. D. DERSLER BAŞLIYOR
Artık dersler başlamıştı. Dört elle sarılmalıydım. Allah yardım etmiş buraya kadar gelmiştim. Yüzümün kara çıkmasını istemiyordum. Bana İnananlar vardı. En başta da Yasemin ablam vardı. Bu arada hem Yasemin ablama, hem de Ümmühan’a mektup yazmayı da ihmal etmiyordum, Hafta sonları mektupları postaya vermek üzere ya nizamiyedeki küçük postaneye, ya da şehre kadar gidiyordum. Yasemin ablamdan cevap alıyordum ama , Ümmühan’dan hiç cevap aldığımı hatırlamıyordum. Bazen de Ümmühan’a hak veriyordum. Benim gibi kimsesiz ve fakir bir insana niye değer versin diki!.
Yılmaz Kürşat adında hobisi olan bir arkadaş daha edinmiştim. Okul idaresi ona bir yer göstermiş, boş zamanlarında maket yapıyordu. Ben de mika ile bir şeyler yapmaya başlamıştım. Ben daha ziyade mika üzerinde çalışıyordum. Uçak modeli veya isimlik gibi. Hediye etmeyi düşünüyordum. Maksadım daha ziyade boş vakitlerimi değerlendirmekti. Değer taraftan mika bulmak kolaydı. Nasıl olsa uçaklar kâl olunca ufak tefek işler dışında işe yaramaz oluyordu.
Çok geçmeden arkadaşlarla kaynaşmıştık, Onlar bana, (Selahattin dışında, ki O bana Yusuf ağabey diye hitap ederdi) bir de lakâp takmışlardı. Saçlarımın sık ve sert, burnumun büyük olmasından dolayı Stalin’e benzetmişlerdi ve ‘‘STALİN’’ diye çağırıyorlardı. Boru lakâbını kullananlar da vardı. Bunun sebebi ise, yatakhanede konuşanları susturmak için, kalın sesimle! ‘’susun , uykumuz geldi, yatalım’’ dememden ileri geliyordu
Önemli, önemsiz 27 ders vardı. Bu yoğunluk içinde neredeyse kendimizi kaybedecektik. Kasım ayında idik, sanki kış erken gelmiş gibiydi. Ve zaman , zaman da kar atıştırıyordu.. Hafta sonları şehre seyrek iniyordum. Daha ziyade hobi ve mektup yazarak vakit geçiriyordum Tabii, köyde fazla alışık olmadığım halde, Pazar günleri banyo yapmayı da ihmal etmiyordum.
İkinci defa, üşüttüğüm için doktora gitmek mecburiyetinde kaldım. Doktor İlhan yüzbaşı , ise, gide, gele artık ağabeyimiz olmuştu. Gerçekten iyi bir doktor ve çok efendi bir insandı. Bütün talebelere sanki arkadaşlarıymış gibi davranıyordu. (Onunla seneler sonra, Gümüldür kampında karşılaşacak, eşim kâlp krizi geçirdiği için Ondan yardım isteyecektim)
Geceleri artık uçak seslerine alışmıştık .Bizi fazla rahatsız etmiyordu, Gece uçak sesleri duymadığımız zaman, havanın sisli veya pistin buzlu olduğunu anlıyorduk.
Artık kış gelip geçmiş, bahar aylarını yaşıyorduk, Zaman, zaman sözlü ve yazılı imtihanlar oluyorduk. Öğretmenler bizi, biz de öğretmenleri tanıyorduk. Ama yine de imtihan dendi mi yüreğim pır, pır ediyordu. Hocalarımızın içinde böbürlenen, yüksekten bakan, dağ yarattım görünümünde olan insanlar yoktu. Dersler yönünden bize yardımcı olmaya çalışıyorlardı. Bazen talebelik psikozuyla, hocaları konuşturmak isteyen arkadaşlar oluyor ve hocalar da o yönde davranıyordu. Fakat hava taktik hocamız Kur Bnb. Muhsin Batur asla böyle bir konuşmaya yanaşmayanlardandı. Çok ciddi, görünüşü ve tavırlarıyla çok kibar bir insandı.. Ütğm. Tahsin Şahin Kaya , kısa boyluydu. Öyle bir yürüyüşü vardı ki, yüksek dağları ben yarattım der gibiydi. Zaman, zaman da çok cana yakın olurdu. O zaman istediğimizi sorma imkânı bulurduk. Ütğm. Mehmet Bilir, uzun boylu, zayıfça ve çok kibar, cana yakın bir insandı. Tğm. Halit Altın anık da spor hocamızdı. Uzun boylu, şişmancaydı.. Bilhassa voleybol oynarken, karşı taraf takımla devamlı kavga eder pozisyonu alırdı. Bir gün böyle voleybol izlerden, nereden aklına geldiyse, arkadaşların el falına bakmaya başladı. Sonunda sıra bana geldi. ‘ Oo. Senin el çizgilerin çok karışık, Fazla bir tahminde bulunamayacağım. Ama görüyorum ki ömrün uzun olacak' demişti. Her neyse, biraz korkmakla beraber, hocalarımızın hepsinden memnunduk. Aslında benim durumumda olanlar, sınıfta kalırız, okuldan atılırız korkusu yaşıyorduk.
E. YANLIŞ MEKTUP
Bir Pazar günü, her zaman olduğu gibi, Yasemin ablamla , Ümmühan’a mektup yazdım, zarflarına koyup, postaya vermek üzere şehre indim. Mektupları postaladıktan sonra da sinemaya gittim. Dönüşümde, gece yatarken,,içime bir şüphe düştü. Acaba mektupları zarflarına koyarken, karıştırmış mıydım? Bu şüphe yüzünden bütün gece gözüme uyku girmedi. Yasemin ablama yazdığım normal bir mektuptu. Fakat Ümmühan’a yazdığım bir aşk mektubu idi. Neler yoktu ki. Duygu yüklüydü. Yasemin ablamın Ümmühanı sevdiğimden haberi yoktu. Zaman, zaman Beykoz’dayken ilgilendiğim Ayşe’den bahseder, haberler verirdi. İki yüzlü halime ne diyecekti. İki kâlpli deyip kestirip atacak mıydı? Eğer şüphelendiğim gibiyse, çok kötü duruma düşmüş olacaktım. Ama beklemekten başka da çarem yoktu. Ne kadar bekleyecektim bilemiyordum.
Daha sonraları şüphem doğrulanmıştı. Yasemin ablamdan mektup aldım ve bir satırla da hatamı yüzüme vurmuştu. ‘ Ümmühan’a yazdığın mektubu aldım’ diyordu. Oradan havadis vermeye devam ediyordu. Büyük kızı Gürcan’ı çamlıca kız lisesine yazdırmışlardı, Fakat Onu hafta sonları, gidip almak, pazartesi günleri taa Beykoz’dan okula götürmek çok zor geliyormuş, bu sebeple Kadıköy’de, Yeldeğirmeninde kiralık bir ev tutmuşlardı.
Beykoz’daki evlerini kapatmışlar, fazla eşyaları orada bırakmışlardı. Alt katlarında oturan Ayşelerden ise hiç bahsetmiyordu.
Tatil olunca, ‘bize gel’ demeyi de ihmal etmemişti Bizim okul ise diğer sivil okullardan farklı idi. Ne zaman tatil olacağı konusunda da henüz bir emir gelmemişti
.
F. YAZ TATİLİ
Nihayet bizim okul da on beş günlük yaz Tatiline girmişti. İmtihanlar, uçaklarla ilgili gözlemler derken süre uzamıştı. Allahtan ki bütün arkadaşlar sınıflarını geçmişlerdi. Artık rahat rahat tatil yapabilirdik. Herkesin, tatilde gideceği yerleri vardı...Beni ise bir düşünce almıştı. Köye gitmeyi hiç istemiyordum.. Karar vermekte zorlansam da İstanbul’a gitmeliydim. Güler karşılanmazsam, bir gün kalır ,okula dönerim diye düşündüm…22 ağustosta tren istasyonuna gittim, biletimi aldım ve İstanbul’a hareket ettim.. İzmit ten geçerken eski günlerimi hatırladım.. Birinci kitapta bahsettiğim gibi, dayım 1946 yılında vefat etmişti. Kim bilir, Erkanla kavga edip, evden kaçtığım için bana ne kadar kızmıştı. Ne var ki altı çocuğundan en büyüğü, elimden tutmuş, bana , Ondan sonra ikinci hami olmuştu.. Belki de Erkanın karakterini bildiği için bana fazla kızmamıştı Çünkü Yasemin Ablama , ‘Yusuf’ a iyi bak O benim eserim olacak’ demişti. Bunları düşünerek biraz olsun teselli buluyordum..
Kadıköyü biliyordum ama, Yel değirmeni semtine hiç gitmemiştim. Haydarpaşa’da, trenden inince birisine sordum, Eliyle işaret etti. Oradan Yel değirmeni semti görünüyordu. Rıhtıma kadar yürüdüm. Tepeye doğru yükselen pek çok sokak vardı. Birisinden yürümeye başladım. Gördüklerim, İki taraflı, bitişik nizamda eski Rum evleri idi. Tepeye çıkınca ‘Yeşilay sokağı nerede’ diye sordum. Sorduğum yere uzak değildi. Doğru yolda olduğumu anladım.. Artık kapı numarasını bulmam gerekiyordu. Uzun bir sokak değildi. Sağ tarafta , bahçeli, ahşap bir ev, solda ise aradığım evi bulmuştum.. Üç katlı bir evdi. Apartmanın giriş kapısı açıktı. İçeriye girdim. Bir merdiven aşağıya, bodrum katına, diğeri yukarıya çıkıyordu.. Üç, dört basamak çıktıktan sonra sağdaki dairenin kapı numarasını gördüm.
Biraz da heyecanla, zile bastım.. Kapıyı evin evlatlığı Saliha açtı. Beni görünce şaşırdı. Hemen ‘’ anne! Yusuf ağabey geldi’’ diye seslendi. Kapı açılınca antre görünüyordu. Yasemin ablam beni görünce çok sevindi. Hemen birbirimize sarıldık. Samimi olduğu belliydi. Gülcan ve Gülşen’i sordum. Gülcan İzmit’e gitmiş, teyzelerini çok sevdiği için orada kalıyormuş, Gülşen de sokakta arkadaşlarıyla oynuyormuş..’ Biraz hoş sohbetten sonra, ‘’Gülşeni bu sene okula yazdıracağız., yakın da Gazi okulu var oraya’’ diye ilave etti. İzmit’tekileri sordum. Mükerrem hanım ‘( üvey annesi) çok hasta imiş. Uzun, uzun hastalıktan, Mükerrem yengeden bahsetti. ‘’ Onun için üzülüyorum’’ dedi.
Şöyle bi etrafıma bakındım, Beykoz’daki konak gibi ev nerede, bu ev nerdeydi!. Oranın salonu, bu dairenin tümünü içine alır diye düşündüm. Girince sağ tarafta misafir odası, onun yanında bir yatak odası, bir de onun tam karşısında bir yatak odası daha., yanında tuvalet ve mutfak. Bir de antre, okadar. . Mutfak bahçeden ışık alıyor. Misafir ve yatak odalarından biri sokağa bakıyor. Antre de ise bazen ışık yakma ihtiyacı doğuyor.. Eşyalarının çoğu da Beykoz’da kalmış anlaşılan.. Karyola bile getirmemişler. Yer yatağında yatıyorlar. En büyük sıkıntıları ise su kesilmeleri.. Gündüzleri kesiliyormuş, geceleri geliyormuş. Bu yüzden kap, kacak doldurmak icap ediyormuş. Zaten Beykozda iken de su yönünden şanslı değillerdi. Orada da dışardan. Çeşmeden su taşıyorlardı. Allahtan çeşme , hemen evlerinin önündeydi. Su taşımaktan, Salihanın kolları uzamıştı (bu işin şakası ya)
Daha sonra Gülşen geldi. Beni görünce kucağıma atıldı. Bana ‘’dayı’’ derdi. Şapkamı görünce hemen başına geçirdi..Aynada kendine
Şöyle bi baktı. ‘’büyük geldi’’ deyip.. çıkardı... Daha küçükken, Beykoz’da Türkân Ona küfür etmesini öğretmişti. Kızdığı zamanlar söylüyordu. Biraz mızmız dı, doğru, dürüst yemek yemezdi. Ekmek lokmalarını kitaplığın altına atar, saklardı. Yemek yedirmekte annesi zorlanırdı. Babası da ağlayıp huysuzluk yaptığı zamanlar tuvaletin yanındaki karanlık odaya kapatırdı. Orada ağlamaktan gözleri şişerdi. Akşama doğru enişte bey geldi. Beni görünce elini uzattı.’’ Hoş geldin. Ne var, ne yok, dersler nasıl, sınıfı geçtin mi?’ dedi. Olumlu cevap verince tuvate doğru yürüdü.., Çıktıktan sonra da gazetesini alıp okumaya başladı. Ablamla, Saliha da sofrayı hazırlamaya başlamışlardı. Sofrada, ablam kocasına, ‘ bu gün öğle yemeğinde ne yediniz’’ diye sordu. O da, ağır, ağır sanki hatırlamakta zorluk çekiyormuş gibi cevap verdi. Ben bu sahneleri iyi hatırlıyordum. Ablam sorarsa cevap verir, konuşurdu. Konuşmaktan ziyade okumayı severdi. Bilhassa tarih kitaplarını tercih ederdi. Bazen bana da tarihten sorular sorardı. Kanepede gece yarılarına kadar oturur okurdu. Herkes yatar, O okumaya devam ederdi. Buna rağmen sabahleyin erken kalkıp tuvalete girmesi gerekiyordu. Beykoz’dan Eminönü ne vapurla gitmek mesaiye yetişmek erken kalkmasını icap ettiriyordu. Eğer, tuvalete girmek için geç kalmışsanız, yandınız demekti. Enişte bey çıkıncaya kadar beklemek gerekiyordu. Tuvaletten geç çıkan cinsindendi. Her şeye rağmen uzun boylu, yakışıklı bir insandı. Ama yalnız kendi rahatını düşünen biri idi. İşten dönerken bir ekmek bile eline alıp getirmezdi. Yetişirken aile öyle alıştırmıştı.
Yatarken bir şey daha dikkatimi çekmişti. Gülşen her zaman olduğu gibi, erken uykusu gelmiş ve yatmak istemişti.. Ablam Saliha’ya, ‘‘hadi kızım sen de yat’ dedi. O da Gülşenin yattığı odaya girmeden önce Benim için misafir odasında yere bir yatak, bir de yanındaki odaya bir yatak serdi. Ondan sonra Gülşenin yattığı odaya girdi. Orada da yere serilmiş iki yatak vardı. Ablam da oraya girince durumun değiştiğini anlamıştım. Demek ki yataklarını ayırmışlardı. Beykoz’da yaşanan olaylar aklıma geldi. Ablam, Cuma akşamında, çıkınlarını hazırlar, enişte bey de cumartesi sabahı yürüyüşe çıkıyorum diyerek evden çıkar, Polonez köyde bir gece kaldıktan sonra, Pazar öğleden sonra eve dönerdi. Bir de aynı şirkette çalıştıkları akrabası Aytenin görgü şahidi olup anlattığı hadise vardı. Dayısını, Yaseminin hala kızı Fatmayla öpüşürken görmüş, yengesine de bunu anlatmıştı. Ayten kendini, yengesine borçlu hissediyordu. Çünkü kocasının akrabası olmasına rağmen , kocasını ve kaynanasını ikna etmek suretiyle, yedi kişilik aileyi evin alt katına yerleştiren ve Ayten’e iş bulmasını sağlayan yengesiydi.
Bu anlatılanlardan sonra, Yasemin ablam, durumu daha net değerlendirmeye başlamıştı .Çünkü Yasemini, evlenmeye zorlayan, babasını ve üvey annesini ikna eden yeğeni Fatma idi. Daha doğrusu ona abla diye hitap ederdi. Demek ki niyeti kötüymüş, bu zamana kadar ilişkilerini devam ettirmişler diye düşünmüştü o zamanlar.
Enişte bey, iki defa, hafta sonları Kınalı Adaya götürdü bizi. Orası sakin ve tenha idi. Ablam yüzme bilmiyordu. Enişte bey ise çok iyi yüzücü idi. Ben de fazla biliyor sayılmazdım. Enişte bey meşgul olmayınca, Yasemin ablama ben yüzme öğretmeye kalkıştım. Şişman olduğu için su üstünde kolay kalabiliyordu. Öğle yemeği için Yasemin ablam çıkınlar hazırlamış, getirilmişti. Yemek yiyip biraz dinlendikten sonra tekrar yüzme dersine devam etmiştik. Hava sıcak, günler uzundu. Ama Yasemin ablamın ısrarı ile gün batmadan eve dönmüştük.