Kırağı çalan zimmetli bir hâkimiyet tüm tahayyül edilesi.

 

Şatafatlı imgelerin doğurganlığında kırık bir mizacın henüz yitip gitmemiş sakarlığı. Sadakat yüklü bir yemin iken son raddede sarıldığımız, anlık bir sükûnet bir o kadar yadırganası.

 

Sanrılardan geçti geçeli insanlık, şizofrenik sığıntı bir duygunun kıskacında katmerli bir yalanla peyzaj bildiği ahretin dingin ve yitik sallantı ile meylettiği yeni bir günün yüzü suyu hürmetine, patavatsızca salınmakta kâh bir erişkinin hâsıl olmuş girdabında kâh sevgi yalayıp yutarken nefret odaklı zihniyetleri görmezden gelip.

 

Kırlangıçlar terk edeli daha da hüzün bastı bazen düşünmüyor değilim hani: Bu kıskacı yadırgamak en batıl inancı olmalı hastalıklı gölgelerin. İçine sığamadıkları hiddet denen ikilem ahkâm keserken devrik cümlelerle kurulu pasajlarda, sindirilmeyen bir havanın o boğucu tınısı gündönümüne tedarikli, yakalandığım bir gece iken henüz nihayete ermezken.

 

Geceyi sevmek en bariz yanılgı kimine göre ne de olsa gece örtüyor kusurları ve ıssızlık ile yalıtılmak, efkârın tecellisinde huşu içinde sakınılan bir evrim.

 

Çok oldu yolum buralara düşmeyeli.

 

Çok oldu görmezden geldiğim ya da gelindiğimin bilincinde, pür-ü pak bir hakkaniyet ile tanışmayalı.

 

Ve çok olmadı kayıplarını ve kırıklarını aldırdığım bir şehrin aymaz ve debdebeli hırslarında soluklananlara nazire yapan bir imgeyi cümlelerimde özgür bırakalı.

 

Can acıtmak bir meziyetmişçesine, öfkelerine esir olanlara rağbet oldukça ne bir adım ilerleriz yetmedi fersah fersah es geçeriz hayatın dingin ve nedamet yüklü fısıltılarını.

 

Gök gürlediğinden beri kıskacında iken şimşekler yalıttığı kadarıyla evreni, hacizli aşkları payidar kılan esef yüklü bir bağnazlıkla rast geliyoruz gözünü kin ve öfke bürümüş sağanaklarda, nimet bildikleri gıybet iken kovuşturulan insan izlekleri.

 

Hanidir sürç-ü lisan eyleyen bir ahvalin, ulaşamadığı bir mertebenin hangi katıysa havada asılı kalan, esrikli akıllar tüm haznesine bir bir gömüyor yeti bildikleri meziyetlerini. Çok zor olduğunu sanmasam da tek edim sadece anlık bir serzenişle yüklendikleri kifayetsizlikleri mal etmek hanidir sükûtu yâd eden bir gönlün tek maliki iken ıssız ve sırdaş bir yankı, kâinatın izdüşümünde yol vermekse sevgiye, gerçekten de yalın ve bariz bir aşkı yok sayan hak malikleri.

 

Kaygılar biledikçe ömrü, değer kazanan an’ımız en sahtekâr yüzlerden yansıyan çetrefilli sakıncalarına yükledikleri hayatın üstelik rahvan bir düşüşte elimizden gelmeyen ne ise yüzümüz gözümüz alacalı bulacalı bir sevgi deryasına bulaşmışken. Zor olmasa gerek yine zor addedilen bir mefhum bu dipsiz derya: Süregelen rivayetlerin ışığında, saklı bir dirayetsizlik gölgelenmeye çalıştıkça olumlu süreçler riayet ettikçe anlık önyargılara.

 

Tecrübe babında taçlanan ruhumuz, esnek bir varoluşun çeperinde çıktıkça yoldan, en aydınlık yanımızla şekillenen o güdümlü süreç, payidar kılınan devrik bir mizaç kadar da sakil belki de rast geldiğimiz ömrün tam da ortasında.

 

Neyin sonsuz olduğunu iddia edebiliriz ki? Ömrün peyzajında bir görüntü iken her çalıntı fotoğraf, eninde sonunda solmaya muktedir o bağnaz ve gölgeli beyanatlar.

 

Yetinme endişesi sarpa sarmadan, geride bıraktığımız can çekişen ayrıntılar ile boydan boya serili o halının kan rengi öfkesinde, son verdiğimiz düşler iken düşüşe geçen. Düş’ün bir tecrübe olduğunu okumuştum Pessoa’nın bir cümlesinde. Yaşadığımız hayatın evrelerinde gözümüze soka soka edindiğimiz tecrübeler yetmezmiş gibi, bir düşe esir olmuş benliğin hangi çıkmazında son bulur ki hayal dahi edemediğimiz ve gerçeğe çok uzak olan tüm yanılsamamız.

 

Yanılmak da bir meziyet hele ki devingen mahiyette rest çektiğimiz ahkâmlarda var olduğuna kani olduğumuz tüm sivri imgelerin çaprazında anlık bir kaygıyı giyinirken ve anbean yaklaştığımız muğlâk sonun farkındalığına erişememiş iken çoğumuz ve harala gürele yaşamaksa tek meziyet bırakınız o zaman da salınalım dilimizde biriken isyanı en derine gömüp af dilerken.

 

Sevgi değil mi soylu bir yüreğin sımsıkı bağlı olduğu hele ki temiz ve bakir bir salınımda restleştiğimiz ne kadar olumsuzluk varsa, sırt çevirdiğimiz hayatta tek maharet olsa gerek kendimize sırt çevirmemek.

 

Can yakan, ne sürecin izafi izdüşümünde peyda olan bir ikrar ne de çalıntı bir ömrün kıyıya vuran yaşanmışlığı. Bilakis günbegün seyrelen bir ömür iken henüz miadı dolmamış, sahip olduğumuz hiçliği yâd edip var olduğumuzun kanıtı yüreğimizde dile gelmeyen ne varsa. Bazen bir notanın efkârında bazen bir fotoğraf karesinde, görülmeyen ve duyulmayan en içli şarkı, bel bağladığımız bir düş iken biteviye rahmet yığdığımız.

 

Kemirgen ruhlarımızın istilasında hanidir üzerinden atlamaya imtina ettiğimiz hendek…

 

Zamanın mizacı mı nüktedan bir pasaj mı yoksa devindikçe mahkûm kılındığımız…

 

Esrikli bir aklın peyzajı bir o kadar beyhude bir yörünge, odaklanmaktan köşe bucak kaçtığımız.

 

Sıdkımız sıyrıldıkça ve esir düştükçe öfkemize, güdümlü bir telaşın kıyısında çöreklendiğimiz hangi sakıncalı köşe başı olabilir de… Olacağından değil lakin olmasını dilediğimiz ve huşu içerisinde beklentimizle yüzleştiğimiz.

 

Hadi takın miğferlerinizi ve gömülü kılın payidar olacağına inanmış olacağınız tüm nüktedan var oluşları ve gecenin dibinde kara bir gölge iken tabi olduğumuz.

 

Atlas yorganlarımızın kımıltısı mı yoksa hazin kılındığımız belki de var olmamış bir aşkın hükümranlığında korunduğumuza dair geliştirdiğimiz inanç ile sürüklenmekten kurtulduğumuz gerçeği…

 

Hanidir esen rüzgâra karşı koyamazken kim bilir hangi yakada tutsağız?

 

Münferit günler, yoksun telaşlar ve kırık cümleler yetmezmiş gibi öznesini yitirmiş ve gideceği hiçbir yer olmayan geçişsiz bir fiil. Yüklemi de sarkacı da kayıp bir nizam mı yoksa? Yetmedi tedirgin bir külfetle çöken omuzlarımızda yüklendiklerimize dair geliştirdiğimiz bir inanç.

 

Soluklandığımız satır arası yolculukların kattığı ve kaybına sebebiyet verdiği.

 

Belki de duyumsamaktan mahrum bırakıldığımız elem iken yüreğin resmettiği, inandırıldığımız nice masal… Gümbürtüye giden bir mutluluğun izdüşümü iken yaşanan hayal kırıklığı.

 

Kalburüstü imgeler seğirttikçe ve çoğaldıkça hüzün hanidir teneffüs etmek adına kıyasıya soluklandığımız ya da son nefesi vermezden önce: Kerelerce ölmekten mahrum muyuz da istemiyoruz yeni günün getireceği hazin yüklü o sandığı açmakla mükellef kılınsak da nazarımızda gömülü bir sağanak kadar ıslak ve hicap yüklü…

 

Hayatlar müşfik bir dokunuşun tecellisi ise sundukça imkânları ve kopardıkça umut başaklarını, soluklandığımız hangi izlekte saklı olabilir ki bilinmezlik... Yoktan var eden İlahi Gücün mukadderatı iken evren ve varlığımız, dağıtılmamış eşit şartlara intibak ettikçe bizler belki de köreldiğimizi unutup köreltiyoruz birbirimizi ve tam da bu noktada devreye giren ruhani bir coşkuya kapılıp seğirtiyoruz bir uçtan diğerine...

 

Köşegenler belki de beklediğimizin çok uzağında bir rakıma denk düşmekte.

 

Transa geçtiğimiz bir boyutun tecellisi iken evren, her ikliminde yolumuz düştükçe nüktedan çağrışımlar peyda olmakta: sakındığımız mı sakladığımız mı yoksa sarnıcında yitip gittiğimiz belki de koruklarında yükselip alçaldığımız bir var olup bir yok olduğumuz…

 

An tekabül ettikçe imkânsızlığa ve gece döndü mü yüzünü, baş çevirdiğimiz ne çok çekince, ıslah olmaz imgelerin öfkesinde yoksunluğun tecellisi kadar yürek burkan ve kırık namelere sığdırdığımız o yüksek ökçeli elem ve sessizlik her ne kadar hâsıl olsa da ani bir neşe: Olmazın oluru addedilen hicap yüklü bir serzenişe mahal vermemek adına sokulduğumuz en sıcak kucak…

 

 

 

( Neyin Sonsuz Olduğunu İddia Edebiliriz Ki? başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 19.01.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.