BÖLÜM 10


Mademki SENDE YAZ diyorsunuz bende yazayım. Samikale’ den (halk arasında Samıkara) çıktık yola, inanız ki hiç vermedik mola. Bari bende başladığım hikâyeyi bitireyim. Sümmani’den deyişler okuduk, Anadolu’yu baştanbaşa dolaştık. Bizim Kore’de soluklandık! Mürze dayıya eşek üstünde yıllarca aç susuz yollarda ömür tükettirdik. Ardından da dara çekilir gibi bin kere öldürdük, sonrada dirilttik. Hikâye buya hep alışık olduğumuz bir aşk vardır kavuşamayan iki sevgili arasında. Kimi Mecnun olur, kimide Leyla… Leyla’nın adresini bulan hiç olmadıki, Mecnun bulsun. Sonunda vuslata az kala ömür vefa etmez. Hep gözyaşı vardır. Şelaleler kurur da göz yaşı kurumaz. Masalı dinleyenlerde masal olsalar da bir gün, geriye yine hüzün ve göz yaşı kalır. Bu hikâyemizde de alışık olmadığımız sıra dışı bir öykü yaşandı ve Mürze dayı yitik ailenin kopmuş halkasına yani rüya buya bacısına kavuştu. Oysa herkesin anasının doğurduğu bir bacısı ve kardeşi vardır. Ama ne demişler:

Kardeşimi Allah yarattı, dostumu da ben bulurum’. Mürze dayı ile manevi bacısı bir aile oldular. Çiftlikle ömürlerinin son demine kadar mesut bahtiyar yaşadılar. Bu hikâyeyi yazmama neden olan son hikâyenin devamını değerlendirelim.

1293 (1876_77)Osmanlı Rus Savaşında, Osmanlı savaşı kaybedilince bir milyon dört yüz bin rubleye Anadolu satılmış. Bölge halkı tam kırk yıl esaret altında yaşamış. Beklenmeyen ve aniden patlak veren Cihan harbi ve seferberlik teklifi bile gelmeden vatan için evini barkını bırakarak genç, yaşlı ve terlememiş bıyıklarıyla erkek çocukları, yani tüm bölge halkı soluğu 3.cü ORDU nun saflarında almışlar. Savaşın seyrinde on beş gün de eriyen 3.cü ordu’nun bütün askerleri 90 bin kişi Allahuekber dağlarında kardelenlerin bir ışık huzmesiyle taş diplerinde açması gibi, bir dua ile yeniden fışkırmak üzere karların altında, ana kucağı gibi toprağa de şehit olmuşlar.

Ruslar ve onların güdümündeki Ermeniler ve Rumlar bölge halkı savaşa destek verdiği için Allahuekber dağında şehit düşenlerden sonra herkes savaşa katıldığı için erkek adına kimse kalmadığından bölge halkını cezalandırmak için kıyıma başlamışlar. Ölenler ölmüş geri kalanlar ise karda, kışta, kıyamette ve zemherinin ayazında zorunlu göç etmişler. Ülkemizin neresine gidersek gidelim sürgün hikâyeleriyle doludur. Hiç ummadığınız bir anda aynı köyden veya yakın köyden bir daha geri dönemeyen ailelerin yeni kuşak çocuklarına rast gelebilirsiniz, tanışabilir hatta akraba bile olabilirsiniz. Anadolu boşalmıştır ama hala herkesin gönlünde, dinledikleri halde, belki gördükleri veya göremedikleri köyleri burunlarında buram buram tütmektedir.


Tesadüf buya şair Hüseyin Dağlar’ın biyografisini okurken, Âşık Sümmani’ yi okuduğunuz yazmıştı. Anadolu’da derler ki: Sümmani’ yi bilmeyen Anadolu’yu ne bilecek ki? O halde Hüseyin Bey Sümmani ‘yi nereden biliyordu? Üstelik Sümmani babanın asıl adı da Hüseyin’di.

Sadece savaş nedeniyle değil, sadece seçimlerden seçimlere hatırlanan Anadolu insanı, makro ve mikro göçlerle Anadolu’yu bir şeklide terk ediyor ve etmektedir. Saygı değer şair Hüseyin Bey âşık Sümmaninin köyüne yakın köyden olduğunu ve çoktandır terki sıla ettiklerini yazınca, bilmiyorum ki savaş sırasındaki göçle mi, yoksa ekonomik göçle mi gitmişler önemli de değil adı gurbette ya!

Bizler çok acı yaşamış, yoksulluk çekmiş, yurdunu yuvasını terk etmiş, mezalim görmüş kuşağın mert ama yufka yürekli torunları olarak, nerede olursa olsun toprağımızdan bir ses duysak depremler olur yüreğimizde. Her ne şekilde olursa olsun, Hüseyin Dağlar ile tanışınca, adı gurbet ya sandım ki:

Allahuekber dağlarından bir kuş kanat çırptı, önce Kırdağ’ da yuva yaptı. Sitare’den havalandı ve Palandöken’de çift başlı kartala dönüştü. Sonra davul zurnalar çalmaya başladı. Bütün dadaşlar en başta ise, Hüseyin Dağlar zıvgasını giyinmiş, kuşağını kuşanmış, hançeri belinde, sivri uçlu ayakkabılarıyla, beyaz mendilini sallarken kartal bakışlarıyla Kaf dağının ardına uçmaya hazır kartallar gibi kanat çırparcasına oynuyorlar. Nenehatun askere mermi taşırken yorulmuş onları seyrediyor. Davullar çifte çifte çalınırken otağ kuruluyor Aziziye Tarabya’larının önünde. Yanık sesli her bir bıyığından koca koca buzlar sarkarken bir türlü sonu gelmeyen kışında, kırağı çökmüş yüzünden tebessüm ve sabır eksik olmayan ateş yürekli dadaş, elini atmış kulağına ağıt gibi uzun hava çekiyor, dem vuruyor hayata kaderine inat…

Huma kuşu,
Yükseklerden seslenir ,
Yar koynunda,
Bir çift suna beslenir.
Oğul sen ağlam ben ağlıyım,
Kirpiklerin ıslanır.

Yer gök dadaşın haykırışıyla titriyor. Ve ben başlıyorum: Bir çift beyaz güvercin olsam’ diye elime aldığım mendilimle halay çekmeye… hadi kızlar giyinin bindallılarınızı dizilin bara…

Nereden nereye geldik.Samikale’ den( halk dilinde Samıgara’dan ) başladık , Anadolu’yu gezdik ve Kerkük’ te soluklandık soluk fosforlu ışığına bastığımız tuşların getirdi dostlarla… İlyas Koyuncu hocam sizi ve Hüseyin Dağlar sizi de saygı ile selamlarken nice güzel dostluklarla yeni masallar okumaya temennisiyle ,gerçek yaşamdan kesitlerin yer aldığı hikayeyi yazmama vesile olduğunuz için binlerce teşekkürler…



Dede gene men de yanam,
Aç sinen men dayanam.
Kerem eşkindan yandı,
Kölen olam umut ver men de yanam.
Can dedim dert kazandım,
Bunu buldum fayda men,
Gelir gatlime ferman,
Giderem bu boyda men
( Samikaleden Kerkük E Dost Kervanı 10 başlıklı yazı Ümran ÖZLÜK tarafından 27.05.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.