Bölüm 1

Sarıkaya adını verdiğimiz, her tarafı sarı kayalık dik dağlarla çevrili vadi boyunca uzanan Oltu çayının her bahar taşmasıyla getirdiği humuslu topraklar sayesinde her türlü meyve ağacının tahılın ve yeşilliğin yetiştiği çiftlikte, en az dokuz on çalışan ve onların aileleriyle birlikte oturuyorduk.

Annemler sürüyü ve celebi yazın Tecirek köyünün ve civarındaki yaylalar olan Yasemen yaylasına, Damlıca’ya ve Karanlıkdere’ deki otlağa göndermeden önce her baharda ve yaz sonrası güzün de Sarıkaya’daki çiftliğin civar dağlarında otlattırırlardı. Kış başında ise Erzurum et kombinesine kesime gönderirlerdi. Kışın biz ilçede yaşardık genelde onlar çiftlikte yaşarlardı.

Yaz güze durmuştu, birlikte yaşadığımız diğer çalışanların da olduğu gün çiftlikte üretilen tüm ürünler, önce harman yerine getirildi. Eşit şekilde pay edilmesi için ev sayısına göre her bir üründen bir tane ayırdılar sonra, çiftliğin en yaşlı ağabeysi emektarı olan Ali dadaş ve eşi Kıymet abla en küçük kızları Süheyla’nın eline çakıl taşlarını verdiler. Sıra ile birer isim okundu ve:

_’Hadi benim güzel kızım bu taşı istediğin bal kabağının üstüne koy ‘ diyince, çocuk aklı nereye koyduysa o mahsul adı okunan kişin oldu. Mısır, kara kabak, bal kabağı, kışlık kavun ve karpuz yani toprakta ne üretilmişse böylece eşit şekilde pay edilmişti. Herkes hakkına razıydı. Akrabamızdan da yakın olan Ali dadaşın keyfine diyecek yoktu:

- Sefer efendi bu kış çok rahat edeceğim. Sadece bizim payımıza otuz bal kabağı düştü. Öbürlerini de sen düşün.’ Derken onun ve karısı Kıymet ablamın sevinçten gözleri ışıldıyordu. O yıl çiftlikte ürün her zamanki gibi yine çok bereketliydi. Neler neler yetişmezdi ki!

Kışın bizim gibi bazıları çocukları okuduğu için ilçede yaşadıklarından ilçedeki ambarlara tahıl dahil diğer mahsulü taşımak için öküz arabalarına arabanın tekerini parçalayacak kadar ağırlığı yüklediler. Koca boynuzlarıyla sarı öküzler, boyunduruğun altında yüklerini taşımak için boyunlarını güçlerinin son demine kadar harcıyordu. Aşırı yükten öküz arabalarının tekerinden gacur gucur sesleri duyulmaya başlamıştı. Çok zorlanan öküz arabaları Sarı Tepeyi henüz yeni geçmişlerdi ki aniden hesapta olmayan sağanak şeklinde bir yağmur başladı. Aşırı yağan yağmurdan sonra ileride Hayretinin yokuşundan ( dik bir yolda öküz arabası devrilince ölen gencin adını verdikleri yokuş) sonra öküzleri sele vermemek için arabalardan hemen çözdüler ve geri çiftliğe döndüler.

Yağmur bir türlü dinmek bilmedi. Hanımlar evlerinde, erkeklerde aşağıda çiftliğin yamacındaki örtmenin altında ayaküstü sohbet ediyorlarken, uzakta yavaş yavaş yol alan bir eşeği ve üstündeki adamı gördüler.

Çiftliğin emektarlarından Ali paşa dadaş:

-’ Şerif efendi, bu gelen yolcu acaba ne demeye yolculuk için bu günü seçmiş. Yer gök alt üst olurken, şimşek ve yıldırımlar düşerken, ne kendine nede altındaki eşeğine de mi hiç acımamış. Baharda yaylaya gittiğini mi sanıyor ne hiç aldırdığı yok!’.

_’Dadaşım, nasıl olsa yolcu bize uğramak zorunda. Yol boyu kurttan kuştan başka Allahın bir kuluna rast gelmemiştir. Aşağıda sel sularına kapılabilir. Keşke örtmenin altına gelse. Gelince de buralarsa bu yağmurda ne işi varmış sorarız.’

Çiftlikte ki arazi ana yoldan aşağıda vadi oyunca uzanıyordu. Evlerde yolun üstündeydi. Evlerin önündeki bahçeleri sulamak için kanalla su getirilmişti. Yağan yağmur yüzünden çiftliği sel bastı. Rüzgârda fırtınaya döndü. Neredeyse kavakları kökünden sökülecekti. Kanalın etrafındaki bütün söğüt dalları kırıldı ve genç olanların da kökleri bile söküldü.

Eşeğinin üstündeki adam ıslandığına aldırmadan yitirdiği zamanı yakalamak ve sanki menzile varmak için durmaksızın yol alıyordu. Bacası tüten evleri görünce durdu. Yağmurun getirdiği yabancı usulcacık eşeğinden indi. Dağları evleri çiftliği yani tüm çevreyi bir mücevheri ararmış gibi inceden inceye gözetliyordu. Yoksa dağlarda gezen bir çetenin gizli üyesi miydi? Ağıldaki malları mı dağdaki sürüyü mü yürütmek için ön çalışma yapıyordu? Yağmur inadın artmıştı. Yabancı kendi kendine söylene söylene kurçun (yüksek tepe) başındaki taşa çıktı. Elini alına siper gibi yapıp çok uzaklarda bir şeyi görmek için uzun uzun baktı. Sanki orada kendinden başka canlı yokmuş gibi kendi dünyasında sağa sola heyecanla bakıp adım atmaya üşenirken şimdi adımlarını kocaman kocaman açıp, yeri arşınlar gibi gezinmeye başladı.

-‘ Çok şükür ölmeden önce buldum buldum ‘.
Diye sevinirken aniden yere eğildi ve ıslak çamura yüzünü sürüp yeri öpmeye başladı. O hala yerde çamur içinde kalan yüzüyle dualar okurken örtmenin altındaki herkes yağmur altında onun etrafını sarmıştı.
Yabancı yerden kalkıp elleriyle son dua sonrası gibi yüzünü sıvazladı. Yüzündeki diğer kısımları da böylece çamur oldu. Etrafındaki insanları ilk defa fark eden yabancı birden ürktü. Kendisi kimdi ve neyi arayıp ta bulmuştu? Ona göre de etrafındaki bunca kalabalık neyin nesiydi?

Cebinden mendilini çıkardı. Yüzünü bir güzel sildi ve mendilini ıslanmış gömleğinin yakasını çözerek boynuna koydu. Tekrar sağa sola tekrar bakmaya başladı. Şimdi artık yalnız değildi. Çevresinde bir sürü çocuk ve erkekler vardı. Sonra uzaklara bakmaya başladı. Yine bir heyecan sardı ıslak elbiselerinin altındaki bedenini tril tril titrediği sarkık kollarında bile belli oluyordu. Tekrar kendi kendine konuşmaya başladı.

-Buldum buldum şükür buldum’ diye konuşurken yağmurun ıslattığı yanaklarından aşağı sıcaklığını herkesin görebileceği gözyaşları süzülmeye başladı. Daha sonra evlerin önünde örtmenin altında ıslanmadan ayaküstü sohbet eden çiftlikteki diğer çalışanlarlarla geldi. Anlaşılan kendince kim bilir ne zamandır yalnız çıktığı yolun sonunda sanki vuslata ermiş gibi yorgundu ve sakalı uzamış olan yüzünde de huzurlu hali vardı. Sanki gayz kuyusundan onu çıkaran biri olmuştu.

_’ Aman dadaşım, emim ne işin var bu havada, yolla koyulmanın zamanımıydı? ‘diye örtmenin altında sohbet edenler hem selam verip hem de sorguladıkları ve henüz tanımadıkları adamı aralarına aldılar. O kadar çok yorgundu ki konuşmaya mecali kalmamıştı. Eşeği hem de kendisi gibi iliklerine kadar ıslanmıştı. Örtmenin altındakiler hemencecik eşeğin üstündeki yükü indirip içeri çektiler. Orta yaşlı adamında üstündekileri çıkarırken ocak başında asılı duran bir çeçime sardılar.

- Gız Rahime bacııı, Kıymet ablana söyle acele ocağı yaksın ve çay hazırlasın misafirimiz var ‘.diye seslenen, normalde sesi çıkmayan Ali paşa dayı sanki kükrüyordu. Misafirin durumu pek zavallıydı.
-
Oysa yolcu halinden pek memnundu. Kim bilir kaç gündür eşeği ile yol almıştı. Bu güz vakti aniden başlayan yağmuru hesaba katmamış olmalıydı. Üstündeki ıslak giysiler değiştirilince sanki bin yıldır halı kilim üzerinde uyumuş ve dinlenmiş gibi kendine geldi.

-‘ Ağalar, efendiler ben bu çiftliğin sahibi ile görüşmek istiyorum‘.

Derken farkına varmadan oturak gibi kesilmiş üstünde siyah rengi çoktan solmuş boz eski bir minder olan kütüğe oturdu. Oturmasıyla kendini yere atması bir oldu.

-Aman bu neydi böyle kıpır kıpır ‘ .

Demeye kalmadan yerinden kalkıp kendini yere attı. Örtmenin altındaki ocakta hiç boş kalmayan kocaman süt kazanın da süt kaynatılırdı ve peynir yapılırdı. Ocağın etrafında bir sürü tahta ekmek teknelerinin içine her öğün sağılan sütler boşaltılırdı. Sütler kaymak bağlasın diye yine tekneler doldurulmuştu. Bütün gün ve gece boyu bekleyen sütün içindeki kaymak üstte toplanırdı. Kaymakla tereyağı, altında kalan kısımla da çivil peynir yaparlardı. Örtme, evin önünden geçen kanalın hemen yanında oldu için, kanalda suda yüzüne yılanlar evlerin ve örtmenin altından hiç eksik olmazdı. Koca yaz boyunca sıcak havada suda çoluk çocuk yüzerken yanımızda suya girer çıkarlardı. Yılanlar sütü çok sevdikleri için kaç kere hamur teknelerindeki sütü içerken kovalamak için kürek alsak, küreğin altında da yatan bir yılan olurdu. Kovsan ne olacak ki, teknedeki süte su niyetine dalardı. Yağmurla gelen yabancı boz minderin üstünde çöreklenmiş boz yılanın üstüne oturmuştu. Yabancının korkup kendini yere atması gibi koca keran gibi koca boz yılan da şak diye kendini yere atmış ve kanala akmıştı. Bu yılan süt için dosttu, ne zaman düşman olacağını kim bilebilir ki?

Çok geçmeden lilik ağaçlarının, purlarının isinde kaynatılmış kalaysız bakır ibriğin içinde hazırladıkları çayı, çinkosu atmış ha delindi delinecek kulplu çinko maşrapada sundular ve yolcu yudumlamaya başladı.

Sefer emi, Yunus emi, Ali dadaş ve diğer çiftliğin emektarları ne kadar zorlasalar da adamın ağzından tek laf alamadılar. Saf masum ve sakin görüntüsünün yanında, ağzını mühürlemiş gibi suskundu yabancı. Kim ne derse desin ağzını açmıyordu.kendi dünyasındaydı.

-‘ Ağanız ne zaman gelir ‘.Diye kendi bile unutmuştu kaç defa sorduğunu. Herkes ürkek bakışlarla adamı süzdüler.

-‘Galiba bu ne dediğini hiç bilmiyor. Bizim beyin bununla ne işi olabilir ki.’ Üstelikte ağalarını görmesini gerektiren acil şey ne olmaydı ki? Yağmura seller kapılmayı bile göze alıp gelmişti.
Akıllarından ne geçiriyor olmalılar ki:

-‘Sen hiç bizim beyi gördün mü?’ diye sorduklarında

-Yooo ne bileyim her hal oda gibi beni âdemdir. Hele gelsin görüşürüz elbet. Hem asıl ben onun karısı görmek için yola düştüm. Ağanızla ne işim olur ki ’derken kendisi çok huzurluydu. Ama örtmenin altına sanki yıldırım düştü. Yangınlar sardı herkesin kafasını.Kanaldan çıkan yılan hiç istifini bozmadan ocak başındaki sütünü afiyetçe içerken kimse ne kuyruğuna bastı nede yılan onlara tısladı .Eh bu yağmurla gelen yabancı böyle konuşmaya devam ederse asıl yılan nasıl tıslarmış seyreyle bakalım.

Bir diğer çalışan:
-‘Deli mi ne? Ağayı anladık da ablamızla ne işi var bunun? Ne konuştuğunun farkında değil. Bir başkası duyarsa yandı demektir’. Herkesin ağzı kurumuştu ve şaşkın şaşkın birbirlerine bakmaya başla

(Bu yazı İlyas Koyuncu hocam ve sevgili Dost Hüseyin Dağlar için özel kaleme alınmıştır.)
Devam edecek
( Samikale’den Kerkük’ E’ Dost Kervanı başlıklı yazı Ümran ÖZLÜK tarafından 18.05.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.