BÖLÜM 7       

Makbule Hanım köşeye sıkıştırılmış kedinin kovaladığı bir yavru kuş gibiydi. Bunca sıkıntının içinde bu bela nereden çıkmıştı. Evden çiftliğe, çiftlikten Tecirek köyüne derken,  bahar ve yaz bitince güz vakti tekrar son otlak için çiftliğe dönerlerdi. Ne eşi dostu gördüğü, nede baba evine bile gittiği vardı. Onu arayıp soran baba evinden de zaten kimsesi yoktu. Sadece babası uzaktan uzağa haberini alıyordu. Eh ne demişler:


 ‘Analı kız kınalı kızdır’  

                        
Genç yaşta Allah uzun ömür versin bir sürü çocuğu olmuştu. Onca ırgat,  çiftlik işi ve çocukları varken bu adamı nereden görecekti ki !. İnşallah siyasi çalkantıların olduğu bu zamanda atılacak çamur değildir. Hem babasından hem de eşinden öç almış olurlardı. Son göreceği de bu mu olacaktı. ? İki aya kalmaz bir çocuğu olacaktı. Bu sıkıntının yeri miydi?         

Makbule hanım duyduklarının karşısında ağır bir şok geçirdi. O kadar çok kendini sıktı ki neredeyse bebesi dünyaya merhaba diyecekti. Acil olarak Doktor Hamdi beye haber gönderilse de bölgenin tek doktoru olduğu için kim bilir hangi köy yolunda atının üstünde her zamanki gibi pırıl pırıl pardesösü ve fötr şapkası başında ve tedavi çantası elinde yol alıyordur. İyi ki livana katırlarını ordu sattı da bir tanede sadece onun için aldılar ve yolu olmayan köylere katırla gidiyordu. İlçenin en iyi ebesi olan Gule neneyi getirdiler. Ne yapacaktı ki.          

-‘Heyecanlanma ve hemen yat’ demekten ve bir anne şefkati ile başını sıvazlamaktan başka ne yapabilirdi ki?  İnsanın en sıkıntılı anında bir dostu ile birkaç anlık sohbeti bile bin tedaviye bedel değil midir? Makbule hanım tehlikeyi atlatmıştı. Asıl tehlike az sonra olacaktı.    Konu yine gelecek olan yabancı konuğa gelmişti.  

-‘Bu anlattıklarını anladım desem de, anlamadım desem de yanlış olur. Kızıp öfkelenmekte haklısın. Kolayı var, misafir hala çiftlikteyse faytonu koşun, onu getirin. Mahallenin bütün kadınlarını toplayalım. Bende aralarında olayım. Bakalım beni içlerinden seçecek mi? Tanıyacak mı?         

-Şu an yoldalar. Mürze efendinin bahsettiği o mor renkli elbiseni sana tip olarak benzeyen birine giyindirin, tanıdık hanımları da toplayın. Sende aralarına gir bakalım seni tanıyıp bilecek mi? Diye plan yapıldı.  

Evde hummalı bir çalışma başlamıştı. Konu komşu çağrıldı kısaca konu izah edildi. Tüm mahalleyi çiftlikteki heyecandan daha büyük heyecan sarmıştı. Genelde bölgeye çok uzaklardan çerçilerle beraber köyleri dolaşan, diş yapmaya, kalay yapmaya, elek ve kalbur ile süslenmiş uzun yün çubuklarını satmaya gelenlerin yanında,  birde eğlence olsun diye ayıları burunlarına takılmış kocaman zincirlerle çeke çeke getiren başkaları da olurdu. Ayıların oynatılması halkın en büyük eğlencesiydi. Çerçiden aldıkları kök sakızları,  kimisi düşmüş, kimisi kırık dişlerinin arasında çiğneyip yumuşatmak için zorla çiğnerlerken ayıların danslarını seyrederlerdi. Heyecandan en az altı yedi ay su içinde saklayıp, çiğneyecekleri ağızlarındaki taş gibi sakızı yumuşatırlardı da haberleri olmazdı.  


-Hadi kızım Ayşe bacı nasıl bayıldı’ derken yere yatıp yuvarlanan burnunda koca demir olan ve bir bakıcının sürüklediği bir ayının gösterisini izleyen halk, şimdi yeni değişik bir gösteri olacakmış gibi heyecanlıydılar.

Rüyadaki kadına benzesin diye mor renkli elbiseyi giyinen komşu gelin ve diğerleri hava biraz serin olmasına rağmen evin önünde sırtlarını güneşe vererek beklemeye başladılar.   Öküz arabalarının tekerlerinin gıcırtısı duyuldu. Koca bahçeyi de içine alan çevirmenin içinde toplanmış olan kalabalık grubun olduğu yere törene gelir gibi çiftlikteki grup geldi. Zavallı Mürze dayı faytondan iner inmez evin arkasında tarihe tanıklık eden kaleyi görünce uzun uzun hem ona,  hem de evlere pür dikkat baktı. Kendine göre aradığı doğru adresi bulmuştu. Büyük bir kalabalığın ortasında kalakalmıştı.  . Sanki idama gidecek birisi gibi heyecanlıydı. Orada toplananlar olanı biteni enine boyuna duymuştu. Tekrar konuşmanın anlamı yoktu.        

Mürze dayı, beylerle konuşurken, hanımlarda sırayla oturdular. Makbule hanım yorgun bedeniyle ve biraz korkudan birazda heyecandan tiril tril titriyordu. Elinde ise öksürdükçe ağzına tuttuğu kan tükürdüğü havlusu vardı.

Üç beş sohbetten sonra Mürze dayı Adil beyin ayaklarına kapandı:

Ötede muhabbetin… ben beride kalmışım , 
Kervan sıraya durmuş, en geride kalmışım  
Bahara bel bağlamış, zemheride kalmışım   
Solacaksam, derdimle yandırıp soldur beni     
Kapındayım sersefil… el verip kaldır beni     

Sanki idam fermanı yazılmışta af diliyordu. O anlıyordu da, etraftakiler de aynı şeyi anlıyor muydular? Adil Bey içindeki gerçek kişiliği ile yaptığı esprili sözler ve şakalarla hep tanıdık komşuları güldürdükten sonra(onun bir esprisi bile insanlara dostluk adına yetiyordu):             
-‘Eeee Mürze Efendi, yolun sonuna geldik. Hadi bakalım sen şu bacım dediğin hanımı bul ki,  bende bundan sonra dağlar ötesine, şehirler aşırı gidince çoluk çocuğumu emanet edeceğim bir akrabam olduğunu bileyim. Bak bakalım adını bile bilmediğin, sadece rüyalarında yüzünü gördüğün bacın hangisiymiş’.    

Sanki Cihan harbinin hikâyelerinde dinledikleri gibi  eli kılıçlı düşmanlar seslerini duymasınlar diye hiç kimseden çıt çıkmıyordu. Sadece birkaç karakarga meydandaki toplanan halkın başında dönüyorlardı. Bu sefer karakargaların oynayacağı oyun oynayan çocuklar yoktu, sadece kalabalık ve derin bir sessizlik vardı.

Mürze dayının ayakları bostana giren tavukları cezalandırmak için ayaklarına sopa sallarlar ve tavukların ayakları kırıldığı içi olduğu yere düşer ya,  Mürze dayının da tıpkı tavuklar gibi takati kesilmişti. Ayakta zor durabildiği gibi adım atarken sendeleyip yere düştü. Kolay mı ,senelerdir dağ bayır dolaşmış durmuş,  rüyasındaki kadını arıyordu. Yolun sonuna gelmişti. Yanlış bir kişiyi seçecek olursa hayatı bitti demekti. Rüya falan hep yalan olacaktı. Kim bilir eşkıya mı, düşman mı kim göndermiş olacaktı. Ayı gibi mi oynatılırdı,  tavuklar gibi mi zaten sakat bacağı kırılırdı,  duruma göre ne olurdu? Çerçinin tahta kutusu gibi seç seç al.        

Hanımlar otururken Makbule Hanım ve mor elbisesi sırtında olan komşu gelinde aralarında tıpkı köle satılan meydanlarda beğeniyi bekleyen köleler gibi sıralarını bekliyorlardı. Herkesin hayatında bir ilkti. Mahallenin gelinlerine ilk defa adam yerine konup görev verilmişti. Kadınlar yaşmaklarını indirdiler. Elektriğin bile Anadolu’ya gelmediği yıllarda uzun kış gecelerinde düzenledikleri tuluat gibi şimdi yine bir sahne vardı. Adoş un olmadığı tuluat olur muydu? Yine başrollerdeydi. Bir açık bulmaya görsün zavallı beş çocuk anası Makbule Hanım yandı demekti! Pür dikkat olayları izleyip duruyordu. Sırat köprüsünden geçmek daha kolaydı. Cehennemde yansan bile yaradan sonunda cennete atardı. Ama Adoş un diline düşersen hiç af yoktu yan ki ne yanasın!                     -  
( Samikaleden Kerkük E Dost Kervanı 7 başlıklı yazı Ümran ÖZLÜK tarafından 25.05.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.