BÖLÜM 6

Sabahleyin her yıl kutlanan ilçenin Kurtuluş Bayramına gider gibi erkenden kalktılar. İşlerini bir çırpıda bitirdiler. Öküz arabaları koşuldu. Çocuklar ve kadınlar arabanın üstünde, beylerinde elinde kamçıları arabanın yanında yola koyuldular. Çok büyük bir güne şahit olacaklardı. O yıllarda ordu süvari alaylarını dağıttığı için, orduya mensup olan özel numaralı at ve katırları satılığa çıkarmıştı. Adil beyde sürekli çiftlikle sürüyü otlattıkları dağlara ve civar köylere gidip geldiği için, hem at hem de katırlardan almıştı. Livana katırları en kötü yollarda bile rahatlıkla giderlerdi.

İki kocaman atın koşulduğu, içi renk renk çiçeklerle süslü kumaşla kaplı olan faytona Mürze dayı ile hamile olan Kıymet ablayı bindirdiler. Mürze efendi kim bilir kaç zamandır eşek üstünde yol aldığı için oturamayacak kadar rahatsızdı. Altına kaz tüyünden minder koydular. Bir gün önceki sert rüzgâr da, Adil beyin öfkesi de yoktu. Anadolu halkının en büyük özelliği yeni tanıştığı yabancıya hemen sahip çıkmasıdır. Dün öfkelendikleri yağmurla gelen adam, sabahleyin hepsinin Mürze dayıları olmuştu. Mürze dayı bir günde değişen yaşamını düşünüyor olmalı ki yine suskun ve sanki derin kederde gibi durgundu.

-‘ Bir kızın tahtını yaparsınız da bahtını yapamazsınız’ diye bir atasözü vardır.

Makbule hanım, daha çocuk yaşta annesini yitirdiği için kendinden küçük diğer kız kardeşiyle birlikte babası onları çok özel bir ilgi ile prensesler gibi büyütmüş. İki kız kardeş bütün vakitlerini süslenmekle, kütüphanede kitap okumakla ve evlerinin etrafında ıhlamur ağaçlarının, beyaz ve mor salkımlı akasya ağaçlarının mis kokulu çiçeklerinin gölgesinin altında semaver başında çay sohbetleriyle geçiriyorken, boş vakitlerinde ise düne kadar çocuklar gibi ip atlarlarken ,hatırı sayılır kişileri araya koyup o kadar çok dünürcü gelmiş ki; bunda da bir hayır vardır diye, babası sadece mahallenin ve ilçenin değil, tüm yörenin en yiğit delikanlısı ile evlendirmiş. Çocuk yaştaki Makbule kendini on beşinde evlenmiş ve koca evinde bulmuş.

İlk başta her şey yolunda giderken;

-‘Kediyi baştan parçalamak gerek’ anlayışıyla, önce eline yanları kırık kovaları verip, evler yukarıda su kaynağı çok aşağıda olan kendi değirmenlerinin domuzluklarında su taşıtmışlar. Sonra o kırık kovalarla taşıttıkları suyu evde besledikleri elli altmış kaz sulaklarına döküp, kazlara su vermişler. Daha sonrada yine su taşıtıp koca çevirmenin boş yerlerine serpip kapıları süpürtmüşler.

Kendi evlerinin hizmetçileri onu o halinde görünce elinden kovaları almak isteseler de vermemiş.
_Çekeceğim çile varsa katlanırım. Hem çile neden olsun! Benim sizden insan olarak ne farkım var ki? Diyip daha gayretli su taşımış. Bakmış göze çarpıyor ve herkes haline acıyor, önceleri rugan, yüksek ökçeli iskarpinlerini, sonrada ipek elbiselerini çıkarmış. Tıpkı kendi hizmetçileri gibi iş yaparken kara lastik ve basma elbiseler giyinmeye başlamış.


Evin yirmi üç yaşındaki evde kalmış kızı Adoş hala (Adalet) kendi yaşıtlarının her ikisi yanında eteklerine asılmış, biri sırtında, biride karnında çocukları olan kız arkadaşlarını görünce çok öfkelenirmiş O’na da dünürcüler gelince, ne hikmetse kendini evin direği ve oğlu sandığı için:

-Babam evini terk etmem ‘diye ayak diretirmiş. Şimdi çok masum bir gelini vardı. Evde kendi ortağı gibi gördüğü gelini neden ezmesin ve terbiye etmesin ki?

Makbule hanımın kocasının ailesi köy kökenli ve hayvancılıkla geçimini sağlıyordu.

-‘Gelin hiç ahıra girmez mi? Burnunu kırmazsan dik başlı olur’ diyen Adoş bahar ayında mayıs çiçeklerini ve otunu yiyen tüm hayvanların sulu dışkılarını gelininin eline bir maşrapa verip, ahırdaki koca taşların arasına biriken sıvı dışkıyı kovalara toplatmaya başlamış. Üvey annesi olan teyzesi bile hayatında ilk defa ona acımış:

-Makbule kızım, mahallede çok uzaktan inek geçse kokusu geldi diye parfüm kalmaz kullanırdın. Şimdi hayvan pisliklerinin içinde kalmışsın. Her yerin hayvan dışkısı. Kaç da geri gel. Ben sana sahip olurum’ dese de,
-Biz yetim kaldık diye öz ezemizi seni babam eve anne diye getirdi. Sen başından atmak için, bana sormadan verdiniz. Ardımdan ya ayağı yanmış kız kardeşimi o yaralı haliyle gönderdiniz. Bir gün önce ip atlarken ertesi günü kendimi koca evinde buldum. Karnımdaki benin ne suçu var, benim gibi mi olsun? Diyip, zorluklara göğüs germiş.

‘’ Gelinlikle girdiğin koca evinden kefenle çıkarsın’’ diye hep öğretildiği için baba evine dönmek olur muydu?

Yaşı henüz otuz ikisin de olmasına rağmen, hayatta beş çocuk, varken, beş düşük, birde düşük yaptığı bebesinin ardından da yine hamileydi. Öksürünce kan kusuyordu. Ahır işi, hayvancılık onun alışık olmadığı kokular, aşırı öksürmeler ve her yıl bebek doğurmak ve düşükler derken narin ince bedeni çok yıpranmıştı

Makbule hanım dr Hamdi Beyin verdiği balık yağını zorla içiyordu. Ama o çok hastaydı. Onun gönlü olsun diye kocası Adil Bey İzmir’den özel midilli atı ve fayton getirmişti. At sanki yavru at gibi küçücük ve çok tatlıydı. Çünkü kocaman atları da, çektikler faytonu da sevmemişti. Ne yaparlarsa yapsınlar, onun ne solgun yüzüne renk, nede yüzüne tebessüm gelmiyordu.

Çok hassas yapısı olan Makbule Hanım, kendi çiftliklerinde hiçbir ırgata kötü davranmadığı gibi: hepsine bey hanım diye hitap ederdi. Onlarla aynı sofrayı paylaşırdı. Sınger makinesinde tüm çalışanların çocuklarına kendi çocuklarıyla beraber aynı nazilli basmasından elbiseler dikerdi. Kaç aile tek aile gibiymiş gibi koca çiftlikte mutlu yaşarlardı.

Sabah sabah o hala yatağında soluksuz yatarken, çiftlikte fayton ve öküz arabalarıyla yola çıkanlar gelmeden, Adil bey çoktan eve gelmişti. Çok telaşlı kafasında bin bir soru ile yine fışlayıp geziyordu.

-Çok kötü bir olay oldu’ diye söze başlayıp, olanı biteni bir çırpıda anlattı
.
Zavallı Makbule Hanım anlatılanları dinlerken başka bir dünyada yaşıyor gibiydi.
Yatağına iyice gömüldü. Öksürüğün şiddetinden o güzel bal rengi gözleri kıpkırmızı ve dışarı fırlayacak gibi olmuştu. Üzerinde piliseli yeşil elbisesi, menekşe renkli oyalı yazması başında, balık yağını birlikte yuttuğu limon dilimleri tabakta bir melek gibi yatıyordu.

( Samikale’den Kerkük’ E’ Dost Kervanı başlıklı yazı Ümran ÖZLÜK tarafından 24.05.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.