Suni teneffüs her bakir
cümle
Ve yine döküntüsü
hüznün boş bir şecere düne dair.
Sorumlu kılındığımız o
mecazi esinti…
Gecenin gündüzün
birbirine karıştığı satırlar… Kâh hüznü uyuttuğum kâh hüznün nefsime söz
geçirememesi ile İlahi Gücün mucizelerine tanıklığımı ihlal eden önyargılar…
Söze nereden başlamak
değil de konuyu sizinle nasıl ilişkilendirdiğim gerçeği oysaki bana ışık olan
yanınız bir anda karanlığa meyledebiliyor.
Konumunuz ve
hayatımdaki yeriniz yine müşkülpesent mizacımla doğruyu aramakla iştigal
ettiğim bir ömür ve nihayetinde vakıf olduğum tek gerçek; yine yanlışın bendeki
sunumu ile tüm doğruları çapraz ateşe tuttuğum ve yine sizin sayenizde tüm
dünyayı kendime muhalif gördüğüm tıpkı dün sizinle konuştuktan sonra uğradığım
hayal kırıklığı ve vardığım kanı.
Zaman tutuştururken
içimdeki yangını, iblis asla randevusuna geç kalmazken ve ben hala ne amaçla
yaşadığımı sorgulayıp dururken hele ki söz konusu olan sınavımın yine konu
itibariyle annemle olan ilişkisi.
Seviyeli dostluklar.
Seviyeli bir düşmanlık
belki de yine niyazımda hep doğruyu işaretleme ihtiyacım ve gayretim. Aralıksız
tutulduğum çapraz ateş ve kiminin kanısı kiminin hoş görü eksikliği ve ben tüm
ürkekliğimle konduğum daldan düşme ihtimali ile aralıksız uçma isteğim.
Uçtukça yorulduğum.
Yoruldukça konduğum.
Kondukça korkutulduğum.
Korkutuldukça ölümü
yakın hissettiğim hele ki söz konusu sevdiğim insanlarsa belki de en sevdiğime
toz konduramayıp küllerimle depreşen sayısız ölü kimliğime rest çektiğim o
beyaz boşluk.
İnsanlar ve kinleri ki
asla ve asla ilgi alanım olmamalı hele ki elimdeki kitaba iyice gömülmüş ve
gözümü dikmişken o cümleye…
‘’Ey iman edenler!
Üzerinizdeki yükümlülük kendi nefislerinizdir(siz kendinizden sorumlusunuz).
Siz doğru yolda oldukça sapmış olan size zarar veremez. Tümünüzün dönüşü
Allah’adır. O, size yaptıklarınızı haber verecektir.’’ (Maide Suresi 105)
Zaman yükümlülükleri
daha açık bir ifade ile nefsin cihana uyum sağlaması amacıyla kötüyle iyinin
arasındaki farkı ayırt edememek ve her ne sebeple olursa olsun duvara toslayıp
aklımın başıma gelmesi tam da dünkü kıyasında ömrün ve ahretin, ben tüm
hiçliğimi yok sayıp, varlık addedilen nefsime uyup yine kötüyü zuhur eden tüm sıfatları
belki de yakın bildim kendime ve bu yüzden ne yazık ki aydınlığı, beyazı ve
safı ve iyi niyeti ve de güzel insanları yok saydım hele ki Allah’tan ümidi
kestiğim bir gün ertesi.
Ve ne yazık ki bunda
pay sahibi olan şahsınızı da esefle kınıyorum… gibilerinden bir tanımlama yapma
taraftarı değilim. Sebebine gelince, değerli büyüğüm…
Dilim döndüğünce.
Aslında yazdıklarımı
okuma gereği duymadığınızı bilsem ve hep de dilemiş olduğum üzere; keşke şu
yazdıklarımı masaya yatırsak ve söz birlikteliği ettiğimiz her kelamın da
yanına çentik atsak… tamam, tamam, içi boş bir hayal zira ne yaptığım değil ne
yapmadığımdır sizin ilgi alanınız ve yine beni mukayese ettiğiniz şahsı
muhteremleri de anmadan geçemeyeceğim ve ne yazık ki şu iki gündür çektiğim
kahırda ve elemde ve ne yazık ki; iki gün boyunca yaptığım onca yanlışta,
sonunda aklım erdi ki nihai noktaya aslında üç noktalığı süzgecimi iyice
arındırdığım aklımın tortusu.
‘’Ey nefsim! Sen iyi ve
güzel olana yönelerek erdemli bir kul ol da, değeri yok isterse tüm dünya sana
karşı dursun; yeter ki Allah senden razı olsun.’’ (Alıntı)
İşte günlerdir aradığım
sorunun cevabı…
Temize çıkmam gereken
sürecin belki ilk durağı yine an itibariyle vakıf olduğum gerçekler…
Aman Allah’ım ben nasıl
olur da senden ümidi keserim ve nasıl olur da yürüdüğüm yoldan sapma gibi bir
gaflete düşerim?
Sen ki bağışlayıcı…
Sen ki sonsuz rahmetin
tek kapısı…
Ben ki; aczi yetimle
geldiğim kapında yine sadece senden af dilediğim ve sana niyaz ettiğim ne ise
kalbimin nurunda tek yoldaşım, tek sırdaşım ve gönül dostum ve muhabbet
kurduğum kalemin bir tefsiri yine içimin döküntülerinde hiçliğime vakıf, aşkıma
sahip çıkıp tek gayemin senin yolundan sapmamak olduğu gerçeği ile bir kez daha
yüzleştiğim.
Ben ki; sıfatların
hacminde.
Sen ki kudretinle hep
yol göstericim…
Ve siz, değerli
büyüğüm: ne bir kelam ne bir selam yeterli gelir ne de içimin ukdelerine sırdaş
bir suret iken geceyi aydınlık kılan yeri geldi mi dünyayı zifiri karanlık.
Ben ki; hicapların
rotasında bir seyyah.
Ben ki; rotasını aşka döndürüp
yeri geldi mi; insanların nefretinden de nemalanmış ama aşka âşık mizacımı
nasıl olur da yerin dibine sokarım kendi elimle ve bu da yetmezmiş gibi yüzümü
kıblenin tersine dönerim?
Zanların muteber
olduğunu kim söyledi hele ki doğru yolda isem kim alıkoyar beni aşktan ve
sefasından rahmeti bol bol içtiğim: kâh hüzne kâh neşeye bandığım yüreğimin
fısıltıları ve ben boca ettikçe namert sıfatlarını yine yükledikleri sırtıma ve
o bodur kelamında ahkâmların nasıl olur da suretimi güle dönmem de kargaya yoldaş
bilirim küçücük yüreğimi?
Bülbülle konuşan bir
gül’üm altı üstü sadece boynu bükük bir çiçek ve yine dikeni içine battıkça ve
ben bandıkça her yaprağımı aşk ile yıkanan nefsime bir parantez açıp da
kınadıkça içimin bataryasında uyuya kalan onca isteği ve hazzı yok sayıp hele
ki yoklukla yoğrulduğum zamanları düşünüyorum da…
‘’Kim nefsinin bencil
tutkularından korunursa; işte onlar kurtuluşa erenlerdir.’’ (Teğabun Suresi 16)
Nankörlüğüm acıdan
beslenen varlığımın anlık bir sapmasıdır yine yüreğe ferahlık verecek olan
niyazların dokunduğu tecellisi değil mi doğruların ve aşka dair hangi suret ise
yine evrenden nasiplendiklerine sunduğu şükür ile rükû ettiği ve tüm
teslimiyetimi sadece Hakkın nezdinde bir kabul olması dileğimle kucak açtığım
kâinat ve yine mahşeri kalabalığında deli fişek duygularımın, ben hala tebessüm
etmeyi sürdürebiliyorsam…
‘’Gerçek şu ki insan
Rabb’ine karşı çok nankördür ve kendisi de buna tanıktır.’’ (Adiyat Sures, 6-7)
Sicilimde zuhur edecek
olan ne ise yine bilfiil aklımın ve manevi yörüngemde ben bir kum zerresine
denk düşüp de rest çektiğim sefası dünyevi ihtiraslar kadar da benliğime kaygı
yükleyip yine kendimi herkesten evvel sorguladığım ve kendimle baş başa
kaldığım bu anlamda son bulacak hayatların bir izdüşümü değil mi mecalimizin
yetip yetmediğinden ziyade neyle ne sebeple haşır neşir olduğumuz ve yine
öncelikle kendimiz, kendimizi ilgilendirip kendi yanlışlarımızı doğruya sevk
etme arzusu ve azmi…
Kendini bilen her insan
ve yine hataları, günahları ile yüzleşmesi anlamında nefsi değil mi yeterli
olan ve yine Kıyamet Suresi 2’ de zikredildiği üzere:
‘’Kendini kınayan nefse
yemin olsun.’’
Başkalarını kınama
kaygısı değil bilakis kendimizi kınama zorunluluğumuz ötesinde bilinci ile
hareket edip, kendimizi iyi ve kötü yönlerimizle tanıyıp ne olduğumuz gerçeğine
de erişme ihtimalimiz ötesinde mecburiyet babında yine sınandığımız zira
eksiklerimiz sayesinde bilinçli kullar olma yolunda değil miyiz?
Bu anlamda; beni zaman
zaman bana yakın bazense uzak kılan zatınız her daim saygımla baş tacı ettiğim
bir yürek mesafesinde zira sevgimin erime noktası asla bir rakamdan ibaret
değil ve sevilme kaygımı bertaraf ettiğim günden beri gönül gözüm sayesinde
odaklandığım yine kalp gözümün tüm seğirmesinde bana nakşeden o huzur ve İlahi
Aşk’tan nasiplendiğim her katre ve yine şükür vesilem bir o kadar sabrıma da
sahip çıkmanın getirdiği doyumu yüreğime ve zihnime yerleştirmişken.
Sevgilerimle her daim…