BÖLÜM 9


Hep bir varmış bir yokmuş, diye başlayan masalları, idareye alınmış fitilli aynalı gaz lambasının loş ışığında, ocağı harlandırmak için atılan tezek parçalarından yandıkça havaya savrulan ateş böceği gibi ışıldayan kıvılcımlar yükselirken, babaannemizin, evin kedisiyle paylaşamadığımız dizinde dinlerdik.

Sanki hayatımda bir fırtına esti. Yakıp yıkmak yerine, beni uçurdu Anadolu’nun kuş uçmaz, kervan geçmez diyarlarından kırık kanatlı telli turnayla bilmediğim başkentin caddelerine. İlk defa gördüğüm kara trenin isli dumanı savrulurken, tehirli olarak otuz altı saate uçtuğumu sanarak morsalkımlı akasyaların süslediği Ankara caddelerinde soluklandım.

Üniversiteye kayıt olduğum yıllarda ve geçen zaman içinde edindiğimiz Kerküklü can arkadaşlarımız:

-Hadi arkadaşlar akşam konser var. Kerkük türküleri dinleyelim.’

Diye hepimizin eline davetiye verdiler. Değişik üniversitelerde farklı bölümlerde hem de sınıfımda okuyan bir sürü Kerküklü arkadaşlarım olmuştu. Arkadaşlar toplanıp konsere gitmiştik. Türküler benim çocukluğumdan beri dinlediğim gibi hep hüzün doluydu. Mezalimin gözyaşlarıyla büyümüştük, Kore Harbinin ardından Ezo gelin türküsüyle ağlamıştık. Yanık türküler herkesin içinde ki duygularına bir ses olmuştu. Yemen türküleri zaten günlük öğün aşımızdı, gönlümüzün acı tadıydı. Ama Kerkük diye bir şey duymamıştım.

Yarey yarey yarey
Gülüm di gel
Men seni seveli
Nece gün nece ay nece ildi (zalim)

Diye yanık türküler okunurken daha başka bir ateş daha düşmüştü can evime. Demek ki dünyadaki ateş hala harlı yanıyormuş.
Habersiz geçen yılların ardından, Kerkük’lü arkadaşlarımızın çoğu okulu bitirmişti ve Kerkük’e gitmişlerdi. Ara sınıfta olanlarda diğer gidenler gibi gittikleri Kerkük’ten geri gelmediler. Sınıf arkadaşıma
- Abdul Aziz nerede kaldı bizimkiler. Hiç haber alabildin mi? Bak neredeyse okul yarılanacak. Hiç bir yerde yoklar’ diye sorunca.

- ‘Ben Kerkük’e gidemedim’ derken gözlerini yere indirdi. Dolu gibi koca koca taneler dökülüyordu insanın yüreğine oturan köşe taşları gibi. Hiç bir şey söylemeyip sadece sustu.

-‘Keşke gitseydim, onlarsız dünya ya neye yarar ki’ derken hüzün çöktü yüreğine ve yüzüne.

Biz sadece türkülerin nağmelerinde ve sohbetlerin lezzetinde kalmıştık. Nasıl olsa okulları var dönerler diye düşünüyorduk.

Abdul Aziz arkadaşım ertesi günü elinde bir deste resimle geldi. Resimlere pür dikkat bakınca, sanki yeniden mezuniyet törenine, bir yarışmaya katılmak için veya toy düğüne gider gibi tanıdık arkadaşlarımız tril tril kıyafetleri üstlerinde süslenmişlerdi. Resimlerde gördüklerimiz, insan hafızasından asla silinemeyecek kadar korkunçtu. Hepsi aniden sorgusuz ve sualsiz evlerinden alınarak boyunlarındaki kravatlarla veya iplerle darağacına veya kalın dal ağaçlarına asılmışlardı. Kerkük’te kıyım vardı. Kerkük kan ağlıyordu. Mezalimin ayak sesleri oradan geliyordu.

Kerküklü dostlarımız meğersem mezalimin altında inim inim inlerlerken bile inadına gülüyorlarmış. Zulmün adresi de Kerkük’müş. Kerkük dinmeyen akan bir kanmış, kangren olmuş bir yaraymış. Masal dünyasında masal olmuş ne acılar varmış. Çok geçte olsa öğrenmiştik ki evlerine sevinçle gidenler, o güzel canlar ve daha niceleri cehennemlerde yanan bir top ateşin içinde nur olmuşlar. Zulümden kaçmayı başaranlar ise çektikleri manevi ve fiziki işkenceler sonrası bütün duyularını kaybetmişlerdi. Nasıl göndermiştik nasıl bulmuştuk…

Yaşam mücadelesi nedeniyle zamanla birçok dostluklar bitebiliyor. İnsan ister istemez çevresindeki onca kalabalığın içinde yinede, hızlı teknolojinin getirisi olarak üyesi olduğumuz kaliteli sitelerde yeni dostluklar kurabiliyor. Yazdığımız yazı veya şiirlerin yayını esnasında, tuşların ötesinde, bir vesile tanıştığımız insanların tanıtım yazılarını okuyunca bazıları mıknatıs gibi insanı çekiyor.

-‘ Dervişin fikre neyse, zikri de odur’ diye bir atasözü vardır. Fikrin ve zikrine uygun insanlarla iletişimin kurmak kişinin elindedir.
Bir sitede yazı yazarken, biyografilere bakmak huyum vardır. Daha önceki bir sitede yazı yazarken bir yorumcunun yorumunu beğenmiş ve biyografisini okumuştum.

(hastayım,yorgunum........... Kerkük özümdür menim, İki gözümdür menim. Ölürüm yâda vermem, Bu son sözümdür menim.)

Diyen düşen notu görünce, birden eski kabuk bağlamış yaralarım yeniden kanadı. Bu Kerkük’ün sesiydi. Sanki kırk önceki yitik arkadaşlarım bana el sallıyorlardı. O gün bugündür sevgili İlyas Koyuncu hocamla manevi bir bağımız oldu. O artık benim yeni adresim Kerkük oldu. Bende çocuklarının halası…

Dağlar Yeşil Boyandı
Kim Yattı Kim Uyandı
Kalbime Ateş Düştü
İçinde Yar Da Yandı
Su Serptim Ateş Sönsün
Serptiğim Su Da Yandı.
(Dinlerken Kerkük türkülerini, bin dua okuyorum sadece duaya hasret olan yitik dostlara) ve geçelim Hüseyin Dağlar bey’e…

( Samikale’den Kerkük’ E’ Dost Kervanı 9 başlıklı yazı Ümran ÖZLÜK tarafından 27.05.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.