Sürç-ü lisan eden bir beyanatta takılı zihnimin mengene eşliğinde bir izdüşümü aslında o revnak gölgeler boyutsuzluğumu ruhani edimlerle sorgulayan.

 

Anlık olsa da payidar olacağına dair geliştirdiğim inancın, tüm defolu gönüllerde kurumuş bir çiçeği gölgelediği kadar da ayan beyan üstelik.

 

Dün, asılı bir kelamdan öte yarını gölgeleyen…

 

An, diye diye haykıran bir mizacın geçmişine olmayan saygısı iken her nasılsa ölümlü bir beşerin kol kuvvetlerinde can bulan aymaz bir sancı.

 

Bir pergeli kâğıda saplayıp, boyut atladığıma dair geliştirdiğim inancın paralelinde, reşit düşmüş bir aşka nazire eden…

 

Kim miyim ben? Bildiğim kadarıyla, üç otuzunda ve üç kocanın rahmeti ile ergen bir yetişkinim.

 

İki kızım var bir de genç irisi bir oğlum. Cahil tayfasından bir kadınım aslında. Şimdikilerin tabiriyle hayat okulunu bitireli çok olmadı.

 

Hali vakti yerinde ama iç güveysinden hallice, demeye cesaret bulamadığım bir de kalabalık bir eşrafı olan takdir-e şayan bir dulum. Olur da rast gelirsem, dördüncü koca aşkıyla yanıp tutuşmaktayım.

 

Gölge eden kim varsa geri dursun zira bir şey anlatmadım henüz.

 

Efendim, sadede gelecek olursak; hepi topu minicik bir kadınım. Ama yüreği engin, gönül gözü zengin bir de hayli aç gözlü. Öyle ya, fazla mal göz çıkarmaz deyip köşeme mi çekilmeliyim?

 

Hani olur da, denk düşerse neden illa ki yalnız yaşayacağım, diye direteyim lakin bu demek değil ki gelen kocaya da pabuç bırakacağım…

 

Derken, bir arkadaşın gününde toplanmıştık ki bir beye rast geldim. Oldukça hatır-şinas, tam bir İstanbul beyefendisi. Kim kalmış ki eskilerden, dememe az kalmıştı ki arz-ı endam etti beyefendi. Ev sahibesinin uzaktan akrabasıymış adamcağız. Adamcağız dememe bakmayınız lakin öyle naif ve saygılıydı ki…

 

Neyse efendim, demem o ki; tanıştık, görüştük. Ve sözlendik aile arasında. Aile, dedimse de çocuklar razı gelmedi.

 

İki kız ilk beyimden, oğlan son beyden. Zaten ikinci beyim kalpten gittiği için pek kısa sürmüştü ikinci izdivacım.

 

Allah’ın hakkı üçtür ve ikinci evliliğimden bir şey anlamadığım için, bir hakkım daha olduğu inancıyla evlilik yolunda bir adım daha atmayı uygun gördüm.

 

Zat-ı muhterem eşini kaybedeli henüz çok yeni ve üstelik çocuksuz bir beyefendi. Hem belli mi olur, ortak bir çocuğumuz olur. Latife yapıyorum efendim. Sakın yanlış anlamayın, hala genç bir bayan sayılırım hem tıp bu denli ilerlemişken. Yine de bu saatten sonra hayatımı yaşamaya karar verdiğim için, pardon hayatımızı desem, daha doğru olacak.

 

Neye niyet neye kısmet… Ve sonunda kızlar razı geldiler benim bu denli bahtiyar olduğuma kanaat getirip. Aralarında konuşurlarken duydum ama işin aslı hiç de oralı olmadım sonrasında. Bre, densizler ne deseler beğenirsiniz:’’Kadının bir ayağı çukurda. Varsın son yıllarında biraz mutlu olsun.’’

 

Bakar mısınız ettikleri lakırdıya? Ben daha dünkü çocuğum, ne demekmiş bir ayağı çukurda. Ben size bir kardeş daha yapmazsam ne olayım?

 

Oğlan sürekli sıkıştırmakta:’’Anne, bu adamın senin paranda gözü var. Yoksa ne diye evlenmeye kalksın? Kaçına gelmişsin de görmez misin? Bırak bu işleri. Hatta sen git bir huzur evine, yaşıtlarınla konken oyna.’’

 

Aman Allah’ım, sanki suç işliyorum… Hem mutluluk benim de hakkım.

 

Gittik yıldırım nikâh kıydık. Üstelik kimseye haber dahi vermeden. Tabii çocuklar rest çektiler öğrenir öğrenmez.

 

Malım mülküm olsa ne yazar yalnız bir hayat sürdükten sonra… Ah, ah demez olaydım. Dün bir bugün iki. Balayından döndük ki, kapı çaldı. Nasıl mutlu oldum, bir bilseniz. Sanmam o ki, çocuklar pişman, el öpmeye geldiler; hem benim hem de cici babalarının. Kapıyı açar açmaz ne göreyim karşımda: Bir kadın üstelik karnı burnunda.

 

‘’Hanım, hanım nerede o?’’ demesine kalmadı ki bey sokuldu kapının arasından.

 

‘’Kim bu?’’ diye sormak içimden gelmedi inanın ki eh, aptala malum olur vardır bir hikmeti, deyip kapıyı kapadım kadının suratına. Ama içim kıpır kıpır. Bizimki demez mi:’’Hemen aç o kapıyı.’’ Zaten kadın kapıyı yumruklamakta.

 

İşin işinde bir iş var belli ki yine de üç maymunu oynayıp geçtim salona.

 

Hala ısrar ediyor adam:’’Git ve aç kapıyı. Kadını da içeri al.’’

 

Demem o ki, ben bir kâbustayım. Yine de oralı değilim.

 

Dürttü bizimki ama ne dürtmek. Mosmor olmuş kolum.

 

‘’Hanım, hanım uyuya kaldın. Hadi kalk da sofrayı hazırla.’’

 

‘’Nerede o?’’

 

‘’Kimden bahsediyorsun sen?’’

 

‘’O kadın, hani karnı burnunda olan!’’

 

‘’Parasını verdim, def ettim.’’

 

‘’Yani gördüğüm kâbus değildi.’’

 

‘’İlahi, hanım. Benim ev sahibinin hanımı. İki aylık kira borcum vardı, unutmuşum ödemeyi. Verdim, gönderdim.’’

 

‘’Bu kadar mı?’’

 

‘’Ne bekliyordun ki?’’

 

‘’Hiçç.’’

 

‘’Ne geveliyorsun sen, nadide çiçeğim?’’

 

‘’Ne diyorum, biliyor musun?’’

 

‘’Söyle papatyam.’’

 

‘’Boş ver.’’

 

‘’Hadi, hadi söyle de içinde kalmasın’’demesine kalmadı ki yığılıverdi oracığa. Aman Allah’ım olacak iş mi tam da mutluluğu tatmışken. Apar topar hastaneye kaldırdık adamı. Allah’tan yan komşu çığlıklarımı duydu da geldi.

 

Acilde ilk müdahale yapıldı ve doktor söyledi son sözü:

 

‘’Çok geç kalmışsınız.’’

 

‘’Çok mu kötü durumu doktor bey?’’

 

‘’Son evresi hastalığının.’’

 

‘’Haberim yok benim olanlardan.’’

 

‘’Ne yani, size hiçbir şey söylemedi mi?’’

 

‘’Sağlıklı olduğunu biliyordum daha doğrusu sanıyordum.’’

 

‘’İyi bir bakıma ihtiyacı var. Yapabilecek misiniz peki?’’

 

‘’Beyim benim, tabii ki de vazifem. Hiç umut yok mu doktor bey?’’

 

Varmış bir çaresi velâkin geç kalmışlığımızın cezasını çekiyoruz. Evet, evet, ben de çekiyorum ve bebekler gibi bakıyorum hayatımın sonbaharında gelen mutluluğa. Ne tuhaf değil mi hala mutluluktan bahsetmem. Gelin görün ki ben bu adamı seviyorum. O kadar iyi ve o kadar hasta ki… Her geçen gün gözümün önünde eriyor ve çaresizce tutuyorum elini. Son zamanlarda artık konuşamıyor da… Ve ona asla sormadım da, neden bana söylemedin, diye. Takdir-i İlahi.

 

Çocuklar affetti beni ve her gün geliyorlar ziyaretimize. Ne kadar yaşar bilmiyorum ama umut ediyorum vadesi henüz dolmasın, diye.

 

Bu da benim hikâyem, sevgili dostlar. Ama mutlu ama mutsuz ya da aklınıza ne gelirse.

 

Pişman mıyım diye sormayın sakın zira sorgulamaya hakkım yok. Sevdim ve yaşıyorum payıma düşeni.

 

Son bir şey daha… Sakın ertelemeyin hayatı ve doya doya sevin üstelik sonucunun ne olacağını bilmeseniz de.

 

Unutmadan… Yolunuz düşerse beklerim efendim. Ne de olsa bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var.

 

( Bu Da Benim Hikayem... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 1/17/2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.