. Yaşamaktan zevk almalıydı. Kâbusa dönen bir yaşam ölümdü, hiç tahammül edemeyeceği bir yaşama biçimiydi. Asla buna izin vermemeliydi.

Aynanın yanından uzaklaştı.

Kendini yine aynanın karşısında buldu.

Zorla uzaklaştırdı kendini.

Amaçsızca odanın içinde dolaşmaya başladı. Önüne gelen küçük yastıkları tekmelemek geldi içinden. Ama hızlı tekmeleyemedi. Bazı şeyleri kırmaktan korktu. “Tekmelemek…” Ne kadar korkunç bir sözcüktü. Bu sözcüğü asla kullanmamalıydı. Asla düşünmemeliydi. Asla hayatında yerini almamalıydı.

Aynanın karşısına gitmek istimiyordu. Gitmemek için bütün gücüyle uğraştı. Gitmemeliydi. Gitmemek zorundaydı. Gitmemeyi başarmak zorundaydı. Ama eline söz geçiremedi. Eli ağzını, yüzünü, burnunu, kulaklarını yoklamaya başladı. Yerinde durup durmadıklarını inceliyordu. Şekillerini inceliyordu. Eline söz geçiremiyordu. Aynanın karşısına geçmekten beter olmuştu. Keşke şimdi elinden kurtulsaydı da bu sıkıntıyı yaşamasıydı. İşte o da elinde değildi.

Aklına eline bakmak geldi. Baktı. Yerli yerindeydi. Aynıydı. Rahatladı. İçi rahat etti. Sanki bütün vücudunu bir ılıklık kaplamıştı. Büyük bir yükün altından kalkmış gibi rahatladı. Rahatladı ama her yanı sızlıyordu sanki.

Katlanılmaz bir sıkıntının içine düşmüştü. Katlanamıyordu. Katlanmak istiyor katlanamıyor, kurtulmak istiyor kurtulamıyordu. Bu sıkıntıdan kurtulmak yeniden dünyaya gelmek olacaktı. Ama kurtulamıyordu. Keşke bir kurtulabilseydi.
Evden çıkmayı düşündü. Yolda yürür, parkta gezer, tanışık birileriyle karşılaşır ve bu sıkıntısından kurtulabilirdi. Çünkü değil bir ömür, birkaç saat bile bu sıkıntı ile birlikte yaşamak mümkün olmazdı.

Evden çıktı.

Nereye gideceğini, ne yöne döneceğini bilmiyordu. Amaçsızca dolaşacaktı. Ayakları onu nereye götürürse oraya gidecekti. Ayakları aklına gelince çılgına döndü. Eğilip ayaklarına bakamadı. Ama yerden ayakları öyle bir ses çıkarıyordu ki. Korktu. Ayaklarının çıkardığı sesten korktu. Ayaklarının kendini götüreceği yerden korktu. Ayaklarından korktu. Ayakları onun ayakları mıydı? Eğilip bakamıyordu. Eğilip bakamadı. Bir bakabilse belki bu kâbustan kurtulacaktı. Ya korktuğu başına gelmişse… Ayakları…

Koşar adımlarla yürüdü. Hızlı yürüdükçe ayakları çok ses çıkardı. Çıkan ses bütün kâinatı kapladı. Seste boğuldu. Sesten korktu. Korktukça hızlı yürüdü. Hızlı yürüdükçe ses yükseldi. Yükselen ses kalbini sıktı, sıktı, sıktı… Soluk alamadı. Ciğerlerine hava değil ses doluyordu. Onu kahreden, hayatı kendine zehir eden ayaklarının sesi ciğerlerine doluyor, ciğerlerini parçalayarak geri çıkıyordu. Yürüyecek gücü kendinde bulamadı. Hemen kaldırımın kenarındaki banka yığılırcasına oturdu.

Ayaklarına bakamıyordu.

Elleri yorgunluktan düştü. Onları yukarda tutamıyordu. Düşen elleri ayaklarına değdi. Ellerini ayaklarından uzaklaştıramıyordu. Elleriyle ayaklarını kontrol etmekten korkuyordu, kontrol etmek istemiyordu. Etmek zorundaydı. Korkudan titreyen elleri onun değildi… Onun emrinde değildi. Başıboştu. Ne istiyorsa onu yapıyordu. Ellerine yalvarmak istiyordu. Ne olurdu elleri vücudunu kontrol etseydi. Kontrol ettiği vücudu istediği gibi düzgün çıksaydı. Ne olurdu elleri onun istediklerini yapsaydı. Elleri… Elleri…

Elleri iyi haber verdi. Bir anda sevinç bütün vücudunu kapladı. Yüzü güldü. Bacaklarına can geldi. Beyni sevindi. Ağlayabilse sevinç gözyaşları dökecekti. Sesi çıksa sevinç çığlıkları atacaktı. Sevinç çığlıklarıyla bütün dünyayı dolduracaktı. Herkesin sevincine ortak olmasını isteyecekti. Elleri iyi haber vermişti. Ayakları hala yerindeydi ve onun istediği gibiydi ayakları.

Ayaklarına bakabilirdi. Baktı. Onun ayaklarıydı. Aynı duruyorlardı.

Artık rahat yürüyebilirdi. Kalktı. Rahatlamış olduğunu gördü. Üzerinde hiç yorgunluk kalmamıştı. Ayaklarından emin olduktan sonra bütün yorgunluğu geçmişti. Yürümek ve kendine gelmek istiyordu.

Yürüdü.

Büyük bir parka geldi. İnsanlarla doluydu. Herkes kendi halindeydi. İnsanları seyretmek bile zor geliyordu. Onlarla ilgilenmedi. Kim ne yaparsa yapsın onun sorunu değildi. Moralini bozmasına gerek yoktu. Yalnızca zamanı öldürmek ve sıkıntıdan kurtulmak istiyordu. Kâbusu yenmek istiyordu. Cıvıl cıvıl çocuklar bile onu ilgilendirmiyordu.

Yalnızca parkın kenarındaki çocuklar onu ilgilendir. Onları dikkatle izledi. Buldukları bir eşeğin başına yuları geçirmişler onunla uğraşıyorlardı. Eşek onların istediği yere gitmeyince kimisi yularından çekiyor, kimisi elindeki sopayı acımasızca vuruyordu. Bütün bunlara rağmen büyük bir inatla eşek onlara direniyordu. Eşek eşekliğini yapıyordu. Ama çocuklar yularından çeke çeke, sopayı vura vura onu istedikleri yere götürüyorlardı. Yalnızca onları seyretti. Hiçbir şey yapmadı. Zaten kendinde yapacak güç de yoktu.

Geri döndü. Evde ilk işi aynanın karşısına geçmek oldu. Yorgun ve süzgün olduğunu görüyordu. Elini, yüzünü, gözünü, burnunu, kulağını aynada kontrol etti. Hepsi yerli yerindeydi. Hiç biri değişmemişti. Kıllanmamıştı… Gördüğü eşekten bu kadar etkilenmesine kızdı. Tamam, kendi aklıyla hareket etmemişti, yanlış yapmıştı. En güvendiği kişi kendi çıkarı için kullanmıştı. Ama bu onun eşekleştiğini göstermezdi ki. Bütün bu düşüncelerine kızdı. Beyninden atmak istedi. Kazıyıp atmak istedi. Ama gücü yetmedi. Yetmiyordu. Kazıyıp atamıyordu. Sanki gördüğü eşek yularıyla beyninin bütün hücrelerine ayrı ayrı yerleşmişti. Ayrık otu gibi beynini sarmıştı. En önemlisi durmadan çoğalmaktaydı.

“Sen haklıymışsın” dedi içinden kendi kendine.

Aynadan uzaklaşırken yürümekte zorluk çekiyordu. Yorgundu. Bitkindi.

19.10.2006


( Ayna başlıklı yazı hasan--cosar tarafından 11.08.2009 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.
 

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu

EdebiyatEvi.Com | Edebiyat ve Kültür Platformu