BÖLÜM 4



-Kim bu adam, belamıdır nedir, kim benim karıma ve bana, düşmanlık için bu adamı gönderdi. Vay anasını avratını sülalesini …’ diye küfüre başlayıp adamın üstüne yürürken bütün erkekler ona sarılıp tuttular. Tabancaya ne gerek vardı, zaten koca cüssesiyle onu ezerdi.

-Benim karımla ne işi var bu zavallı görünen adamın. İhtilalda bir şey yapamayan hasım partililer şimdide karıma dil uzatıyorlar. Yarın ben olara gösteririm dünya kaç köşeymiş’ Asıl kıyamet şimdi kopmuştu. Hiç yoktan yere bir sürü hayali düşman çıkmıştı ortaya. Partililere mi yoksa eşkıyaya mı hüküm geçirecekti! Yabancı densiz densiz deyiş okuyup adamı katil edecekti. Adil bey hala öfkesinden kuduruyorken yabancının zaten başını kaldırdığı yoktu. O habire eli kulağında deyiş okuyordu.

Akşamın bu dar saatinde ocak başındaki teknelerdeki sütü içmek için gelen tüm yılanlar bile yuvalarına çekilmişti. Şimdi yılandan daha zehirli olan öfkesini kusan ‘Tısss’ diyen biri vardı. Yabancı ise ardı ardı okuduğu deyişler yüzünden kendinden geçmiş şekilde, açıkmıştı, üşümüştü ve ısınmak ve bir şeyler yemek için ocak başına iyice yaklaştı. Hala başka bir âlemdeydi.

Çiftlikte akşamın alaca karanlığında örtmenin altında yanan ocağın başına toplanan çiftlikteki kadın çoluk çocuk bir yandan ısınırlarken diğer yandan da peynir sonrası boşalan isli kazanda haşladıkları mısır ve karakabak ve pazıları yiyorlardı. Misafire de verdiler. Bir yandan karnını doyururken, diğer yandan da hala konuşmaya çalışıyordu. Bütün yönetim onun elindeydi.
Herkeste bin bir soru:
-‘Acep bir yaban yerde ağaç dibinde uyurken Sümmani baba gibi buna da aşk badesi mi içirdiler? Yoksam un öğütmek için gittiği değirmende al kızları mı, cinler mi çarptı da âşık olduğunu sanıyor? Peki, Makbule ablayı nereden gördü de ille de onu arıyor ve göreceğim diye ayak diretiyor. Zavallı hanım hasta ve kan tükürüp duruyor. Faytonda otururken bile neredeyse atların önüne düşecekti. Narin gazel gibi ince hassas ruhunda, birde kuş kalbi gibi çarpan bir yüreği var. Adil ağabey bir yumrukta öldürür onu. Vah vah vah! Zavallı kadının son çekeceği çilesi de bu mu olacaktı? Bu adamı ne yapalım Ne yüzümüze baktığı var, nede sorduklarımıza cevap verdiği var.’

Dışarıda esen fırtına, yağan yağmur, ağaçları kökünden söken sel ve süt bulamayınca kümes deki civcivleri ve kurbağaları yutan yılanın öfkesi bile halt etmişti bu öfkenin yanında.


Yağmurun getirdiği adam kendince meramını anlatmış olmalı ki: Gök gürültüsünü duyunca ilk defa tepki gösterdi ve sanki üzerinden uçak geçiyormuş gibi paniklemeye başladı. Başını kollarının arasına alıp yumuldu. Bir insana işkence yapmak için ancak bu şekle zorla sokardın. Biraz sonra kendine geldiğinde, sanki gizli bir sırrını paylaşıyormuş gibi derinden ve yavaşça konuşuyordu: Konuyu kendi seçmişti.

_. Eşimi ve oğullarım İsmail’i Ömer’i geride bırakıp ’Askere gitmiştim.

Sanki onun askere gitmesi kimi ilgilendiriyorsa. Karnı doymuştu Ocakta iyice ısınmıştı Çevredekilerden de zarar gelmeyeceğini anlamıştı. Sadece ağanın yüzüne bir kere baksaydı nasıl zorda olduğunu anlardı. Ama baktığı da yoktu.

O yine kendi hikâyesine devam ediyordu.

-‘ İzmir ‘de askerdim ve tam teskere alacağım zamana bir ay kala Kuzey Kore ve Güney Kore arasında savaş çıkmıştı. Bizim Kore’ye gidecek olan tuğaya beni de yazmışlar. İlk giden tugayda bende vardım. NATO’ya yeni üye olduğumuz için bizim Güney Kore harbi( niye bizim oluyorsa)ne katılmak üzere İskenderun’dan gemilerle yola çıktık. Aşağı yukarı kırk günü aşkın zamanda ancak denizleri aşarak gittik.

‘Bizim Kore’ye giderken arkamdan hiç kimse beni yolcu etmedi. Oysa diğer gidenleri yolcu etmek için kaç tren dolusu insan gelmişti. Bilemezsiniz ne türküler adlarına yakıldı ne mendiller arkalarından sallandı neredeyse kolları bedenlerinden kopacaktı. Ben ise garip bir yolcu gibi gemiye bindim. Hayatımda bu akan çaydan başka su görmemiştim Köyümüzde bile suyu omuzluklarla dereden getirirdik’ sanki onu yeni gemiye bindiriyorlardı nasılda ağlıyordu içli bir çocuk gibi! Daha sonra Konuşmanın yerini Sümmani babanın deyişlerinin yerine bir türkü aldı:

Kışlalar doldu bugün,
Doldu boşaldı bu gün,
Gel gardaş sarılalım,
Ayrılık oldu bu gün.

Öyle içli bir ses ile okuyordu ki Sarıkaya’ nın sarı dağlarından bir ses yankılanıp şehirdeki Sitare’ye kadar çarpıp geri geliyordu. Sesi de yüreği gibi yanıktı.

-‘Gemilerle Kore’ye vardığımızda sanki düşman hazır olda bizi bekliyormuş gibi daha ilk muhaberede bizim takım komutanı şehit oldu. Önceleri çok korktuk ve hemen ardından da toparlandık. Büyük bir savaş başlamıştı. Daha sonra tepemizden uçaklar bomba yağdırıp durdular. Takımda hemen hemen kimse kalmadı ve şehit oldular.’

-Bizim Kore’de ki o cehennemde iki yıla yakın zaman kaldım. Aslında her yıl giden askeri değiştirmelerine rağmen bizim takımdan çoğu şehit olup deneyimli birkaç kişi kalınca görevimizi uzattılar’.Diye ilave etti.

-‘ Bizi geri getirmediler.’ Bir yandan da birilerini arıyormuş gibi sağa sola bakıyorken, bazen de bir mermi çarpacakmış gibi kendini ocaktaki isli kazana siper etti. Örtmenin altında herkes pür dikkat onu dinliyordu.

Adil bey:
_’Hayrola konuyu mu saptırıyor ne. Şimdi bu Kore savaşı da nereden çıktı. Yahu bu adamı bu gece konuk edin ve yarında köyüne elinizle götürün. Kimdir nedir araştırın ardındaki gerçeği öğrenelim. Düşmanı o zaman belleriz. Açık açık beni deli edecek Hiç yoktan da karımın hayatına mal olacak laflar ediyor.’ derken adam çok ciddi konulara girmişti.

-‘ Bir sürü muhabereler olurken içinde benim bulunduğum Wegas muharebeleri gibi önemli muharebe daha oldu. Savaşın en ateşli zamanında kendimi düşman hattında buldum. Tepemden mermiler ve bombalar yağarken vuruldum. Bnb. Şinasi adında bir komutanımız vardı. Komutanımız hepimizin adına kendini hep siper ederdi. Ne yazık ki ikimizde aynı gün bomba ve şarapnel parçalarıyla yaralandık. Tüm asker arkadaşlarım şehit olmuştu. Başımıza yağan bombalardan sonra hiçbir şey hatırlamıyorum. Herkes bizi öldü sanmış.’ diye aklında hep canlı kalan hatırlarını anlatıp duruyordu.

Çiftliktekiler Kore Harbini de bilmiyorlardı. Cihan harbinin vahşeti onlara yetmişti. Bütün çiftlik halkı sürüyü ve celebi unutup yabancı adamın başında onu dinlemeye başlamışlardı. Adil beyde sakinleşmişti ve kahvesini içerken bu işin sonu nereye varacak diye merak ediyordu.

_Bu yabancı Kore Savaşını anlatmak için mi geldi, adı ne sordunuz mu? Dese de kimseden ses çıkmadı adamın ağzına bakıyorlardı.

Yağmurla gelen yabancı artık örtmenin altında değildi. O Kore Savaş ‘ın da düşman hattında vurulmuştu ve ağır yaralıydı. İnliyordu, zaman zaman gözlerinden yaşlar akıyordu. Bazen de birilerini tutup çeker gibi ellerini uzatıyordu. Konuşmasına devam ediyordu:

-‘ Muhaberede ateş altında kalmıştım. Kendimden de hiç haberim yoktu. Bayılmışım. Rüyamı desem, yoksa hayal mi desem bilemiyorum. Çok susamıştım. Bir damla su gözümde sanki çağlayan gibi oldu. Su diye inlerken, tanımadığım beyaz tülbentli, akça pakça, sümbül renginde mor elbiseli bir kadın yanıma geldi ve çok ağrıyan gözüme elini koydu:

_’Üzülme ağrın şimdi geçecek diyip kan revan içindeki başımı göğsüne koydu ve bana sarıldı ‘dedi. Elimden tuttu ve beni bir suyun başına götürdü. Avuç avuç su içirdi. Daha sonra gözüm de sanki birden iyileşti. Bedenimdeki ağrılarım da hafifledi. Beni sırtına aldı ve bir tepenin ardına götürdü. Yemyeşil cennet gibi bir yerdi. Sonra kim olduğu sorduğumda da:

-Merak etme beni görmek istiyorsan arar bulursun ‘ dedi ve gitti.

Gözümü açtığımda kendimi bir hastanede buldum. Aradan çok zaman geçti. Yaralarım iyileşse de, kaç defa uykulara da dalsam bana elini uzatan kadını bir daha göremedim. O gün bugün aramaktayım.

-‘ Gördüğünüz gibi bir güzüm görmüyor ve kulağımın biri hiç duymuyor diğeri de az duyuyor. Duymam için bağırarak konuşun. Ayağımda azda olsa sakat kaldı. Bedenimi ise hiç sormayın ‘Sözünü bitirince derin bir nefes aldı.

-‘Yaramın kanı kurusa da, öbür dünyada hesabı sorulsa da, gözümden beni vuran kör kurşun çıksa da, beyaz tülbentli mor elbiseli, nur yüzlü kadını unutamadım. Ömrüm oldukça onu bulacağım. Ölüm döşeğinde melek gibi beni korudu.

Adil bey bin bir şüphenin içinde her gün öldürdükleri yılan gibi kıvrılmaya başlamıştı.

-‘Peki, bu savaşın bizim hanımla ne ilgisi var. Vay sağır kulağına… diye küfüre devam etti. Mutlaka düşmanlığına gönderdiler ve buda bizi uyutuyor olmalı’.Sanki Sümmani baba gibi rüyasın da bade içmiş gibi konuşuyor. Var mısın bizim hanıma âşık oldum desin. Kıymet hanım ablanın menekşe renkli ipek elbisesi vardı değil mi? Derken melek diye laf etmesi ve onu koruması cümlesi azda olsa içini rahatlatmıştı.

Kıymet ablanın dili tutuldu. Hep o mor menekşe rengindeki ipek elbise gibi bir elbisesinin olmasını için için isterdi. Kem küm etmeye başladı.

_’Şey, şey ağabeği ablamın elbisesi varda, bakma sen bu adam zırvalayıp durir. Ablamı nerden bilir ki, uydirir uydurir ve gonişir. Çelik kavakları çapalamaya gelenler işciler görmüştür oni. Buda duymuşdur. Hepsini uydirir. Sen kızma zavallıya zırvalir.Aklı olsa bu havada ollara düşer miydi?Hem aşın ekmeğin yiyir hem de hanıma laf söylir.Elbet sözün sonu gelir…

Yabancı yeniden konuşmaya başladı
(NOT: Bazen öyle an gelirki hayali cihan değer misali, babamdan geriye kalan siyah beyza bir resim tüm özlemlerimi gidermeye yetiyor)
( Samikale’den Kerkük’ E’ Dost Kervanı başlıklı yazı Ümran ÖZLÜK tarafından 22.05.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.