Bölüm 5


-‘Ben Kore’den döndükten sonra, görmeyen gözümle ve sakat bacağımla köyün danasını ve davarımı dağda bayırda güderken, yine güneşin kızgın sıcağında uykum gelince ağacın dibinde serinlenirken, vahamet bastı ve uykuya daldım. Yine rüyamı nedir bilemem, aynı kadın yine subaşında bana su verdi. Melekler gibi güzel bir hanımdı’

Der demez Adil Bey gökten daha çok gürlediği için yıldırım ve şimşekler örtmenin altında çakmaya başladı. Ortalık buz keseceğine yangın yerine dönmüştü. Herkes kaçacağı bir yeri arıyordu.
-Sen bana baksana sen benim hanımı bir yerde görsen tanır mısın söyle bakayım? Sonra senin adın yok mu? Diye sormaktan ziyade yüksek sesle bağırıyordu. Az daha kendini kontrol edemezse kaz cücüğü gibi boğazına sarılacaktı.

-’Adımı daha söylememiş miyim? Adım Mürze soyadım da Aksu. Sen bin tane kadın getirsen ben onu tanırım. Çünkü son rüyamda iki tanımadığım kişi beni ona götürerek:

-‘Bu melek yüzlü hanıma iyi bak ve onut nerede olursa olsun bul. Senin ve ailenin rızkı artık onun yanında. Sakın unutma.’dediler. Bu rüyayı kaç kere gördüm. O gün bu günüdür dağ tepe dolaşıp onu arıyorum.

-‘Peki, adını kimin neyi olduğunu da söylediler mi?
- Yooo sadece yaşadığı yeri ve evin yakının da bir kaleyi gösterdiler.

-Nasıl bir yerdi’ diye sorunca

-‘ Sadece heybetli bir kale vardı. O yüzden çevrede ne kadar kale olan köyler varsa yıllardır o köylere gidip o kalelere bakıp durdum. Narman’dan yola çıktım önüme hangi köy varsa uğradım. Kirşen kalesi, Pernek oğlan kalesi, Pernek kız kalesi, Köroğlu kalesi, Sananis kalesi, İğdeli kalesi, Alatarla kalesi, Havdos kalesi, Sarıkız kalesi, derken kaç yıldır yollardayım. Yarı ömrümde bu yolda tükendi. Rüyamdaki kaleyi görmek için kaç eşek değiştirdim sayısını ben bile unuttum. Evden barktan haberim bile yok. Hiç biri o gördüğüm kaleye benzemiyordu. Altımda eşeğimle işi gücü bıraktım senin hanımı ve rızkımı bulmaya çalışıyorum.’ Bütün konuşmalar karşılıklı devam etmeye başladı.

-Burayı nasıl buldun’.

-Bütün çevre köylerdeki kalelere baktım. Yok, oğlu yok. Rüyamdaki kaleyi ve senin hanımı bulmayınca çok ağladım.
-‘Hey rabbim beni ateşlere attın, sonra yeniden can verdin. O cananı bulmama neden yardım etmiyorsun O kadar mı yüz çevirdin benden’ diye gece gündüz gözyaşı döktüm.
Sonra en son gördüğüm rüyamda bu dağları ve uzaktaki kaleyi görünce yine yola koyuldum. Kaç gündür yoldayım. Uğradığım köylerde kaleyi tarif edince bu bölgeyi tarif ettiler. Doğru adreste olduğumu anladım. Zaten buraya gelince ilk işim yeri tanımak oldu. Aradığım yer burasıdır.’
Yağmurun getirdiği yabancı Mürze Efendi bütün gün konuşmaktan ve kendini anlatmak için çok mücadele etmekten yorulmuştu. Son isteğine nokta koyar gibi ardından deyişe başladı:

Vay desinler ateşim yok közüm yok
Dahi yâre yalvaracak yüzüm yok,
Yokladım kendimi bir kem sözüm yok
Yara şekva etmiş ruzigar beni.

-‘ Aman ağam ben zavallı bir garip gaziyim. Senin hanımla hiçbir işim olmaz. Son gördüğüm rüyamda onu bana benim bacım olarak tanıttılar. Onu bulmazsan sana ahrette cennet haramdır dediler. Şimdi onu bulmak için kaç yıl oldu saymadım yollardayım. Buraya kadar geldim. Bacımın elini öpeceğim. Beni ona götür’ diye yine çocuklar gibi ağlamaya başladı.

Çok şükür Mürze efendi son dörtlü ile meramını anlatınca örtmenin altında ki herkesin yüreği ferahladı ve herkes derin bir nefes aldı. Taşlar azda olsa yerine oturmuştu,

Ya Sümmani’ye rüyasında erenlerin dedikleri gibi:

_’Gülperi senin maşukandır’ gibi Mürze efendiye

-Bu beyin karısı senin maşukandır deselerdi kim bilir neler olacaktı?


Adil beyin öfkesinden sadece kendi ailesinin kadınları ve anası dâhil korkarken, eşlerine söz geçiremeyen eş dost bile:

_ ‘Sen gününü görürsün ağabeyimi seni söyleyeyim hele!’
Demeleri yeterliyken, bu yabancı ulu orta yerde milletin içinde karısına deyiş okumaya gelmişti. Bu olacak iş miydi? Üstelik aradığı hanım, karısı her yerdegezen biri olmadığı gibi yıllardır beraber yaşadıkları çiftlidekilerle belirli bir disiplin içinde yaşayan biriydi. Kızmayı öfkeyi bilmeyen, ama ağırlığı ve bir çift sözü ile çiftliği yürüten asil bir hanımdı. Sesini bile doğru düzgün duyan olmamıştı. Ne başkasıyla nede bununla işi olamazdı. Gel gör ki ortalık karışmıştı. Sıra makbule hanımı tanımaya gelmişti. Bu bilmece çözülmeliydi.

Çok asabi olmasının yanında, çok sabırlı olan Adil Bey, bütün tecrübelerine göre adamı elekten kalburdan geçirerek süzdü. Allahın garibanının bir gözü kör, kulakları da iyi duymuyordu. Üstündekiler yamalı ama temiz elbiselerdi.
Yinede: ‘Karımı nereden tanıyordu ‘diye kafası karışmıştı. Belki de bir sürü yalanlar uydurmuştu? Diye düşünürken birden içindeki gerçek sakin, sevgi dolu kimliğine büründü. Bu kadar dil döken birine şans tanımak gerekliydi’ .

Buradaki herkesin her şeyi bilme hakkı vardı diye düşünmüş olmalı ki birden bire ayağa kalktı ve başını havaya kaldırınca, evin bacasına çiftlikteki çocukların çiftlik arazisi çok aşağıda diye , evin bacasına ağıldan gübre alıp yaptıkları bostana ektikleri karpuz ve kavun şivinden aşağıya sarkan kavun ve karpuzu görünce güleceği geldi. Eliyle koparıp yağmurun getirdiği yabancının yani Mürze efendinin yanına çöktü. Eliyle kesti ve paylaştı. Herkes rahatlamıştı.

Mürze dayı dedikleri yabancı örtmenin altında kendinden emin şekilde oturup çevrede konuşulanları yarım yamalak anlayarak dinlerken:

-Beni öldürseniz de ben bu hanenin ocağından ayrılmayacağım’.

Sanki anasını kavuşmak isteyen öksüz bir çocuktu. Çok duygusal bir an oldu. Çiftlikte yaşan hep oradaydılar. Kadınlar ağlamaya başladı. Çocuklarda etkilenmiş olmalılar ki onlarda burunlarını fırt fırt çekiyorlardı. Ortalıkta epeydir görülmeyen küçük çoban Kalo ağılın duvarına dayanmış ve kim bilir yüzünü bile görmediği annesini mi hatırladı, yoksa babasını mı, yoksa adını bile unutmak istediği doğduğu yeri mi hatırladı ne, uzakta tek başına herkesten çok ağlıyordu.



-’Peki, öğleye sen bacım dediğin kadını görsen tanır mısın?’ Diyen Adil beye
- ‘Bir değil bin kadının arasına koysan onu masum, çocuksu ve merhametli bakışlarından tanırım? Savaş meydanında beni kurtaran oydu !’

O gece mola veren yağmur yeniden yağmaya başladı. Kapıdaki koca koca kütükler yanarken gece çabuk sabah oldu. Artık bacım dediği evin hanımıyla karşılaşması lazımdı.

( Samikale’den Kerkük’ E’ Dost Kervanı başlıklı yazı Ümran ÖZLÜK tarafından 23.05.2010 tarihinde sitemize eklenmiştir. Sitemizde yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu , kullanılan materyaller ve yazının içeriği yazarlarına aittir.İzin alınmadan kaynak gösterilse bile sayfamızdaki eserler başka yerde yayınlanamaz. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. )
Okuduğunuz Yazının Site Kurallarını İhlal Ettiğini Düşünüyorsanız, Site Yönetimine Bildirmek İçin Tıklayınız.