Bilinmezin peşinde koşmak, bilinmezliğin anlamsızlık dolu olmadığı savında kurtulsak...Bilinmezliğin bilinen ortaya çıkarılan kavranışındaki kavrayışı anlamakta ortaya çıkarmaktaki her an devamında bulunan anlamanın mutluluk dolu kavranıştaki güzelliği hayatın anlamını çözmek bilinmezi bilmekten geçer. Tabi bilinmezin peşinde koşacak bilinmezin ne olduğunu merak ederek ruhunu saracak, bilinmezi bilinen yapacak insana ihtiyacımız var. Güzel bir dünya hayal ederek yola çıkmış bilim kurgu dünyasında toplum olarak o kadar uzağız ki, ancak batının bildiğini biliyoruz. Onlar yeni bir buluşla yeniliklerin peşinde koşarken bizler sadece arkalarından bakarak, onlara ulaşamamanın, onları aşmanın zorluğuna inanarak bir köşemizde pısırık bir şekilde oturarak sadece izleyerek, yeni olan bir bilgileri varsa öğreniyoruz.
Bilinmez nedir sebep, öyle arz etmiş
Mevla.
Bir ülkede yaşarmış iki mecnun bir Leyla.
Belli ki Hakk düşürmüş, yaraları
deride.
Melül, mahzun gezerler, ülkenin her yerinde.
Onlar Leyla dedikçe figanları
artarmış.
Leyla bunu duydukça hep onlardan kaçarmış.
İkisinin de akan çeşmi kan ile
yastır.
İki mecnun bir Leyla, ne acayip bir iştir.
Ahali kafa yorar, arar mana bulamaz.
Belli ki Leyla, mecnun, ne demektir anlamaz.
Vaktaki haber gelir zamanın
sultanına.
Emir verir getirtir, mecnunları yanına.
İkisinin de duyulmuş cümle ahfada
adı.
Sultanın denemekmiş, mecnunları muradı.
Huzura getirilmiş boynu bükük ikisi.
Sultan bilmek istiyor gerçek mecnun hangisi.
Öyle soru sorulsun, cümle âlemde
duya.
Böylece çıksın artık gerçek mecnun ortaya.
İki mecnun karşıda, bakmış onlara
doğru.
Hemen aklına gelmiş orada kurnaz bir soru.
Demiş: Leyla uğruna verir misin
kolunu?
Böylece bilelim gerçek mecnun olduğunu.
Birinci mecnun demiş: Kol gereksiz
sultanım,
Leyla uğruna feda olsun varımla, canım.
Bunca yıllar uğruna dökmüşüm,
gözyaşımı,
Kolumu bırakın uğruna kesin başımı.
Ya sen mecnun, ya senin, sevdiğin
uğruna,
Kesmiş olsak kolunu gider mi ki ağrına?
İkinci mecnun bastı feryat ile
figanı.
Yalvarması sarmıştı, huzurda dört bir yanı.
Yaratanı seversen bağışla gel kulunu.
Nolursun kesmeyin, o leylamın kolunu!…
Ali Şahin Sahali
Ne benzerin vardır ne de bir eşin
Sen misin ışığı ayın, güneşin?
Bilmem aynalarla nedir ki işin?
Gel kendini bir de bende tanı sen
KURTOĞLU’M, ne olur insafa gelsen
Hayat “sevgi” demek, ah bunu bilsen
Vallahi sevdiğim yerimde olsan
Benden yaman sever idin seni sen
Âşık Rifat KURTOĞLU
Hayal etmekten de çok çok uzağız hatta yakınımızda uzağımızdan hiç geçmez çünkü hayal edecek peşinde düşecek insanımız hiç yok. Şöyle bir hayal edin denilse, hepimiz bir birimize bakarak ne olduğunu anlamaya çalışırız. Şöylesine tüm toplumu içine katacak bir mutluluk ve özgürlük hayali kurun denilse, sadece kendimiz için bol paralı villalar apartmanların bizim olduğu bir varsayımla ilgisi olmayan gerçekleşince de bizi mutlu etmeyen bir hayal kurarız. Bireysel olarak yaşamayı çok seviyoruz oysa bireysellikte insanı mutlu etmiyor, sadece hatta bencilce isteklerinizi de kapısını açarak bizi yalnızlığa götürüyor.
Oysa bu hayalimiz tüm dünyayı ve insanlığı da içine alsa mutlu bir geleceğe odaklanmış olsa tüm tarihi, geçmişi şaşırtacak bir mutluluğu düşünerek hayaller kursak, ömrümüzde ki dünyanın mutluluğun ellerinizden kayıp gitmesine izin vermediğimizi, mutluluğu yaşamak için el ele gönül gönüle yaşadığımızı göreceğiz. İşte o zaman anlayacağız ki gelecek tek bir insan için gelmiyor toplum için toplumun yaşaması için geliyor ve gerçekleşiyor. Çünkü bu dünya bireysel olarak gelirken bir anda topluma millete ve ümmete dönüştüğümüzün farkına varmanın güzelliğini bir anlasak, o zaman toplumun mutluluğu için çalışarak yaşamı daha yaşanılır bir hale getirebileceğimiz gerçeği ile karşı karşıya kalır ve bu yönde hayatımızı idame etmeye çalışırız.
Mehmet Aluç