Lisanını bilmediğim memleketleri gezen
Ruhumla iltica edip uzak mesafelere
Kurşun kalemle eşelerken beyin zarımı
Bir pansiyon odasında
Enkazı zamana bulaşan unutulmuşluğumdur
Hayaller buluşur sevgisi öksüz niyette
Her yetim sevda duvarlarında yansır nefes alışının
İçimde yanık mektupların kerih kokusu
Kaybeder çocukluğum hatıralarını
Kemikleri kırılmış gözlerinin şakağında
Ağlar okyanusunu kaybetmiş kum taneleri
Ortalık malı gibi oldu düşüncelerim
Sere serpe gün ortası kalabalığımla
Yarını rezerve ediyor kırık masaya
Dökülüyor endamıyla şiirler
Her imgeye beyaz kefen giydirse de gassal
Öldüm demekle bir de ölünebilse...
Himayesiz akıyor bu sıra gözyaşlarım
Gökyüzünde telaşla uçuşurken martılar
Eskilere öykünüp sevda nöbetleri tutuyorum
Gözlerine gömüyorum akşamın güneşini
Her batışında ben doğarım diye umut ediyorum
Eylülün dalından düştü iflah olmadan sonbahar
Baharı göremeden bitirdik yazı
Karamsar bakıyorum pencerelerden
İçimde büyüyen sevdaya kefen dikmekle meşgulüm
Üç valiz dolusu kimsesizliğimle volta atıyorum şehrinde
Yabancı olduğumu biliyor taksi şoförleri
Köşe bucak geçiyorum caddelerinden
Bu sabah saçlarına astım sevdamın diyetini
Ölsem de sırrını söylemedim duvarlara fısıltılarının
Gözüme bir kıpırtı seğirtti ansızın
Takıldım bakışlarına
Derin sessizliğimle kavgadadır yüreğim
Saatler hangi anı gösterir şimdi
Asılsız bir ihbarken kendine
Ardına düşecek kadar cesur değil belki kelimelerim
Ve belki aşkınla halaya duruyor kalp ağrılarım
Bütün fazlalıkları atıyorum bedenimden
Zehir kuşanıyor kehkeşan bakışlarım
Duyuyor musun
Anlatacak ne çok şeyim var oysa
Emin değilim bilmek istediğinden
adem efiloğlu / ahir-i fırtına