İbresi belki de aymazlığı yüreğin hani olur da muteber bir beyanat sunarım evrene: Kâh yorduğum benliği kâh yoğururken hayatı sevda denen müebbetle bilfiil sorguların da merkezinde aciz bir çömez aşk mahkûmu hem de demlenen diğer yarımın uzamında gözlerimi dört açmış da yürek erbabı bir dervişi katık yaparken aşk aşıma hele ki ışıyan gözlerin mahreminde çatık kaşlı bir rötuşu bile ırgalamadan mütemadiyen sevgiye kurduğum alarmı yüreğin nasıl da tetikleyici bir rahle hem de indinde konuşlu suretleri de görmezden gelip sadece ve sadece gönül gözümün yorgunluğunu ihlal etmelerine de geçit vermezken…

 

Yorgun ve ıskalanmış nice hayat: hayatı tek perdelik bir oyun belleyip yarına çıkma umudunun da köreldiği.

 

Bir bebek kadar masum belki de o bebek kadar çaresiz ve terk edilmiş hele ki anne bildiği canlının canhıraş bir telaşla ve sayısız ahkâm kesip terk edilmişliği mümin bir yürek kadar da kutsalken ve mimlendiğine delalet hele ki doğum öncesi yaşadığı şehveti unutup o yasak meyveyi bir çöp kutusuna boca ederken ve bilemezken cehennem ateşinin sıcaklığını üstelik tüm bildiği beşeri bir aşka hürmet edip yoksunluğunu da varsayıp yoktan var eden İlahi Gücün gazabına uğrayacağından bihaber…

 

Sonları kutsayan mahrem yargılar ve delicesine sevmek iken kutsandığından bihaber muhatabı, en aykırı izlekte saf tutan o tek kişilik sevdalar…

 

Mahsuru yok sevmelerin ve bedelsiz de olmamalı demek ki yoksa yordamadan duramadığımız ya da en sakıncalı istikamette sür manşet isyanlar…

 

Kurmalı aşklar, kurmalı ve yalan beyanatlar belki de tefrikası yüreğin ya da gün ortası büründüğümüz karanlık da mı makber bildiğimiz yine gün dönümü ve çalıp çırptığımız nice hikâye oysaki münferit olmalı kaygılar da kelam da.

 

Efkârın en karası, aşk ise hulasa bir name: Sonsuzluk iken ikbal bildiği ve mümkünsüz kılındığı yine hoyrat coğrafyalarda isyan yüklü gölgelerin bir bir fısıldadığı yeryüzü gıybetleri…

 

Hayli sakıncalı belki de çoğunun nazarında; son ise muğlâk bir terennüm. Biteviye yozlaşan, çamura battıkça çıkması muhtemelen olanaksız yine de beyazın özlemi belli ki pür-ü pak bir reçete hem de ehlili iken ayrımcılığın ve muteber kaykılmışlığı tozutmuş imgelerin…

 

Nabzını duymadığımız bir çocuk çığlığı mı da senkronize edilmiş o feryatta işkillenmeden yatıyoruz sere serpe hem de yolun ortasında…

 

Tozutan.

 

Temkinli.

 

Sıra dışı bir sıradanlıkta nöbete durduğumuz.

 

Çalıp çalıp çaldırmaktan imtina ettiğimiz kısık sesli yaşama sevinci yine sair hükümlü iken suç unsuru olduğunun bile bilincinde değilken yine de şekillenen günbegün ve derken şekilsiz şemailsiz bir yolcu adeta iç sesin duyulmaz tınısı.

 

Ses olan söz olan ama yoldaş olmayan.

 

Yol olan belki de bir sapakta terk edilmişliğimiz.

 

Bir hezeyan belki de bir öfke nöbeti ve her nasılsa ıslah olmadan göçen kambersiz düğün mü olur misali; bir elimiz boşlukta bir elimiz ize kopuk: Kâh imlediğimiz kâh savurduğumuz yine de savrulmaktan geri duramadığımız o menfi ve sürrealist sakıncası ihlal edilmiş haklarımızın ve patavatsız şaşalı hayatların ki dönemecinde anlamsızlık, derininde bilinmezlik ve yüzeyde üç beş sahte tebessüm…

 

Nifak yüklü zaman zaman ve zehrini akıtan ama soludukça ölümü af dileyen belki de geç kalınmışlığın mertebesinde bir kıyıma kurban giden yine de kıyamdaki ruhları yok sayan hele ki erip ereceği mertebenin kutsallığından bihaber ve sezilerini yitiren tüm göreceli kehanetler…

 

Yoruluyoruz yordadıkça ve nemalandıkça nefretten ve soluyoruz soludukça yalanı ve çaldırdıklarımızla büyüyoruz kayıp değerlerle büyütüyoruz kendimizi hele ki esaretinde egonun bir nebze de olsa yüksünmüyoruz; kâh arşınlarken evreni kâh büyürken günahlarımız yine de kıyamadığımızdan ziyade yarınların uzamında müspet menfi olasılıkları görmezden gelmenin kıvancıyla ahkâm kesmekten öteye gidemiyoruz.

 

Dirilen dünler ve kaybolmaya mahkûm yarınlar.

 

Ahdettiğimiz ama unuttuklarımız yine de unutulmamak iken tek dileğimiz umarsız bir kıyımda içselleştirmekten öte h(i)çselleştirdiklerimiz yine de seyrinde ama uzağında belki de değiş tokuş zahmetine girmeden bedelsiz seçeneklerimiz ki palavra yüklü belki de densizliğin öngörüsü hele ki hoşnut kılındığımız ama bir türlü karşılığını sunamadığımız…

 

Yarınlardan ümidimiz ama yarını günde yaşayıp düne terk ettiğimiz bir yanılgı hali hazırda dünden yana iken tüm şikâyetimiz anamadığımız dileklerle donattığımız o dilekçe sadece ve sadece Tanrı’nın gıyabında, sunumundan yine bizlerin özgür iradesi iken sorumlu ama her nasılsa sorun addedilen tüm yakınmalarını da görmezden gelmenin bilinciyle soyutladığımız insan izlekleri: Bir bir dolduruşa gelen ama dolmaktansa boşalmayı mesken eylemiş: kâh bir duygunun varlığını yok sayıp bazense varlığımızı hiçlikle kıyaslamaktan aciz yine de o münferit kaygılarımız… Hani olur da çıkmazsak yarına belli ki kulluğumuzun tüm aczi yeti yine de varlığımızı tepeye yerleştirmenin verdiği hezeyanı görmezden geldiğimiz.

 

Sonları kayıp onca hikâye hele ki kahramanları asla solmayacak ama her nasılsa başını unuttuğumuz yine de O’nun unutmadığı ve sunumu sadece kaderin indinde iken ne de olsa yüksek ökçeli şikâyetleri ve beyanatları biz fanilerin hem de sonlanmayacaksına asla da uzağında duramadığımız belli ki kayıtsızlığımızın ihbarı her ne kadar tek yürek yaşamayı becerememiş olsak da.

 

( Mahsuru Yok Sevmelerin... başlıklı yazı GÜLÜMM tarafından 23.12.2016 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.