Sağlam raporumuzu alarak, sevinç ve ümitle, İzmit’e dönmüştük. Bütün evrakları tamamlayarak, askerlik şube reisine elden teslim etmiştik. Artık, Konya askeri orta okul müdürlüğünden gelecek cevabı bekleyecektik, yapacak başka bir şey yoktu.
İki hafta sonunda gelen cevabî yazı bütün ümit ve hayallerimi yıkmıştı. Bu konuda ikinci engel de karşıma dikilmişti. Gelen yazıda şöyle deniyordu” Bulunduğunuz yerde orta okul mevcut, yönetmenliğe göre, sizi talebe olarak kabul etmemiz mümkün değildir.” Benim kadar, Dayım ve yengem de gelen cevaba çok üzülmüştü. Dayımla birlikte, tekrar, şube reisini görmeye gitmiş, Onun tavsiyesi üzerine, bir dilekçe daha göndermeye karar vermiştik. Bu dilekçede.” İzmit’te muvakkat olarak bulunuyorum. Asıl memleketim, Ankara- Yelli köyü dür. Orada da orta okul yoktur. Bu durum nazarı itibara alınarak, okulunuza kabul edilmemi arz ederim” ifadeleri yer alıyordu.
Verdiğimiz dilekçeye cevap gelinciye kadar, zamanımı değerlendirmek ve biraz harçlık kazanmak düşüncesiyle, bir işe girdim. Bir Macar firması, Halk evi ve civarını, asfalt yapıyordu. Bir ekmek ve yevmiye olarak da 275 kuruş veriyorlardı. Güneş bir taraftan, kaynayan katran kazanları diğer taraftan, çalıştığımız yer cehennem gibiydi. Bu işin pisliği de cabasıydı. Üstelik, yengem de pislik içinde eve geldikçe, haklı olarak bana kızıyordu. Neyse ki bu çalışma uzun sürmemiş, bir ay içinde 31 lira alarak işten ayrılmıştım.
Lütfi’ye teyze, benim okula kabul edilmeyişime, bizimle beraber üzülenlerdendi. Bu sebeple, rahmetli eşi vasıtasıyla tanımış olduğu, Askerî liseler Müfettişine, bir mektup yazmıştı. Gelen cevapta :” Bahsettiğiniz çocuğun, Askerî orta okul yönetmenliğine göre, okula kabul edilmesi mümkün değildir. İstenirse, Onu, Kırıkkale askerî sanat okuluna kabul ettirmem mümkündür” deniyordu. Allah bir kapıyı kapamış, yeni bir kapı aralamıştı. Yeni bir ümitle, Ankara’nın yolunu tutmuştum .Belirtilen adrese gittiğimde, Müfettişi evinde hasta buldum. Yine de ilgilenip, telefon etmek suretiyle, beni , Kırıkkale’ye, okul müdürüne göndermişti. Okul müdürü, evraklarımı incelerken, yaşımın 12 olduğunu görmüş ve:
-Maalesef, evladım,! Yönetmeliğe göre, 14-17 yaşları arasındaki çocukları kabul ediyoruz, demişti. Bu kat-î ifadeyi duyunca, üzüntümden , neredeyse, müdürün önünde ağlayacaktım. Böylece, bir ümit daha sönmüştü. Yeis içinde, İzmit’e dönmekten başka çare bulamamıştım. Getirdiğim habere, dayım da, yengem ve Lütfi’ye teyze de çok üzülmüşlerdi. Bilhassa dayım, bir yerlere girip, mutlaka okumamı istiyordu. Okumaya karşı çok hevesli olduğumu bildiğinden, sağa, sola baş vuruyor, kimden yardım alabiliriz diye çırpınıyordu. Aslında, ben de dayıma yük olmak istemiyordum, Beş tane çocuğa bakmanın ne kadar zor olduğunu biliyordum. Üstelik, ticaret erbabı değil, kendisi memur olunca, sıkıntıya düşmüş, evini bile bankadan alığı kredi ile tamamlamıştı.
Aradan bir kaç gün geçmişti. Bir akşam, dayım eve gelince:
-Yusuf! Sana iyi bir haberim var. Şimdiye kadar nasıl akıl edemedik, hayret! Bu gün milli eğitim müdürü ile konuştum. 1 eylülde, Devletin açtığı leyli meccani imtihanı varmış, müdür, bu imtihana girmeni tavsiye etti. Yarından tezi yok, bir dilekçe ile müracaat etmeliyiz, senin bu imtihanı kazanacağından eminim, diyerek beni sevindirmişti. Tanrı, bir kapıyı kapatıp, yeni bir kapı daha açmıştı . Göğsüme taze bir ümit doğmuştu.
Nihayet, imtihan günü gelip çatmıştı. İmtihan salonuna girdiğimde benim gibi, pek çok talebenin olduğunu görmüştüm. Kan kardeşim kadir de içlerindeydi, çünkü, Askerî orta okuldan Ona henüz cevap verilmemişti. Sorular benim için oldukça kolaydı ve imtihan iyi geçmişti, ancak, neticelerin , bir buçuk, iki ay sonra geleceğini öğrenmiştik. Bunu Dayıma söyleyince:
-Her ihtimale karşı, seni , İzmit Orta Okuluna kaydettirmemiz gerekiyor, demişti. Dolayısıyla. Ben de 15 eylülde okula kaydımı yaptırmıştım.
18 eylül, bu gün bayram. Bir gün önceden, elbiselerimi temizleyip, ütülemiştim. Ceketim, biraz eskiydi ama olsundu. Hiç olmazsa temizdi.
Biz üç erkek, Erdem, Erkan ve ben bayram namazına gitmiştik. Namazdan sonra da eve gelip, ailece bayramlaşmıştık Kızların üçü de benimle dargın oldukları halde, bayram hatırına, barışıp bayramlaşmışlardı. Dayım, çıkarıp, harçlık olarak 2,5 lira vermişti. Tabii, yengem de mendil. Öğleden sonra ise, Aymet Dayılara, bayramlaşmaya gittik Ümmühan da , bizim kızlara uymuş, benimle konuşmuyordu. O da bayram hatırına elini vermişti Ama biliyordum ki, üç gün bayramdan sonra, benimle yine konuşmayacaklardı. Bütün bunlara sebepse, Çiğdemdi, Ona karşı tutumumdaki değişiklikti.
Aymet dayı da yeğenlerinden ayırmayarak bana da bir lira bayram harçlığı vermişti. Utanmakla beraber, böyle bir günde , bu parayı alamazlık edemezdim. Nede olsa bayram harçlığı idi. Bu paralar üç gün boyunca, sinema ve bayram yeri harcamalarına yeter de artardı bile.
O gün, öğle yemeğini, cümbür - cemaat Aymet dayılarda yemiştik. Onlarla, bilhassa Ümmühan la bir arada bulunmaktan zevk duyuyordum. Ancak yediğimiz et yemeğini tatlılı yapmışlardı. Celep ve kasaplık yaptıkları için, et yemeğini fazlaca yiyorlar ve adetleri veçhiyle, et yemeğini böyle tatlılı yapıyorlardı. Bense bunu pek sevmemiştim.
25 eylülde okullar açılmıştı. Bütün talebeler bahçede toplanmış, kimin, hangi sınıfa gideceği bildirilmişti. Bizim sınıfta, ikisi erkek, altısı kız, olmak üzere sekiz Yenituranlı vardı. İlk günü ders yapılmamış, çocukları ben idare etmiştim. Daha sonra da beni sınıf mümessili seçmişlerdi. Burada da öğretmenlere. Kendimi, kısa sürede sevdirmiştim. Hele, İngilizce gibi, ilk defa tanıştığımız bir dersten iyi not almam beni çok sevindirmişti.