Telaşındayım, ne kadar
sakınca varsa ihlal ediyorum hem de göz göre göre.
Koşullandığım,
konumlandığım bir o kadar kaygılandığım.
Hangi lahit ise aklımın
izbelerinde kıvranan.
Hangi kaygı ise
devindikçe ölümle eşleşen ve hangi suret ise tanımsızlığın gözü pek
duyarsızlığında ters takla atan.
Sorun addedilen ne ise
hele ki sürüncemede kalan aklın mihrakları ve dokunmadan yakan ateş ki aşkın
tezahürü olduğu kadar imkânsızlığı tüm kaygıların ölesiye depreştiği.
Kademeli bir yolculuk
hele ki aktarmalı ayrılıkların sıra dışı zafiyeti iken sorgulanmakla yükümlü
tutulduğum.
Zor oldu hem de ne zor
aslında tanımsızım ki tanımlayamadıklarımdan biri de sen iken pek de anlam
ifade etmiyordu gönül teknemin su alıp dibi boylaması hem de o dipsiz
kırsalında ve salkım saçak kaybolmuşluğumla hangi ağaç dibi ise istemsizce
kovuğuna yerleştiğim. Son sürat kaybolan arabalar oysaki hiç birinin sürücü
koltuğu dolu da değildi ve yitip giden öfkem. Beşeri zafiyetlerim ki akılsız
başın cezasını çeken sadece ruhumdu hem de göreceli sevinçler iken kursağımda
kalan.
Son, dediğini
hatırlıyorum da ki kaçıncı son deyişindi de başa alıyorduk hem de pekişen o
ürkünç kaygıların pelte olmuş duyarsızlığında duyum aldıkça algılarım ve
çeperinde hangi şarkı ise mahrem bir güdüye eşlik eden.
Sanmıştım.
Sanrılara esir
düşmüştüm.
Sonlanmayan bir masalın
düş perisiydim belki de.
Ve kayboldum. Ya da
kayboldun. Aslında kaybolan yoksunluğun hırkasını giyip de iliştiremediğim ilik
ve düğme birlikteliği idi. Biz gibi. Bizsiz o urgan düşler. Biteviye
hırpalanmayı maharet sanan gök kubbe ve istifli acıların dip dibe kovuşturduğu
yalnızlık hegemonyası.
Yetilerin körelmesinden
ziyade acı ile pekişen duyum ve hüsran birlikteliği.
Sırasız bir ölümün
nazarında esir düşen hangi aklı evvel zihniyet ise tüm kemirgenliğini yine
varlıksız ve mesnetsiz ithamlara yıkan.
Yıkılan bir birliktelik
lakin faili meçhul olmasından ziyade kayıp meftanın hangi musalla taşında
yattığından bihaber bir cemaat.
Mesulüm.
Sorumluyum da
farkındalığın nezaretinde.
Bir o kadar sorunların
sıra dışılığını sıradan bir vukuatmışçasına sözü özü bir o hassasiyet erbabı
şahsı muhterem. Kim mi? Zafiyetlerin yorgun ve gönülsüz diktesini hazmeden
sakıncalı sayısız kelam. Ve başlıyor geri sayım lakin sıfırdan sonsuza meyleden
bir aksanda. Görünen o ki sonlanmayacak bir arayışın tek maktulüyüm.
Ezeli ve edebi meşrebi
kayıtsız şartsız hangi dökümse, bir bir sıraya dizdiğim ve işin içinden
çıkamazken destursuz bir imgede takılmışlığım.
İnan ki artık hiç mi
hiç hicap etmiyorum ki aksayan bir ritmi var hayatın bir o kadar akordu bozuk.
Notalar kadar şaşkın aklımın güncesine yığdığım onca beyanat. Hadi oku,
dercesine ama okumaktan ziyade düşünmeyi tercih ettiğim. Sanırım kalan aklım da
yitip gidecek ansızın ve dımtıslak kalacağım vahanın tam da ortasında. Nereden
düştüysem bu bilinmezliğe…
Susmalardan ibarettim
bir ömür gerçi hala susuyorum ama tek farkla: Ben susuyorum, o yazıyor. Hani şu
görünmeyen kahramanım. Belki de aşk gibi hele ki her aşk’a düşüşün teorisini
ırgalamaya çalışan o zihniyet yok mu?
Müdahil edilmektense
ayrımlaştırıldığım lakin…
Seviyorum hem de tüm
evreni.
Aşkın pembe bulutlarına
takılı aklımın kancalarında sarkıttığım aklı evvel düşlerimi de seviyorum ve
yeri geldi mi düşüşlerimi.
Düşkünüm hayata her ne
kadar hayat tüm muğlâklığı ile beni es geçerken. Yoksa mübalağa mı ediyorum?
Yok, yok, iyiyim ben
böyle.
Yalnızlığın tayfası
iken hazan ve her hüsranı sonlandırmayı maharet bildiğim hele ki tıkış tıkış
ruhumun direktiflerinde yol almayı uygun görmüşken…
Gün artık bitsin. Çok
yorgunum.
Evet, bitsin ve yarın
devam edeyim kaldığım yerden. Hem işaretledim de kaldığım sayfayı. Hem belli mi
olur, yeni baştan yazarım hikâyemi tabii ki O, izin verdiği takdirde.
Haricinde neye sahibim
ki?